> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Tefekkürde israf
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tefekkürde israf  (Okunma Sayısı 553 defa)
01 Kasım 2010, 17:26:49
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 01 Kasım 2010, 17:26:49 »



Tefekkürde İsraf -5-


Allâh Teâlâ, insanoğluna akıl, mantık ve tefekkür gibi husûsiyetler bahşetmiş ve onu diğer mahlûkattan üstün kılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’deki bütün misâlleri akıl sâhiplerine hitâben beyân etmiştir. Kullarının dâimâ tefekkür hâlinde olmasını, bütün varlıklara hikmet ve ibret nazarıyla bakmasını murâd etmiştir. Bu sebeple âyet-i kerîmelerde defâlarca; “Akletmez misiniz?”, “İdrâk etmez misiniz?”, “Tefekkür etmeniz için”, “Umulur ki düşünürsünüz.”, “İbret alın!” gibi ifâdelerle biz kullarını her dâim tefekküre dâvet etmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm, vahyin muhtevâsı içinde hakîkî değerini bulan akla işâret ederek on altı defâ

«Yâ ulil elbâb» yâni “ey akıl sâhipleri” diye hitapta bulunmuştur. Bu yüzden insanlık haysiyetine lâyık bir hayat yaşamak isteyen akıl sahipleri, Kur’ân’ın aydınlattığı tefekkür dünyâsına girmek mecbûriyetindedirler.

İslâm’ın insanlığa gösterdiği tefekkür ufku olmasaydı, sırf aklımızla birçok hakîkati hem idrâkten hem de ifâdeden âciz kalır, üstelik tefekkür nîmetini nefsânî menfaatlerimize âmâde kılardık. Bu bakımdan Kur’ân ve Sünnet’in irşad ve îkazlarına muhtâcız. Zîrâ insan tefekkürüne doğru bir yön verip ona sırât-ı müstakîm üzere yaşamanın esaslarını beyân eden yegâne rehber; Kur’ân ve Sünnet’tir.

Tefekkür, en mühim ibâdetlerden biridir. Makbul bir kulluk hayatı için, kâinat ve hâdisâtın hikmet ve sırlarına vâkıf olabilmek, bunun için de kalb âlemini tefekkürle derinleştirmek îcâb eder. Aklımızın meşgul olduğu bütün düşünceleri, gönlümüzdeki duyguları, hattâ alıp verdiğimiz nefeslere kadar her şeyi rızâ-yı ilâhî ile te’lif etmeye çalışmak, her mü’minin ufku ve hedefi olmalıdır. Zîrâ Allâh Teâlâ bizleri yüce zâtına kulluk etmek üzere yaratmıştır. Bu varlık hikmetimize muhâlif bütün düşünce ve davranışlar israf hudûduna girmekten kurtulamaz.

İnsana bahşedilen en muazzam nîmetlerden biri olan akıl, tek başına kişiyi hakîkate ulaştırmaya kâfî gelmez. İnsan tefekkürünün kıymeti, beyin ve kalb fonksiyonlarının âhenkli bir denge içinde işleyebilmesine bağlıdır. Sâdece beyne ve akla değer verilirse insan belki iyi bir dünyâ adamı, yâni menfaat insanı olabilir. Fakat kâmil bir mü’min olabilmek için, duyguların merkezi olan kalbin de mânevî terbiye ile eğitilip akla rehberlik etmesi îcâb eder. Zîrâ hissiyât merkezi olan kalb, tefekküre, tefekkür ise irâdeye yön verir. Bu demektir ki, bütün irâdî fiillerin temel sâikı kalbdir. Orada yerleşip kök salan hislerdir. Bu bakımdan onun ilâhî emirler çerçevesine oturtulması, diğer uzuvlardan daha ehemmiyetlidir.

Kalb âlemi, Kur’ân ve Sünnet nurlarıyla aydınlanmış kişinin aklı hakîkate âşinâ olur. Akıl ve kalb, îlâhî menbâdan feyizlenmek kaydıyla kişiyi hayra ve hakîkate vâsıl edecek yapıda yaratılmıştır. Bu yüzden gerçek tefekkür, vahiyle feyizlenmiş bir akıl ve gönlün buluştuğu noktada başlar.

Aklın tâkati dışındaki mevzûları tefekküre kalkışmak da, tefekkürün diğer bir isrâfıdır. Allâh’ın sıfat tecellîlerini, Kur’ân, kâinât ve insanın kendi yapısındaki husûsiyetleri tefekkür etmek zarûrîdir. Lâkin Allâh’ın Zât’ı üzerinde düşünmek, kaderin sırrını ve hikmetini bütünüyle çözmeye çalışmak gibi beşer tâkatinin üstündeki mevzûlarda tefekküre kalkışmak, bir nevî zihin isrâfıdır. Bu hâl, Kur’ân ve Sünnet tarafından da men edilmiştir. Zîrâ nasıl ki gözün bir görme mesâfesi, kulağın bir duyabilme hudûdu var ise, aklın da bir idrâk tâkati vardır. Bu sebeple akıl, vahyin içinde bir değer kazanır. Bu itibarla ilâhî hakîkatleri tefekkürsüzlük, bir felâket sebebi olduğu gibi, aklın, haddini bilmeyip kendini aşan işlere atılması da insanı isrâfa ve netîcede âhiret hüsrânına dûçâr eder.

Nefsânî arzular zemîninde, gurur, kibir gibi kalbî marazların tasallutu altında ve selîm bir kalbin irşâdından mahrum hâldeki bir aklın tefekkürü, aslî mecrâsından çıkar; insanı, şeytan misâli azgınlığa ve sapıklığa sevk eder. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- şöyle buyurur:

“Şeytanın aklı kadar aşkı da olsaydı, bugünkü iblis durumuna düşmezdi.”

Demek ki akıl, tek başına bir değer ifâde etmez. Onun kalbî hassâsiyetlerle yönlendirilmesi şarttır. Şâyet kalbdeki hislere mânevî terbiye ile rûhâniyet kazandırılabilirse, aklın dümenini ele alıp ona istikâmet vermek mümkün olabilir. Hisleri kontrol altına alabilmek çok zordur. Fakat duygularımızı rızâ-yı ilâhî ile te’lif etme gayreti içinde olmamız da şarttır. Bunun yolu, Kur’ân ve Sünnet iklîminde tefekkürden geçer. Böyle bir tefekkür ile açılan ufuklarda Allâh’ın lutuf ve ikrâmı ile fikriyâtımız gibi hissiyâtımız da rızâ-yı ilâhî ile me’lûf hâle gelir.

Hislerin mekânı olan kalb, aynı zamanda îmânın da merkezidir. Çünkü îman; ulvî bir histir, yüce bir duygudur. Nitekim îman, akılla değil, kalb ile tasdiktir. Kâinâttaki ilâhî sırlar da ancak îmanlı bir kalbe bağlı akıl vâsıtasıyla keşfedilebilir. Bunun içindir ki dînin en mühim ve en hassas meselesi îmandır. Zîrâ îman, hiçbir zaman tâviz, yâni nefsânî bir hoşgörü kabul etmez. Çünkü bir camda saç kılı kadar bir çatlak olsa, o çatlak zamanla büyür ve neticede cam kırılır. Kalb âleminde kara bir leke, yâni bir çatlak oluşturmamak için de hep uyanık ve rikkat sâhibi olmak gerekir.

İbâdetlerde huşû, ecrin artmasına; buna mukâbil gaflet ise ecrin azalmasına sebebiyet verir. Lâkin tefekkürün nefsâniyete kayarak kalbde bir çatlak meydana getirmesi, îmânı tehlikeye atar. Îmanda gaflet, -Allâh korusun- ayak kaydırır.

Bunun sayısız misâllerinden biri de Kârun’dur. Kârun, mâzisi itibâriyle sâlih bir zât iken Cenâb-ı Hak ona büyük bir servet ihsân etti. Fakat o şımarıp azgınlaştı, nefsine aldanarak bu serveti kendi dirâyetiyle elde ettiğini iddiâ etti. Hattâ iyice ileri giderek Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’a karşı tavır almaya yeltendi. Cenâb-ı Hak da onu dayandığı servetiyle berâber yerin dibine gömdü. Âyet-i kerîmede onun âkıbeti şöyle beyân edilir:

“Nihâyet Biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allâh’a karşı kendisine yardım edecek herhangi bir topluluk olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (el-Kasas, 81)

Kalbin îman zemîninden kayması, ekmek kesen birinin, bıçağı bir anlık gaflet netîcesi kaydırıp bir tarafını kesmesi gibidir. Bıçağın kayması bir anlık hâdisedir. Hisler de böyle âniden gelişir. Vücudda en hür uzuv, hislerin merkezi kalbdir. Kalbin temâyülleri her an değişebilir. Kalb, Rahmân’ın iki parmağı arasındadır. Onda Hâdî sıfat-ı ilâhiyyesi gibi Mudill sıfat-ı ilâhiyyesinden de bir nasip vardır. Bunların ne zaman diğerine galebe çalacağı meçhuldür.

Diğer bir misâl de Kur’ân’da ibretlik kıssası nakledilen Bel’am bin Baura’dır. Nitekim bu zâtı da bir anlık nefsine meyletmesi mahvetmişti. O da vaktiyle Allâh’ın sâlih kullarından biriydi. Sayısız kerâmetleri vardı, duâları makbûldü. Bir an hevâsına meyletmesi, yâni aklının dizginlerini nefsinin eline bırakması, helâkine sebep oldu. Onun bu hâli Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilir:

“Onlara, kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın tâkibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik elbette onu bu âyetler sâyesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyâya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” (el-A’râf, 175-176)

Yukarıda da beyân edildiği üzere, aklı vahyin dışında ve nefsin arzuları doğrultusunda kullanmaya kalkışmak, insanı ahmaklaştırır; âyette misâli verilen şaşkınlığa dûçâr eder. Bu yüzden Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- duâlarında:

“Yâ Rabbî! Beni göz açıp kapayıncaya kadar olsa dahî nefsime bırakma!..”1 diyerek bizlere örnek bir mü’minin hâlet-i rûhiyesini sergilemiştir.

Demek ki îmânımızı muhâfaza için, kendimizi dâimâ havf ve recâ, yâni korku ve ümit arasında bir duygu eğitimine tâbî tutarak tefekkürümüze yön vermek durumundayız. Son nefeste îman ile can verebilmek için, ömür boyu kalbî rikkat ve uyanıklık içinde bulunmalıyız. Nitekim Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede:

“Ey îmân edenler! Allâh’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyurmaktadır.

Meselâ muhabbet ve buğz duyguları da, Allâh için olmaz ise, buğz edilmesi gerekene muhabbet beslenir, muhabbet duyulması gerekene de buğz edilirse bu da bir mânevî felâket olur. Muhabbeti lâyıkına, husûmeti müstahakkına tevcih etmek şarttır. Sâlihlere muhabbet, saâdet ihsân eder. Âyet-i kerîmede:

“Ey îmân edenler! Allâh’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119) buyrulur.

Diğer taraftan bir din düşmanına muhabbet ise, felâket getirir. Bu bakımdan yine âyet-i kerîmede:

“…Zâlimler topluluğu ile oturma.” (el-En’am, 68) buyrulur. Demek ki tefekkürümüzün makbul bir temele dayanması için duygularımızın da ilâhî menbâdan feyizlenerek terbiye edilmesi şarttır.

Diğer bir âyet-i kerîmede de şöyle buyrulur:

“Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklîf ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zâlim, çok câhildir.” (el-Ahzâb, 72)

İnsan, yüklenmiş olduğu ilâhî emânetin ağırlığını lâyıkıyla takdîr edememiş olduğundan, âyet-i kerîmede zalûm (çok zulmedici) ve cehûl (çok câhil) sıfatlarıyla zikredilmiştir. Bu, aynı zamanda emânetin ağırlığını tebârüz ettirerek insanları intibâha dâvet etmek içindir. “Zalûm” ve “cehûl” sıfatlarından kurtulabilmemiz, “amel-i sâlih” sâhibi olup zâhirî ve bâtınî ilmimizi tefekkürle irfâna dö...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tefekkürde israf
« Posted on: 19 Nisan 2024, 16:00:46 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tefekkürde israf rüya tabiri,Tefekkürde israf mekke canlı, Tefekkürde israf kabe canlı yayın, Tefekkürde israf Üç boyutlu kuran oku Tefekkürde israf kuran ı kerim, Tefekkürde israf peygamber kıssaları,Tefekkürde israf ilitam ders soruları, Tefekkürde israf önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes