๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 20 Kasım 2010, 19:52:14



Konu Başlığı: Tebliğ ve Mübelliğ
Gönderen: Zehibe üzerinde 20 Kasım 2010, 19:52:14
Tebliğ ve Mübelliğ


Prof. Dr. İrfan Gündüz


İnsanlık için gönderilen ilâhî nizamın onlara eksiksiz duyurulması ve ulaştırılması anlamındaki "Tebliğ"; İslâm'ın hayat veren prensiplerine halkı çağırmak demek olan "Da'vet"; yararlı olan doğruları insanlara göstermek ve benimsetmek manasındaki "İrşad"; gerçekte insan ile İslâm arasına giren engellerin kaldırılarak birbirleriyle buluşturulması, fertlerin İslâm'a ısındırılıp kazandırılması, müslüman olanların daha da mükemmel hale getirilerek sürükleyici kadroların yetiştirilmesi için yapılması gerekli bütün faaliyetleri içine alan terimlerdir.

Dünya ve ahireti büyük bir ahenk ve dengeli bir uyum içinde birleştiren İslâmiyet, bu dinamizmi ile kısa sürede dünyada medenî ve kültürel bir üstünlük kurmuş ve toplumu kendi değerlerine göre yeniden inşa edebilmiştir. Beşerî farklılıkların, hayat şartlarının ve toplum ihtiyaçlarının değişkenliğini dikkate alarak cemiyetin her türlü ihtiyacını, aileden devlete toplumun bütün müesseselerini, tebessümünden sükûtuna fertlerin bütün davranışlarını düzenlemiş, böylece din, hayatı ardından takip ederek değil, öncülük ederek yönlendirmiştir. Cemiyeti bütünüyle kucaklayan dinimiz, günümüzde hayatın gerisinde kalmaya terkedilmiş gibidir. Toplumun hemen her kesiminde kendini apaçık hissettiren dinî yöneliş, ilim ve bilgi ile yönlendirilmediği veya bununla görevli kimseler yetersiz kaldığı için din ile hayat arasındaki ahenk kopmuş, hayat bir kargaşaya dönüşmüştür. Sorularına doyurucu ve inandırıcı cevap arayanlar aradıklarını bulamaz olmuş, yarım yamalak verilen cevaplarsa sahibinin tereddütlerini gidereceği yerde daha da derinleştirmekten başka işe yaramamıştır. İbâdetin niçin yapılması gerektiğini soranlara, nasıl yapılması lâzım geldiği anlatılmış böylece yapılan îzahlar, dine ilgi duyanları cezbedeceği yerde itici olmaktan öte gidememiştir.

İslâm'ın insan düşüncesine şekil verdiği ve toplum hayatına önderlik ettiği devirleri tekrar yakalamanın ilk ve en önemli şartı, dînî hayatı yeterli bilgi ile yönlendirecek, da'vet, irşad ya da tebliğe memur kaliteli ve kalifiye eleman yetiştirecek, hiyerarşik bir silsile içinde güçlü bir organizasyonla toplumun her kesimine ulaşan ihtisas gruplarıyla irşada yönelmektir.

Kendini yalnızca et, kemik ve kandan ibaret sanan ve bu yüzden de sadece etine ve kemiğine hizmet etmek bahtsızlığına düşmüş insanlardan oluşan, iktisâdî krizler, siyâsî, askerî, fikrî ve içtimâî buhranlarla temelleri sarsılan bir cemiyeti ele alıp ondan taze, sağlam ve yepyeni bir terkip meydana getirmek, bütün ümit ve dayanağı kaybolmuş toplulukları eski ruh sağlığı ve saffetine kavuşturmak hemen herkesin başarabileceği sıradan bir iş değildir. Değişik fetvaların ve farklı düşüncelerin alıp yürüdüğü toplumumuzda, ehliyetsiz ve icazetsizlerin yerine izinli ve uzman olanları görevlendirecek, ihtiyaç duyulan yerde ve sahada görev yapacak elemanları yetiştirecek bir teşkîlat dokusu ile ancak bu çok önemli görev başarılabilir.

Her devirde olduğu gibi bugün de dünyanın ızdırabı, toplumu yönlendiren ve onun fikrî hayatını şekillendiren kahraman eksikliğindendir. Toplumlar hatta fertler şuurlarıyla olmasa dahi şuuraltlarıyla kendilerini benzetmek istedikleri, fikir ve nasîhatlarına gönül verecekleri düşünce kahramanlarını ararlar. Bulamazlarsa sahtesine tutunur, onun ardından gider, ona benzemeye çalışarak bir nevi telâfî metoduyla kişiliklerini şekillendirmeye çalışırlar. Hayatlarından kahramanı, âlimi, fâzılı ve fedâîsi kaybolmuş kütleler, ne kadar dünyevî bir varlık ve dirlik içinde olsalar bile bir fikir kaosundan, ruh ve maneviyat sefaletinden ve kararsızlık çıkmazından kendilerini kurtaramazlar. Cemiyetin mihveri durumundaki kâmil mürşidler bu yönüyle toplumun saâdet ve selâmeti olmuş, minyatür birer model olarak fertlerin tavır ve davranışlarını müsbet yönde etkilemiştir. Onlara duyulan ihtiyaç ve iştiyak yalnız eski devirlerin tarihî ve ananevî bir alışkanlığı değil, insan tabiatının geçmişte olduğu gibi bugün de yarın da fıtrî bir vâkıası ve ihtiyacıdır.

En ilkel dinlerin ve en sapık ve sahte ideolojilerin bile bir hikmet örgüsü halinde işlenip ambalajlanarak sunulduğu ve pek çok gencimizi ağına aldığı günümüzde, derin hikmetler ve üstün hakîkatlar yumağı olan dinimizin de kaba, basit ve sığ ölçüler içinde değil özelliğine güzelliğine ve gücüne yaraşır bir şekilde anlaşılması, yaşanılması ve anlatılıp aktarılması halinde onu sevmeyecek ve benimsemeyecek bir insanın varolacağı düşünülemez. Toplumdaki irşad faaliyetlerini tepeden tırnağa planlayan bu organizasyon piramidinin yanında; her önüne gelenin değil, bilgisi, dirâyeti, sevimliliği ve güvenilirliği ile temsil ehliyeti kazanmış, sözü ve özüyle çevresinde bir câzibe ve gıpta odağı haline gelmiş kişilerden oluşan bir irşad ağı kurulmalıdır. Yanlış, yersiz ve basmakalıp fikirlerini İslâm'a mal ederek söyleyenleri susturacak, hiç olmazsa hesaba çekecek bir otorite ile dînî sahadaki irşad ve fetva anarşisi giderilmeli, kimsenin yanlış değerlendirme ve fetvaları yanına kâr kalmamalıdır. Kimlerin nerede, hangi grup ve mesleğe hizmet götüreceği, mesleği, kabiliyeti, meşrebi ve ilmî seviyesi dikkate alınarak bu organizasyon tarafından belirlenmeli, tebliğ kıvamına geldiğine inanılan mâhir kimseler istihdâm esaslarına göre görevlendirilmelidir.

Tebliğ ve irşad hizmetlerinde görev alacak ya da eğitim müesseselerinde yetiştirilerek topluma salıverilecek kişilerde aranılan özelliklere gelince:

1. Yakîn bir iman ve sonsuz bir kendine güven:
Her mü'min ve her insan için zarurî olan iman, tebliğci ve irşadçıda her şeyden daha önemlidir. Mürşidlerin, söylediklerinin doğruluğuna önce kendilerinin tereddütsüz ve bilerek inanmaları gerekir ki başkalarını ikna edip inandırabilsin. Kendi kendisini ikna edememiş ve iç dünyasındaki tereddütleri giderememiş kimselerin inandırıcı ve sürükleyici olmaları düşünülemez. Böyle bir bilgi ve imanın sahibine kazandıracağı güven duygusu ve bunun ardından gelen medenî cesareti de bu arada belirtmek gerekir. Kendisine güvensizliği bulunan birinin, başkalarından güven istemesi ve beklemesi kadar abes bir düşünce yoktur. Bu güvensizliğin en belirgin özelliği, sahibinde görülen yetersizlik ve aşağılık duygusudur. Bunlar çekingen ve ürkek kimselerin görüntüsüdür. Kendi mesajının güçlülüğüne inanan ve bu îmanını geniş ve ihatalı bir ilimle besleyen kimselerde, herkese ve her kesime İslâm adına bir şeyler söyleyebilme cesaretinin gelişeceği tabiidir. Aksi halde yetersiz kişilikleriyle İslâm'ı temsil ettiğine inananların başkalarıyla göz göze gelmekten ve diyalog kurmaktan kaçınacağı açıktır. Bugün pek çok sözde dindarın kendilerinin söylediğini yine kendilerinin dinlemeleri ve etraflarına hatta en yakınlarına bile açılamamalarının altında böyle bir kompleks ve cehâletin yattığı ileri sürülebilir. Bilgisizliklerini sahte ve aldatıcı bir gururla saklayarak kimseye tenezzül etmeyen, çevresinden kaçarak âlim zannedileceğini sanan bir grubun, ilgi alanları dışındaki kabiliyetleriyle toplumda temâyüz etmeye çalışarak kifâyetsizliklerini saklama gayretlerinin de bundan ileri geldiğini söylemek mümkündür. Bugün ulaşılması ve duyurulması gereken pek çok gruba İslâm'ın götürülemeyişi, ya onlara gönderilecek ehliyetli eleman bulunmasının güçlüğünden ya da mevcut elemanların bu çevrelerle diyaloğa girmekten kaçınmasından kaynaklanmaktadır.

2.Kuşatıcı İlim:
Çevresindekileri hak ve hakîkate, doğru ve güzel olana çağırmakla yükümlü olan tebliğciler, her şeyden önce çok okumak, çok öğrenmek ve bilgili olmak zorundadır. Karşılaştırmalı bir diyalektikle bütün karşı fikir ve iddiaları çok rahat çürütebilecek ve bunları yaşanan realite ve vâkıalarla görmeyenlere gösterebilecek, hemen her mes'eleyi nedenleri ve niçinleriyle çözebilecek ihâtalı bir bilgi tebliğci için şarttır. İlim, sistemli ve kanunlara dayalı bilgi demektir. Bir değerlendirme gücü ve sentez yeteneğidir. Kâinat olaylarını belli kanunlara ircâ ederek canlı ve cansızlarıyla dünyayı, hatta dünya hayatı ile ahiret hayatını bir bütün olarak görebilmektir. Edindiğimiz bilgiler hazmedilip düşüncemizde bir dünya görüşü olarak zuhur etmedikçe o bize maledilmiş sayılmamalıdır. Bilmediğimiz her şey bize göre yok sayılır. Bayılan ve uyuyan bir insan zamanının ve hayatının farkında olmadığı gibi bilmeyen de ömrünü bilerek değerlendirmediği için yaşıyor sayılmaz. Hayatın şuurlu olması her halde bu olsa gerektir. Öyle ise mürşid, her şeyi, her hâdiseyi dosdoğru bilen ve kavrayan, aktüaliteyi yakından takip ederek müslümanca tavırlar sergileyen, hatta hayatın gündemine hâkim olan, etrafındaki insanların zihinlerini doğruya gücünün sâhibi olmalıdır.

3. Sâlih amel ve güzel davranış:
Tebliğcilerin söyledikleri ve topluma doğru olarak takdîm ettikleri konuları önce bizzat kendilerinin en güzel şekliyle yaşamaları hem tabiî bir görev hem de zarûrî bir ihtiyaçtır. Yaşamadıklarını söyleyenlerin inandırıcı ve sürükleyici olması düşünülemez. "İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlar." Sözü bu bakımdan ne kadar doğru ve düşündürücüdür. Hele kendi yanlışlarını cemiyete doğruymuş gibi takdîm eden böylelerinin, sakat fikirlerine taraftar bulmaları ve kendi düşüncelerine meşruiyet kazandırma çabaları daha da tehlikelidir. İrşadçının amelî hayatı, hikmet, iman, sevgi ve heyecan gibi dinamik unsurlardan uzak, tortu bir takım kuru şekillerden ibâret, sun'î ve yapmacık değil aksine her görenin vurulacağı, gayr-ı ihtiyarî saygı duyacağı imrenilir bir güzellik ve zerâfette olmalıdır. Değilse taşları eriten ve dağları yürüten iman heyecanı sahibinin cılız vicdanını bile titretmekten âciz kalır. Ruhu aşk ve imanla, aklı ilim ve irfanla kuvvet kazanmış bir insan için dininin öz emir ve kâideleri sırtına yükletilmiş, mecburen taşınılacak bir yük ve ağırlık değil, her defasında ayrı bir zevk ve heyecan duyacağı tatlı bir vuslata dönüşür.

4 .Sevimli ve güvenilir bir kişilik:
Kişilik, ferdin başka kişiler ya da gruplarla münâsebeti esnâsında beliren özelliği diye tarif edilir. Buna göre irşadla görevlendirilen kimse, her haliyle başkaları üzerinde bıraktığı intibaa önem vermeli ve onları olumlu yönde etkileyen özelliklerini güçlendirmelidir. Dış ve iç pek çok hasletin neticesi olan böyle çekici bir kişilik, hemen her yerde sâhibine sempati kazandırır. Hiçbir şey bir tebliğcinin kişiliğinde, başkalarının duygu dünyasına girmek ve onları müsbet yönde etkilemek demek olan sempatiden daha önemli değildir. Fizikî görünümü, tavır ve davranışları, fikir yapısı ve zihniyeti ile karşısındakilerde sempati uyandıran kimse muhataplarının gönül kapılarını aralamış, muhtemel direnişleri peşinen kırmış demektir. Kendilerini sevdirmeyen, itici ve ürkütücü kişilerin fikir ve ideolojilerini sevdirmesi ve benimsetmesi mümkün değildir. Ancak böyle bir sevgi çemberi içinde yapılacak irşad ve tebliğler kalıcı, neticeler ise semereli ve sevindirici olur.

5. Zamanlama:
Bu dört özelliğin ardından gelen zamanlama; kime, hangi konunun, ne ölçüde, ne zaman ve ne kadar süreyle ve verimli olarak verilmesi gerektiğini kestirme gücüdür. Karşımızdaki insanların zihin dünyasında taze ve sıcak olarak duran ve bizimle onun arasında kısa zamanda kurulacak hazır bir köprü oluşturan aktüaliteyi takip etmenin yanında, muhatabımız olan fert ya da cemiyetin dinleme kıvamında olup olmadığının gözlenmesi, mesajı tam gerekli olduğu anda "taşı gediğine kor"casına isâbetli şekilde yapabilmek demektir. İrşadın zamana, zemîne ve karşımızdakilerin durumlarına göre değişebilecek, İslâm'ın hoşgörü prensibi içinde benimsenebilecek bir biçimde yenilenebilmesidir. Aynı delil aynı kişiye bıkkınlık verecek derecede sürekli tekrarlanmamalı, sayısız deliller bulunsa bile bunlar yersiz, zamansız, yavan ve kuru bir üslup ile sunulmamalıdır. Kişilerin imkân nispetinde "eşref saatleri" kollanmalı, mesajın kazandırıcı, kalıcı ve sürekli olmasına özen gösterilmelidir. Ancak bu beş özelliğin hepsine birden aynı anda sahip olanlar "Hakk'ın Tavsiyesi"ne yetkili kılınmalı, birinden mahrum olanların tebliğciyim diye meydana çıkmasına imkân ve fırsat verilmemelidir. Asr Sûresi'nde hüsrandan kurtuluşu gösteren sıralama titizlikle uygulanmalıdır.

6. Sabırlı, metânetli, gayretli ve ümitli olmak:
Hidâyetin Hâdî olan Cenâb-ı Hakk'tan geldiği gerçeğini dikkatten uzak tutmadan bir mürşid, tek bir kişi için bile olsa gayretini büyük bir titizlik ve incelikle sürdürmeli, suyun mermeri yediği ve çeliği erittiği gibi damla damla ama sabırla sürdürülen tebliğin beyinlerdeki karşı fikirleri çürüteceği unutulmamalıdır. Bir an, bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl belki de bir ömür aynı şahsa yaklaşım ve diyalog sürdürülmeli, irşada elverişli anları takip edilmeli, tebliğ ve ikna girişiminden asla vazgeçilmemeli, hele hele hiç mi hiç dışlanmamalıdır. İtmek kolayı tercih etmek, çekmekse zora talip olmak demektir. Bizim küfrü dışında hiç kimseyi itmeye ve dışlamaya hakkımız yoktur.


Konu Başlığı: Ynt: Tebliğ ve Mübelliğ
Gönderen: Pelinay üzerinde 27 Haziran 2016, 18:58:49
Teblig vorevini yapmaya azmetmis kisilerde bulunmasi gereken ozelliklerin de kisaca üzerinden gecmis olduk.allah razi olsun.
Rabbim bu vasıflara bizleri de layik eylesin insallah


Konu Başlığı: Ynt: Tebliğ ve Mübelliğ
Gönderen: Mehmed. üzerinde 27 Haziran 2016, 21:49:54
Esselamü aleyküm ve rahmetüllah. Tebliğ görevi başlı başına çok zor bir görevdir. Kaldı ki bu zamanda biraz daha zor sanırım . Çünkü tebliğ etmeye niyetli dahi kendine bu tebliği yapmış olmuyor. (İstisnalar Başka) Rabbim paylaşım için razı olsun.