๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 16 Kasım 2010, 16:08:43



Konu Başlığı: Tarih üzerine notlar
Gönderen: Sümeyye üzerinde 16 Kasım 2010, 16:08:43
Tarih Üzerine Notlar


İçinde bulunduğumuz süreci doğru anlamlandırmak için doğru bir tarih anlayışına sahip olmakla birlikte son dönem yaşadığımız süreci de doğru okumaya tabi tutmalıyız. Müslümanlar arasındaki ihtilafların kahir ekseriyeti aslında farklı tarih okumalarından kaynaklı olduğunu tespit etmek zor olmasa gerek. Günlük hayatımızı da bir şekilde belirleyen bu tarih bakış açısı konusunda yeterli bir düşünüş gerçekleştirildiğinin emareleri de ortada gözükmemektedir. Beklentilerimizi, hayallerimizi, arzularımızı biçimlendiren bu tarih yaklaşımımızı yeniden değerlendirip sağlıklı bir tarih okuması gerçekleştirmek, üzerimizde duran bir vecibe olarak kendini hissettirmektedir.

Tarih okumalarında bizi en çok etkileyen unsurun batı tarih okumaları olduğu gözden kaçmamaktadır. Batıdan esinlenerek gerçekleştirilecek okuma biçimlerinin bizi belki farklı bir okuma ile buluşturma imkanı olmakla birlikte zihni yapımızı bulandırmaktan başka bir işlevi olmamaktadır.(Görüntü bunu onaylamaktadır.) İslam düşüncesi bağlamında batı tarih okumalarının bariz etkisi Çağdaş İslam düşüncesi içinde Modernist okumalara kaynaklık ettiği aşikardır. Rasyonalitenin baskın bir anlayış olarak kendisini dayatmasına karşılık Geleneksel akımın tarihi kutsallaştırma ile cevap üretmesi sağlıklı bir zemini ortadan kaldırmaktadır. Arada kalan farklı gurupların da kendilerini bu batı angajmanından kurtardıkları söylenemez.

Tarih anlayışında doğru bir metod ortaya koyabilmenin imkanı; Kur’an-ı Kerim’in tarihi kıssaları ve bize tarihi nasıl değerlendirmemiz gerektiğini ifade eden ayetleri sağlıklı bir okumaya tabi tutarak elde edebiliriz. Sonuçta Kur’an bize bir tarih bakış açısı sunmaktadır. Musa AS. Kıssasında, Ashabı Kehf kıssasında, İsa AS. Kıssasında vb. bir çok kıssa aslında bize nasıl bir tarih okuması gerçekleştirmemiz gerektiğini ifade ediyor. Kur’ani bir deyimle ‘kalpleriyle fıkhedenler’ bu mesajı almaya hak kazanacaklardır.

Bugüne kadar elde ettiğimiz düşünsel birikimin yeniden bir sağlamasının yapılmasının vakti geldi ve geçmektedir. Hiçbir düşünsel gurup kendi yanındaki düşüncesinin yeterli bir çaba ve gayretin veya yeterli bir bilgilenme sonucu elde edildiğini ifade etme kudretine haiz değildir. Ben hakikatim diye ortaya çıkan veya çıkacak olanların hem kendilerini ve hem de Müslümanları kandırdığının farkına varması gerekmektedir. O yüzden Müslümanların tez elden eldeki birikimi yeniden elden geçirerek hakikat ile buluşma imkanı elde etmeleri elzemdir. Çıkış noktası burada bulunmaktadır. Bu bir sorumluluk olarak düşünen insanların omuzlarında durmaktadır.

Farklı tarih okumalarının bizi nasıl etkilediğini ifadelendirmek babında şu iki yaklaşıma dikkat çekmek gerekmektedir. Birincisi; tarih okumalarını kutsallaştıranlardır. Tarihi kutsayarak tarihte meydana gelen bireysel, sosyal, toplumsal, siyasal ve ekonomik anlayışları aynı form içerisinde bugün yaşama çabasına girişmek olarak değerlendirebiliriz. Biliyoruz ki, tarihte yaşanan bir olgunun aynı form içinde muhafaza edilerek, aynı ruhu bugüne taşımak mümkün olmamaktadır. Bunu zorlama bir kabul ile yaşamaya kalktığınızda günün gerçekliğinden uzak düşmeye başlarsınız. Yeme, içme, giyinme vs. gibi aynı formu taşıma imkanı olsa bile aynı ruhu, aynı değeri ve aynı ahlaki çerçeveyi o olguya dayanarak bugünde yaşamak mümkün değildir. Bir olguyu oluşturan değerlerin hepsi tarih aşımına bağlı olarak kendini değişime terk eder. Ama o olguyu meydana getiren ruh doğru bir anlam katmanı ile bugün yeniden bir anlama kavuşur bunu göz ardı etmenin mümkünatı yoktur. Tarihi kutsayarak yeniden o günü bugünde yaşama kaygısından kaynaklı bir değer aşımının bizi taşıyacağı nokta; kendimiz gibi düşünmeyenleri ötekileştirerek bizim kardeşimiz olanları düşman ilan etme hakkını kullanmış oluruz. Bu durum da bizi kardeşlik ekseninden uzaklaştırdığı gibi sırf bizim gibi düşünmeyenleri dışlayarak gücümüzü eksiltmiş oluruz. Her parçalanma biraz daha dayanma gücümüzü, direniş ruhumuzu zayıflatmaktadır. Tarih kutsanmasının terör faaliyetleri ile bağını görmemek mümkün mü? Bu yaklaşımın Müslüman olma meşruiyeti üzerindeki zafiyeti de takdir etmenin lüzumunu aklı başında olanlara bırakıyoruz.

Tarihi kutsamanın alternatifi görüntüsü verebilme uğruna; tarihi yok sayma, yaşanmamış kabul etme, herhangi bir ilişkinin olası olmadığını kabullenme vs. gibi tarihi tamamen devre dışı tutarak yaşanan anın gücüne atıf yapmak. Bütün o yaşanmışlıkların hiçbir tecrübeye dönüşmesine imkan tanımayan yaklaşım. Tarihte yaşanan tarihte kalmıştır vecizesine sığınarak tarihi olguları kendi anlam dünyalarının dışında tasavvur edenlerde Müslüman’ca bir yaklaşım geliştirmelerinden çok tarihi bir yük olarak değerlendirip ilerlemeci tarih anlayışının etkisi ile dün dünde kalmıştır, biz bugüne bakalım ve bugün, günün koşulları ile kendimizi sınırlayalım ki ilerleyelim. İlerleme ancak bugünü hesaba katarak gerçekleştirilir anlayışını öne alırlar. Bu yaklaşımın kendi handikapları üzerinde durmak vacibtir. Birinci handikap; geçmişte yaşanan şey bir ruha sahiptir. Bu ruhu kavramadan o ruhun taşıdığı inancı taşımanın imkanı yoktur. Dolayısıyla formu reddederek aslında ruhu da bilerek veya bilmeyerek devre dışı bırakmış oluyorlar. Zaten gözlendiği üzere ruhundan boşandırılmış bir davranış herhangi bir şeye yaramıyor. Müslümanlığın ruhunu öldürdükten sonra geriye bir şey kalmaz zaten. Form ile birlikte ruhta kayboluyor. Bu durumu savunan insanlara baktığımızda göreceğimiz odur ki, rasyonel mantık kuşatıcı bir rol oynayarak kutsal ile ilişkisi olan her şey terk ediliyor. Veya reddediliyor. Buda dini anlayışı bir başka açıdan sığlaştırıyor. Kutsallıktan arınmış profan bir anlama kaymış dini anlamın bir değeri kalmıyor. Sadece nesneye dönüştürülerek kendi ekonomik ve siyasal anlayışlarının payandası konumunu muhafaza çabalarına bağımlı bir işlevselliğe dönüşüyor.

Bu iki tutumun da ümmetin hayrına olmadığı gün gibi aşikar hale gelmiştir. Bu tecrübe üzerine yeni bir değerlendirme yaparken bu durumun asla dikkatten kaçmaması gerekir. Burada kısaca şunu ifade etmek elzem hale gelmektedir. Batı tarih okumalarının tesirindeki İslami camianın öncelikle batı düşüncesinin ve yaşam tarzının geldiği seviyeyi dikkate alarak onların tarih okumalarını değerlendirmelidirler. Batı kendi tarih serüveni açısından yüzyıl geriye gittiğinizde bile şu anki batıyı bulamazsınız. Dini düşüncenin kaynaklık ettiği yaşam tarzı bağlamında, bu onların doğru bir yaşam tarzına sahiplerdi anlamına gelmez. Ama bugün içinde bulundukları yaşam tarzının da doğru olduğu anlamına gelmiyor. Dünyanın içinde bulunduğu sorunların kaynağında bugünkü batının geldiği yaşam tarzının ve bu yaşam tarzının meydana getirdiği düşüncenin oluşturduğunu nasıl inkar edebiliriz. Müslüman dünyasının içinde bulunduğu bu zor koşulların batı anlayışının bir eseri olduğunu görmemek için köle ruhlu olmak zorunluluğu vardır.

Tarih okumalarında ki yanlışlıklarımız sadece bunlardan ibaret değildir elbette; son dönem tarih okumalarının ekseninde siyasal bir okumanın eşlik ettiğini hafızalardan öyle çabuk silemeyiz. Her durumu/duruşu, ilgiyi, ilintiyi siyasi bir okumaya tabi tutarak, zenginliğin bir simgesi durumunda olan dini düşüncenin sığlaşması için az çaba sarf etmedik. Siyasi okumaların özellikle dini literatürü okumalarımızda da bize eşlik etmesi, bireysel bağlamda bir ahlaki yapıyı inşa çalışmalarına en büyük darbeyi vurmuştur ve vurmaktadır. Bunun hesabını yapmadan bir tarih okuması çalışmasına girişmenin sakıncalarını hafife alma olarak isimlendirilir. Şu gündeme taşınabilir. Türkiye de dini düşüncenin gelişiminin kök kaynaklarına baktığımızda siyasi düşünüş ve duruşu belirleyebiliriz. Durumun bu minvalde olması bile bizi, insanın sadece siyasi bir boyutunu hesaba katarak dini düşünceyi sığ bir hale sokmanın vebalini üstlenmemizi sağlamaz. Bir insan olarak elbette siyasi bir varlık olmanın imkanı olarak yaşam tarzımızı belirleyebiliriz. Ancak burada bahse konu olan şey; politik bir duruşu ifade etmektedir. Dolayısı ile insanı kendi bütünlüğünden ayrıştırarak parçalama ameliyesine davetiye çıkarmaktadır. Bu politik okumaların insanı geliştirme yerine zaafa uğratan bir özelliği taşıdığı düşünüşün doğasından kaynaklanmaktadır.

Tarih okumalarında insanın bütünlüğünü hesaba katmayan yaklaşımların insanı yeniden inşa faaliyetlerinde eksik bir anlayışın gelişmesindeki katkısını izaha gerek yok sanırım. Ancak insan kendi bütünlüğü içerisinde tarih okumalarının konusu olduğunda bir açılım sağlama imkanı oluşturacaktır. Bu da çok yönlü tarih okumalarının kapısını açacaktır. Bu hayra dalalet eden bir yaklaşım olur. Bu bakış bizi tarihin tuzaklarına karşı muhafaza ederken günün zaaflarına karşıda bir korunak inşa etmeye imkan tanır. Tarihi algılarken, okurken, değerlendirirken bu noktanın göz ardı edilmemesi Müslüman algının yararına olacaktır.

Tarihi fütürist bir okumaya tabi tutarak, bugünü geleceğin baskısı ile şekillendirmek, mevcut dinlerin popüler boyutunda gelecekle ilgili bildirildiği varsayılan, Armegeddon savaşı, Mesih inancı, Mehdi inancı vs farklı kavramlarla bir çok kültürde kendisine yer bulan bu anlayışların içinde bulundukları toplum tasavvurları konusunda yaşadıkları handikapları bu gün çok derinden yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz bu felaket çağının bu noktaya tırmanması belki de bu inancı en üst seviyede kabul eden ve hayatını buna göre dizayn eden evanjelikler bunun tipik örnekleridir. Bu yaklaşımın İslam toplumunda ki izdüşümü de – nasıl olsa mehdi gelmeden bir şey yapmanın mümkünü yoktur, o zaman bizde beklemek zorundayız- sorumluluklarından kaynaklı, Müslüman olmanın getirdiği inançtan kaynaklı sınav şuurunu bile geride bırakarak atıl bir durum meydana getirmektedir. Bu durum en azından genel Müslüman halk açısından böyledir. Bu yaklaşımın şia öğretisinde ki yeri konusunda merhum Ali Şeriati’nin yorumlarına bakmak bize bir fikir verebilir. Eğer gelecek konusunda bir endişemiz varsa onu bu gün atacağımız adımlar vesilesi ile inşa etme imkanını unutmadan bugün üzerimize düşen sorumluluklarımızı yerine getirerek geleceğimizi belirleme uğraşısının an’ın gereğinin yerine getirilmesine bağlı olduğunu unutmamalıyız.

Doğru bir tarih yorumunu algılama imkanı yok mudur? Burada nelere dikkat edilmelidir?

Tarihin insanlığın hafızası olduğunu hesaba katarak düşünmeyi sürdürmeliyiz. Hafızasız bir toplumun nelerle karşılaşacağını kestirmek zor olmasa gerek, hafızamızı yeniden ve her dem taze tutmanın yolu tarihle doğru bir bağ kurmaya bağlıdır. Toplumun hafızası demek; yapılan doğruların devamı ve yapılan yanlışların derse ve öğüte dönüşerek toplumu tekrar aynı hatalara düşürmemesi demektir. Hafıza; aynı zamanda yapılanların unutulmaması demek olacağından her birey yaptığının karşılığı olarak kendilerine zulmedilmeden değerini bulacaktır. Toplumun hafızası aynı zamanda toplumun değer yargılarının sağlamasını da yapacaktır. Böylece tarihin bize değerlerimizin taşınmasındaki rolünü hatırlatmış olur. Çünkü bir toplumu toplum yapan veya bir bireyi birey yapan şey; değerdir. Değerin ne’liği konusunda da tarihten başka yardımcımız yoktur. Değeri bütün boyutluluğu içerisinde tarih bize taşımaktadır. İnsanın veya toplumun değer ile ilgisini/ilişkisini kavrayarak tarihin bizim için ne kadar önemli olduğunu belirtmek yerinde olacaktır.

Birey bir yürüyüş ile tarihe katılmaktadır. Toplumlarda kendi yürüyüşleri ile tarihe katılmaktadırlar. Bu yürüyüş aynı zamanda da tarihin oluşumunu sağlamaktadır. Demek ki, yürüyüşümüz bir taraftan tarihe katılmamızı sağlarken aynı zamanda tarih yapımına da katkı sağlamaktadır. Her ümmetin kendi tarihinden sorumlu tutulmaları da bilindiğine göre, o zaman geçmiş tarih ile ilgimiz ve ilişkimiz nasıl olmalıdır? Batı tarih anlayışı ile Müslüman tarih anlayışı burada ayrılmaktadır. Batı tarih anlayışında toplumlar kendi tarihlerini oluşturduklarından dolayı tarih okumalarında bu durumun gözlenerek yorum yapılması gerekmektedir. Tarih o zaman tarihte kalmalıdır. Sadece hangi toplumun, tarih yapımında nasıl bir şey ortaya koyduğunu belirlemek; yani medeniyet ve kültür bağlamında yada estetik ve müzik bağlamında yada teknoloji ve ekonomi bağlamında neler ortaya koyduklarını açıklar. Bunlar sadece tarihsel bir miras olarak değerlendirilmelidir. Ama İslam düşüncesi bağlamında bunu böyle değerlendirmek mümkün görünmemektedir. Tarihin oluşumunda vahyin belirgin bir rol oynadığını belirtmeden geçmek olmaz. Değer eğer bireyi ve toplumu ve onların kişiliklerini, kimliklerini belirliyorsa, tarihin oluşumunda bunlar etken unsurlar ise; tarihi sadece yapıp etmelerin ötesinde vahiy düşüncesinin nasıl bir örneklik ortaya koyduğunu da hesaba katarak değerlendirme yapılmalıdır. O zaman tarih sadece bir aktarım aracı değil, bir değerin bireyi ve toplumu nasıl şekillendirdiğinin anlaşılması bağlamında da elzem hale gelir. Şöyle bir ayrım meseleyi biraz daha anlaşılır kılar; tarihte bireyin şahsiyetinin oluşumunda etken olan şey ile bu etkenin oluşturduğu şahsiyetin fiillerini(insani yorumun devreye girdiği boyutu) birbirinden ayrıştırmak gerekmektedir. Tarihi, bütün yapıp etmelerin kaydı ve aktarımı olarak zihinlere yerleştiğinden dolayı bu sıkıntılar yaşanmaktadır. O yüzden bu ayrıştırma aynı zamanda bize neyi alıp neyi bırakacağımızı belirtmesi açısından da önem kazanmaktadır.

Siyasetin tarih üzerindeki baskısını hesaba katmadan doğru bir tarih okuması gerçekleştirmek zor olsa gerek. Tarih ve siyaset ilişkisi tarih boyunca vardır ve bundan sonra da olacaktır. Siyasetin tarihin oluşumunda bu kadar belirleyici rolü vardır. Tarih okumalarında bu siyasetin belirleyiciliğini hesaba katmadan bir okuma gerçekleştirmek bizi gerçeğe ulaştırmaz. Bugünü yaşayan bizler zaten siyasetin tarih yapımında nasıl bir işlev gördüğünü sadece gözlerimizi ve kulaklarımızı biraz açarsak müşahede edebileceğiz. Bunun geçmişte de böyle olduğu bir çok çalışma ortaya koymuştur. İslam tarihinde ki okumalara örnek olarak Ankara Okulu yay.da Çıkan ‘İdeolojik tarih okumaları’ kitabına bir göz atmak yeterlidir. Şu an Amerika önderliğindeki veya Bush önderliğindeki siyasi hareketin tarihi oluşturmada yaptığı katkıyı elli yıl sonraya gerek kalmadan bugünden fark edebiliriz. Bu da bize gerçek anlamda siyasetin tarih okumalarında ki katkısını hesaba katmamızı dayatmaktadır.

Sünnetüllah’ın tarihin oluşumunda ki yeri de belirginlik kazanmalıdır. Tarihin sürekliliğinde Sünnetüllah’ın yeri ve bizatihi oluşumunda ki katkısı için Kur’an-ı Kerimde ki kıssalara bir atfı nazar eylemek yeter. Tarihi; zorbalara gönderilen azab, Peygamberlerin tebliğ faaliyetleri ve onlara gönderilen Kitap ve Suhuflar tarihin oluşumunda yeteri kadar bir katkı sağladıklarının delili olarak öne çıkmaktadırlar. Doğal afetler diye görülen deprem, sel, tabii afetler vs. tarihin oluşumunda ki yeri tartışılmaz. Tarih bunlar olmadan okunmuyor. Sonuçta bunlara verilen tepkiler neticesinde tarih oluşuyor. Bütün bunlar bize tarih saf bir durum arz etmiyor, tam tersine katkılı, karışık, çok yapılı bir durum ifade ediyor. O zaman tarih okumalarında bir ayrıştırma gerçekleştirmeden sağlıklı bir okuma gerçekleşmez. Tarihi analize tabi tutarak, katkı sağlayan unsurları doğru tespit ederek olumlu sonucu yakalayabiliriz.

Tarihin bir öznesi vardır ve tarih bu özne üzerinden bir okumaya tabi tutulmalıdır. Özneyi küçümseyerek veya yok sayarak bir tarih okuması veya bir tarih yapımı gerçekleşmez. Elbette ki, tarih; ortama katkı sağlayan bütün unsurların etkisine açık bir yapı arzetmekle birlikte belirgin ve belirleyen bir etken olarak özne önemlidir. Şartları kendi lehine çevirerek tarihi sürekli bir değişime uğratan özneler tarihte çokçadır. Peygamberler, büyük komutanlar, Krallar, Sultanlar, Kahramanlar vb. tarihin öznesi olarak öne çıkarlar. Büyük ve küçük ölçekte de olsa tarihin oluşumunda özne olma hakkı her bireyin özünde saklıdır, kimi bunu harekete geçirir, kimi de bunu saklı tutar. Ama her halükarda özne ve tarih ilişkisi önemini kaybetmeden sürdürmektedir tarih yapımını.

Tarihin oluşumunda içinde bulunduğumuz ‘an’ın ne kadar önemli olduğunu bilmek zorundayız. Özellikle tarihin geleceği konusunda bu ‘an’ çok önemlidir. Tepkilerin sıcaklığını muhafaza eden etkisi ve etkenliği biraz saklı bir durum ifade eden zamana tekabül eder bu ‘an’. Bireyin ve toplumun anlık tepkilerin derin bir düşünüş biçiminden kaynaklı olarak tarih sahnesine çıktığı zaman dilimidir. Toplum ve birey bu tepkilerini sağlıklı bir zihinsel duruş ile ifade etmeye başladıkları an olumlu bir tarih oluşumuna katkı sağlamış olurlar. Tarih temelde anlardan oluşan bir zamana tekabül eder. O yüzden birbirleri ile ilintileri kaçınılmazdır. Bireye ve özne olmaya aday olanlara, sadece bunun farkında olmaya çaba göstermeleri kalıyor.

An konusunun İslam düşüncesi bağlamında ne kadar önemli olduğunu ifade bağlamında şu yaklaşım yeter sanırım. Zaman mefhumu şöyle dile getirilir. Dün geçmiştir, yapılabilecek bir şey kalmamıştır. Gelecek meçhuldür, ne olacağı bizim tarafımızdan bilinmemektedir. Ama içinde bulunduğumuz An etki ve tepkide bulunacağımız zamana işaret eder, bizim sorumlu olduğumuz zaman kesiti de bu içinde bulunduğumuz An’a tekabül eder. Bu yaklaşımın An ile ilgimizin nasıl sağlıklı bir zemine oturmasının elzemliliğini ortaya çıkarmaktadır. Gelecek konusunda da An’ın yeri ve etkisi üzerinde düşünülmeye değer bir konu olarak ifadelendirilebilir. Bugün yaptığımız şeylerden hesaba çekileceksek, elimizle yaptıklarımızın sonucuna katlanmak zorunda isek, geleceğimizi nasıl bulmak istiyorsak bugünümüzü öyle geçirmeliyiz. Geleceğin şekillenmesinde An’ın işlevi kaçınılmazsa bu an ile ilgimizi/ilişkimizi derinleştirmek zorundayız. Bu bilinç düzeyinde kavrandığı zaman tavırlarımız kendiliğinden bu noktayı dikkate alacaktır. Bu imkan özgürlük ve sorumluluk çerçevesinde insana bahşedilmiş bir haktır. Bu hakkı yerine getirip getirmeme insana yani bireye ve topluma kalmıştır. Ancak bundan sonra başlarına gelen şeylere şikayetleşmeleri kendi hakları olmaktan çıkmaktadır. Önemle ve ısrarla bu An’a dikkat çekerek insanın düşünmesini sağlamanın imkanlarını bulmak zorundayız.

Tarihsel bir yürüyüş içerisindeyseniz, süreklilik ve değişimleri fark ederek yürüyüşü sürdürmelisiniz. Süreklilik ve değişim kafa karıştıran en önemli tarih unsurlarıdır. Değişim unsurlarını sürekli olduğunu kabul ederek yanlış zeminlerde gezinebilirsiniz veya süreklilik sağlayan bir şeyi değişim kategorisinde değerlendirip bir başka yanlışa sürüklenebilirsiniz. Bu durumun netleşmesi bağlamında düşünce ile aranızın sağlıklı bir zemine oturması gerekmektedir. Düşünce boyutunu doğru kavramadan bu iki kavram üzerine bir fikir edinmek kolay değildir. Düşünce üzerine yapılacak çalışmalar bizi neyin sürekli veya değişime açık olduğunu kavratacaktır. Bu ayrım olmadan da tarih okumaları hep eksik olacaktır. Süreklilik belli prensipler dahilinde anlaşılabilir.

Evrensel bir yapıya sahip olan bilgi, değer ve ahlaki tavır, zaman aşımının dışında kalan şeyler…
Bütün olguların ortak boyutlarını oluşturan, birbirleriyle ilgi/ilinti/ilişkinin sağlandığı vasat, zemin…
Doğruluğu üzerinde ittifak üzere bulunulan, bu ittifakın kesintiye uğramaması, süreklilik arzeden bir yapıyı muhafaza eden şey.
Olayların değişen boyutlarına rağmen değişime uğramayan ve özünü sürdürerek zamana direnen şey, olayların değişime rağmen sürekliliğini sağlayan direngenlikleri.
Değişimi belirginleştiren şey daha pratik kavranabilir. Lokalize olan, zamana, zemine ve ortama göre farklılıklar gösteren her şey değişime açık bir yapı ifade etmektedir.

Tarihi bu iki dinamik unsur ile birlikte kavramaya çalıştığımızda tarihten ders ve ibret almanın ölçülerini de ortaya koymuş oluruz. Tarihin oluşumunda ve günceli yaşarken de, süreklilik ve değişim boyutu bize ciddi açılımlar sağlayacaktır. Bu açılımın farkında olmadan tarih okuması ve inşası bizi çıkmaz sokaklara taşıyacaktır. O yüzden bu meselenin sağlıklı bir zeminde halledilip günü ve tarihi oluştururken veya tarihi okurken daha sağlıklı bir yorum ve inşa kabiliyeti elde edebiliriz. Süreklilik ve değişim aynı zamanda bizi dinamik bir yapıya taşıyacaktır. Bu dinamizm ise, daha gelişmeye açık ve olgunlaşmaya açık bir tasarıma ulaşmaya imkan tanıyacaktır. Dünü, bugünü ve yarını bu iki muhteşem kavram eşliğinde yorumlamanın keyfi bizi beklemektedir.

Burada temel sorun dondurulmuş bir tarih algısına sahip olmaktır. Tarihte her şey dondurulmuş olarak işlevsellikten kurtarılmıştır. Her şey dünde kalmıştır. Bizi ilgilendiren herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Tüm sorumluluklar, geçmiştekilerin boynundadır. Yeni bir başlangıç yapılmalıdır. Buda son dönemde gevelenen bir noktayı imlemektedir. Tarihi yok saymanın bu günü inşa ederken ortaya konan tarihi mirası yok saymanın, bize kadar gelen tecrübenin inkarını sağlamanın bir başka biçemi olarak kendini tezahür ettirir. Bunun sağlıklı bir duruş olmadığını belirtmenin inadı üzerine durmak zorunluluğunu hatırlatmak lazım. Sorun; tarihi inşa ederken hangi zemini muhafaza edeceği önemlidir. Buna cevapları hazırdır. Bu günün koşullarını hesaba katmalıyız derler. Bu günün koşullarını ne sağlamıştır sorusu askıda kalmaktadır. Tabi mesele yanlış bir zeminde aksettirilip tüm insanları kendi hegemonyalarına ram yapma. Bunu fark edemeyen insanların bu tuzağa gönüllü düşmeye can atmaları. Bunu da bir kenara not etmenin iyi bir davranış olacağını ve tarihin oluşumunda bize nefes aldıracağını anlayabiliriz. Bunu aşmanın kudretini elde etmek vacibtir. Bu nasıl olacaktır?

Bugün açısından baktığımızda tarihin donmuşluğu güncelliğini koruyor. Dünün yılmaz dava erleri, bugün miskin miskin oturmayı yeğlemektedirler. Özellikle ideolojik olarak dini yaşamak isteyenlerin büyük çoğunluğu bugün sanki dün hiçbir şey yaşanmamış gibi davranma cüretini gösteriyorlar. Onlara sorsanız niye böyle yapıyorsunuz, verecekleri cevap bellidir. Bu işler böyle yürümüyor, hata üstüne hata ediyoruz. Kimse samimi davranmıyor, öncü olması gerekenler bu hatayı yaparlarsa biz ne ederiz diye sürüp devam eden yakınmaları duyarsınız. Temelde her insan kendi sorumluluk alanı ile ilgili sorumluk sahibi değil midir? Onlar böyle davranıyor diye bizim sorumluluk alanımıza giren davranışları terk etme hakkımız var mıdır? Bu da aslında tarihi dondurmanın bir başka versiyonu olarak iş görmektedir. Kendi zaaflarımızı örtmek adına suçu başka zeminlerde arama girişimidir. Bir misyonla yükümlü olan insanların kendi sorumluluklarını gözardı ederek kendini kurtarabileceğini zannetmeleri doğru bir davranış değildir. Sorumluluk esas Allah’a dönüşte önümüze çıkacak bir sorundur. Hemen şimdi burada dava erlerinin sorumluluklarını bugün yüklenme zamanıdır.

Bireyin ve toplumun tarihi ile yüzleşme cesaretini bulması kaçınılmazdır. Tarihi ile yüzleşmeyen bir toplum ve birey, kendi geleceğini inşa ameliyesinde ciddi zaaflar taşır. Bu zaafları gidermenin yolu tarih ile yüzleşmenin imkanlarını oluşturmaktan geçer. Nedir tarih ile yüzleşmek? Şu an içinde bulunduğu durumun doğru bir sağlamasını yapmanın ön koşuludur. Tarihle yüzleşmek, toplumun aynada kendisi ile yüzleşmesi demektir. Kutsallığın yeniden değerlendirilmesi demek olan tarih ile yüzleşme aynı zamanda sekülerleşme konusunda da daha temel bir yaklaşımın geliştirilmesi demektir. Tarihi yeniden düşünmek, tarih üzerine yeniden bir değerlendirme yapmak, içinde bulunduğumuz an’da doğru ve yanlışlarımızın farkına varma imkanı olarak tarih ile yüzleşmeyi gerçekleştirmeliyiz. Toplumun kendi hatalarının farkına varması, bireyin kendine bir çeki düzen vermesi, tarihte olmuş olaylardan ders ve ibret alınabilmesi için tarih ile yüzleşmek elzem hale gelmektedir.

Bireyin kendi öznel tarihi ile yüzleşmesi de bu tarih ile yüzleşmenin bir alt birimi olarak değer kazanmalıdır. Öncelikle kendi öznel tarihi ile yüzleşme cesareti gösteremeyen tarih ile yüzleşmeyi gerçekleştiremez. Bu önemli bir durumu işaret eder. O zaman yapılması gereken şey insanın kendi tarihi ile yüzleşebilme kudretine haiz olması ve bunu doğru bir yaşam oluşturma girişimi olarak değerlendirmesidir. Bu önemine binaen öznel tarih ile bağını güçlü kılan, genel tarih içindeki yerini de güçlü kılacaktır. Doğru insanlar kendi öznel tarihini genel tarihin önemli bir yansıması ve belki de tarih olarak değere sahip kılınması konusunda ciddi bir duruşu öne çıkarırlar. Bunu sağlayanlar toplum ve tarih nezdinde kendi ağırlıklarını oluştururlar. Buna örnek olarak; Peygamberler, kahramanlar ve aşkın bir aşka sahip olanları düşünün; tarih birazda onların tarihi olarak bize anlatılmıyor mu? Kendi olan, kendi olmak isteyen, kendini hesaba katan her birey; öznel tarihi ile hesaplaşarak kendi tarihini yaşama gayretini göstermesi; kendi kurtuluşunu, diğer insanların kurtuluşunun bir basamağı olarak görmesi ve bu duruşu dikkate alarak kendine dönüş sağlaması önem kazanmaktadır.

Tarih üzerine yeniden düşünmenin bize kazandıracağı yeni bir dinamizm ile bireyin kendini yeniden diriltmesi, toplumun hangi badirelerden geçtiğini keşfederek toplumsal düzeyde yeni bir heyecan dalgasının oluşumunu sağlamak, top yekun bir arınmanın gerçekleşmesi ve tarihten tevarüs ettiğimiz günahları ve kendi günahlarımızı hemen şimdi terk ederek, arınmayı bir rahmete dönüştürerek kendimizi ve toplumumuzu yeniden İslami sorumluluklarımızı kuşanmanın bir imkanı olarak dizayn etmeliyiz. İlelebet bir kış uykusunun doğru bir davranış olmadığının farkındayız. Bunu kendimize itiraftan başlayarak baharın gelişini müjdelemeliyiz. İlahi rahmet ve imkanlar burada durmaktadır, bir el uzanımı yerde bizi beklemektedir. Sadece bir silkiniş ve yeniden başlama arzusu yeterli donanımı sağlayacaktır. Tarihin tanıklığı sonucu sorumlu tuttuğu bir birey ve toplum olma durumunu kabullenmeliyiz. Zihinsel bir duruşun ardından eylemsel bir duruşu sağlayarak bunu yaygınlaştırmak ve bilinçle sorumluluklarımızı kuşanmak vakti geldi geçmektedir. Duyuruya kulaklarını ve kalplerini açanlara hitaben…



Abdulaziz Tantik