๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 17 Aralık 2010, 02:07:08



Konu Başlığı: Teheccüt namazı vakti
Gönderen: Zehibe üzerinde 17 Aralık 2010, 02:07:08
Teheccüt namazı vakti

Teheccüt namazının vakti soruluyor. Farz ve nafile bütün çeşitleri ile ibadetlerde esas olan, en küçük detaylarına varıncaya kadar onları Efendimiz'in (sas) kavlî tarif ve fiilî tatbikatlarına uyarak yerine getirmektir.

Çünkü ibadetler, hayatın sair alanlarındaki meseleler ölçüsünde içtihada açık değildir. Efendimiz'in (sas) "Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız, siz de öylece kılın." beyanı bu yaklaşımın temelini oluşturur. Dolayısıyla teheccüt namazının vakti meselesi de bu zaviyeden ele alınmak zorundadır.

Efendimiz'in hayatına baktığımızda İslam ulemasının ittifakla belirttiği üzere, kendisi için farz, ümmeti için nafile olan teheccüt namazını Allah Rasulü (sas) genelde gecenin üçte birinden sonra ve kısa veya uzun belli bir müddet uyuyup uyandıktan sonra kılmıştır. Gecenin üçte biri, toplam gece müddeti üçe bölünüp, akşam namazı vaktinin girişine ilave edilmekle bulunur. Çünkü gece akşam namazının girişi ile başlar. Pekâla söz konusu vakit teheccüt namazının olmazsa olmaz şartı mıdır? Yatsı namazının peşisıra hiç uyumadan kılınamaz mı? Uyuyup uyanmanın olmadığı uykusuz geçen gecelerde kılınan nafile namazlar teheccüt değil mi? İmsak vaktinden az önce kalkıp yatsı, teheccüt ve vakti girer-girmez sabah namazı kılmak mahzurlu mu?

Bu ve benzeri sorulara toptan cevap olabilecek hususları maddeler halinde kısa kısa belirtelim.

1-Teheccüt namazının vaktini yukarıda Efendimiz'in uygulamalarından hareketle belirttik. Bu namazın kâmilen eda edilmesi hiç şüphesiz bu uygulamayı esas almakla olur.

2-Bununla birlikte Allah Rasulü'nün (sas) kış ve yaz mevsimlerinde vakit namazları dahil farklı uygulamaları var. Mesela; uzun kış gecelerinde sabah namazını 'gales' adı verilen imsak vaktinin hemen akabinde, yazın ise 'isfar' denilen güneşin doğmasına çok yakın bir zamanda kılıyordu. Efendimiz bunu ister Cebrail'in (as) kendisine rehberlik ettiği vakit ile alakalı uygulamasından hareketle, isterse mevsim şartları nedeniyle değişen iş takvimi münasebetiyle yapsın, son tahlilde farz olan vakit namazları için böyle bir model ortaya koymuştur. Aynı şeyler bazı rivayetlerde öğle ve ikindi namazları adına da yer almaktadır. Zaten fakihlerin ve hadis şarihlerinin asr-ı evvel ve asr-ı sani müzakerelerinin altında da bu yatmaktadır. Bu da bize göstermektedir ki; vaktin sınırları içinde kalmak şartıyla namazı önce veya sonraya alma konusunda bir irade ve kısmen de olsa bir serbestlik söz konusudur.

Bu zaviyeden teheccüt namazına gelince; hayat şartlarımızın Efendimiz dönemindeki gibi olmadığı kesindir. İster sanayi devrimi sonrası oluşan metropol yaşantımız, ister değişen iş hayatı ve mesai anlayışımız, ister ülkelere, milletlere göre değişen zamanın kullanımı ve zaman tanzimi noktasındaki hayat felsefemiz, bizim yatsı namazını vaktin evvelinde kılıp hemen yatağa girmemize imkan tanımıyor. Bu farklılığın doğru veya yanlışlığını tartışmıyorum; sadece Efendimiz dönemi ile aramızdaki farka işaret ediyorum. O dönemdeki insanların yatsı namazını kılıp yatağa gittiği saatlerde, bugünün insanı özellikle büyük şehirlerde işten yeni dönüyor. Tabii bu küllî değişiklik, teheccüt için gece kalkmasına mani hususların başında geliyor.

"Kâmilen ve külliyen elde edilemeyen şey, bütün bütün terk edilmemeli" prensibinden hareketle, gecenin yarısını aşkın bir vakitte yorgun argın yatağa giden ve gece kalkması görünüşte imkansız olan kişi, yatmadan önce, zaten vakti girmiş olan teheccüt namazını kılsa ne olur? Erken dönemlerden itibaren fukahanın bu konudaki yaklaşımı çok nettir; çeşitli sebeplerle gece teheccüt namazına kalkamayacağını düşünenler yatsıyı müteakip teheccüt namazını kılabilir. Fakat bu namaz, fazilet ve sevap noktasında belli bir miktar uyuduktan sonra kılınan teheccütle mukayese edilemez.

Yazının başında dediğimiz gibi ibadetleri Efendimiz'den bize intikal eden şekliyle eda ve bu keyfiyeti muhafaza etmenin vazifemiz olduğunu unutmamalıyız.

Ahmet KURUCAN