> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Tanrılaşma tutkusu
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Tanrılaşma tutkusu  (Okunma Sayısı 1011 defa)
25 Kasım 2010, 15:11:18
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 25 Kasım 2010, 15:11:18 »



Tanrılaşma Tutkusu


Yol göstericilerimiz olan tümünü de selâmla andığımız Elçilere Yüce Allah’tan gelen ve onların da bizlere ulaştırdığı/aktardığı iletinin özü, dahası ilk vurgusu “Lailaheillallah” sözüdür. “Tanrı(lar) yok, ancak/sadece Allah (var)” anlamındaki öz-ileti…

İlk bakışta Yüce Yaratıcıyı tevhit, tebcil, tesbih, tekbir, takdis ve tenzih için söylenmiş/iletilmiş gibi görünse/görülse ve algılansa da, bu vurgu, öte yandan, Yüce Allah’ın pek çok yaratıktan üstün kıldığı “insan”ı tebcil edici, daha doğrusu belirleyici ve tanımlayıcı bir anlamı da taşır.

Konuyu biraz açmağa çalışalım:

İnsan, Yeryüzü halifesi; Yeryüzünde halife olsun diye yaratılan varlık… Halifeliğin gerektirdiği donanıma sahip kılınmış ve bu konumuna uygun bir yaşamı kurgulaması/gerçekleştirmesi için gereken her türlü imkânın saçıldığı Yeryüzü ortamına gönderilmiş; belli bir süre için oraya yerleştirilmiş.

Gökler, yerler ve bu ikisi arasında bulunanların tümü ona râm edilmiş, onun buyruğu altına konulmuş. Bir tarafta “insan” var, öbür yanda ise “gökler, yerler ve bu ikisi arasındakiler”… İnsan, boyunduruk altına alıcı, diğer şeyler ise boyunduruk altında kalıcı/bulunucu…

Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, gökler ve yer arasında bulunuyor, yaşıyor olmasına karşın insanın boyunduruk altındakiler cümlesinden olmaması. Halifelik sıfatıyla boyunduruk altına alma yetkisindeki insanın bu yetkisinin boyunduruk altındaki “diğerleri” için geçerli olduğu, ancak asla ve kat’a “insan” için söz konusu edilemeyeceği gerçeği… Halife halifedir ve halifenin boyunduruk altına girmesi/alınması yaratılış gerçeği ya da amacı ile bağdaşabilir değildir.

Bu yapı ve konumdaki insan, nasılsa ve elbette bir hikmet gereği, henüz Cennet hayatını yaşadığı dönemde iken, Atamız Âdem âleyhisselâmın kişiliğinde bir göz kamaşmasına uğramış, bunun sonucunda da ayağı yaratılış amacı çizgisinden kayıvermiştir. Cennet yaşamını kaybettirici ayak kayması…

Şeytanın vaat ettiği, önerdiği “sarsılmaz saltanat, melekleşme ve kalıcılık” hedefine ulaşmak için Yasaklanmış Ağaç’a el uzatış… Ve, sonraki gelişmeler.

Bu olayı üç ayrı açıdan bir kez daha gözden geçirmemiz gerekmektedir, konumuz gereği.

Birincisi şu: Yüce Allah, Atamız Âdem âleyhisselâma eşyanın isimlerini öğretmişken, yani kulluk ve halifelik gereği bilmesi gereken her türlü bilgi kendisine yüklenmişken, Şeytanın fısıltısındaki önerilere sanki yeni bir bilgi, kendisine verilmemiş bir bilgi olarak yaklaşmış olması. Kendisinden gizlenmiş, gizli bir bilgi gibi algılayarak… Bu “bilgi” işte Şeytanın fısıldaması sonucu Atamız Âdem âleyhisselâmın sanki içine doğuyor ve bu “bilgi” doğrultusunda Yasak Ağaç’a el uzatıyor. Burası, Yüce Allah’ın bilgilendirmesi dışında Şeytan fısıltılı ikinci bir bilginin insanın gündemine girdiği adım. Sarsılmaz saltanat, melekleşme ve kalıcılık amaçlı “bilgi”.  Şeytanın fısıldaması sonucu insanın içine doğan, bâtınında filizlenip, serpilen bir bilgi. Deyim yerinde ise, ikinci bir bilgi kaynağının gündeme gelişi…

İkinci nokta ise, bu bâtında yerleşen, daha teknik bir deyişle Bâtınî bilginin insanın önüne koyduğu üç hedef. İlk nokta bilginin kaynağı ve mahiyeti bağlamında iken, bu ikincisi bilginin hedefi, amacı: Sarsılmaz saltanat, melekleşme ve kalıcılık…

Yeryüzü halifesi insan, halifelik yetki ve görevlerinin ötesinde, başkaca amaçlara tutuklanmış bir yana sahiptir, artık… Başkaca taleplerin ardınca olacaktır.

Üçüncü nokta ise, Yasak Ağaç’a el uzatış sonrasındaki bir “mükâleme”, söyleşi:

“Ben kendime zulmettim…”

“Dememiş miydim, ‘Şeytan düşmanındır’ diye?,,,”

Bunun ardından verilen kelimelerle “tövbe” ediş. Şeytanın fısıldadığı kelimeleri/bilgiyi terk edip, Yüce Allah’a, O’nun kelimelerine dönüş, O’ndan olan bilgiye sarılış…

Ve de, Cennetten çıkarılma aşamasında bir tembih daha: “Size yol göstericiler gelecek…” Bilginin gerçek kaynağı konusunda yapılan bir uyarı…

Konumuz için gerekli zemini oluşturabilmek için, bir de, Yeryüzü’ndeki insanın ilk döneminde yaşadığı bir olaya kısaca bakmamız gerekecek, Habil ve Kabil olayına… Kabil’in önerisi, Habil’in red edişi, kurban adama süreci, tehdit ve sonuçta Kabil’in Habil’i öldürmesi…

Cennet yaşamında iken Şeytanın fısıltıları şeklinde bir “vaad”e muhatap olan insan, işte Yeryüzünde bu kez Şeytanın güdümündeki bir kimliğin “vaid”iyle karşılaşmıştır. Tehdit edilmiş, korkutulmak istenmiş, dahası öldürülmüştür. Habil direnmiş olsa bile, artık insanoğlunun gündemine korku, yitirme ve özellikle de öldürülme korkusu oturmuştur.

Şeytanın ve ordusunun elinde, demek ki bundan sonra, Cennet yaşamında kullanılan “vaad” yöntemi ile birlikte bir de “vaid”  silahı bulunmaktadır.

Gerçekte salt Yüce Allah’a özgü bulunan “vaad” ve “vaid” yetkisinin ve gücünün aldatıcı bir biçimde Aldatmacı Şeytan ve orduları tarafından insana, insanoğluna karşı kullanılması, insanlık yaşamında ayakların “Lailaheillallah” çizgisinden kaymasına yol açan dönüm noktaları olmuştur.

Bu ayak kayması ise, yukarıda asal çizgilerini verdiğimiz “gerçek insan”ın kendinden kopuşu, kendini yitirişi, yaratılış hikmetinin ve amacının dışında ve dolayısıyla da uygunsuz bir yerde konumlanışı demektir. “Lailaheillallah” bilinciyle “tebcil” olunucu yapısının çözülüşü, çöküşü, çürüyüşü… Şeytanın güdümüne girmeye yol açan çürüyüş…

Bu bilinci yitirmiş olan insan, artık, ya temelde Şeytan güdümlü “vaad”lerin kölesi ya da aynı yönden gelen “vaid”lerin esiridir.

Ve artık, “sarsılmaz bir saltanat, kalıcılık ve melekleşme”yi sağlayıcı gizli/Bâtınî bilgilerin ardınca koşma ve onu ele geçirdiğini sanma saplantısı içinde tuzağa düşen “Şeytanın evliyaları”nın boyunduruğu altına girilmiştir. Şeytanla kol kola yürüyüş dolayısıyla gerçekten de sarsılmaz saltanatlara, görünürdeki bir kalıcılığa erişen/ulaşan/kavuşan “melek görünüşlü” Şeytanın velileri işte bu esirler ve köleler güruhunun ensesine/omzuna/tepesine binerek hem mana aleminde hem de madde aleminde saltanatlarını ilan etmişlerdir.

Bu oluşum içinde, artık, “tekebbür” Şeytanla işbirliği yapanların şanı, “ezilmişlik/baskılanmışlık” ise onlara boyun eğen “mutsa’zaflar”ın yazgısı haline gelmiştir.

“Lailaheillallah” bilincini yitirmiş olma sonucu gerçek insanlık konumundan uzaklaşan “insan”ın boynuna dolanmış bir bela; hem de kendi eliyle edip eylediklerinden ötürü…

Yüce Allah’ın insanlara yol gösterici olarak gönderdiği (tümünü de selamla andığımız) Elçilerinin iletilerindeki özü oluşturan, yol göstermede ilk vurgulanır gerçeklik olarak gündeme getirilen “Lailaheillallah” ibaresinin aynı zamanda insanı tebcil edici bir anlam taşıması işte bu yüzdendir.

Eğer insan “vaad” ve “vaid” konusunda Yüce Yaratıcıdan bir başkasında güç ve yetki görmeğe başlamışsa, bu “Lailaheillallah” şiarının terki demektir ve bunun terk edildiği ortamlarda ise Şeytanın “müstekbir” velilerinin saltanatlarının ve bu saltanatların sürmesi için de geniş kitleler halinde “musta’zaf”lar topluluğunun kaim olması, oluşması kaçınılmazdır.

Şu var: Müstekbirlerin duruşu ve tutumu nasıl ki Gayyur olan Yüce Allah’ın gayretine dokunmakta ise, musta’zafların bükük boyunları ve gözyaşları da, öylece, Rahim olan Yüce Allah’ın rahmet ve merhametini celp etmektedir.

Kaldı ki, müstekbirler kendilerinde var olduğunu savladıkları “özel bilgi” bağlamlı bir dayanışma içinde ve binlerce yıllık bir geleneğin verimlerinden yararlanırken, musta’zafların bilgiye giden yolları kesilmiş olmakla da ayrıca bir merhameti celp etme çaresizliği içindedirler.

Musta’zafların durumunu dile getirici, onların kurtarıcılar beklediğini haber verici ve inanan kimseleri onlara yardıma iletici/çağırıcı İlâhî Buyrukların varlığı, böylesine bir Rahmet Ediciliğin ürünüdür.

Müminlere bu bağlamda yapılan çağrıya musta’zafların müstahak olduğu bir yardım ve kollama gereği görev değil,  Yüce Allah’ın rahmet sıfatından yansıyan bir ödev gözüyle bakabiliriz burada…

Çünkü, Lailaheillallah bilinciyle tebcil konumuna oturtulan/oturabilen insanın, gerçek insanın bulunduğu yerde müstekbirler için yaşanılabilir bir ortam olmayacağı gibi musta’zaf üreten bir bataklık da bulunmayacaktır.

Yüce Allah’a kul olmanın bilinci, çünkü, tanrılaşma tutkusunu oluşturucu Yüce Allah’tan başkasından bir şeyler umma ve yine O’ndan başkalarından korkma gibi tutumların yeşermesine meydan vermeyecektir.

 

Zübeyir Yetik

 
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Tanrılaşma tutkusu
« Posted on: 28 Mart 2024, 20:03:48 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Tanrılaşma tutkusu rüya tabiri,Tanrılaşma tutkusu mekke canlı, Tanrılaşma tutkusu kabe canlı yayın, Tanrılaşma tutkusu Üç boyutlu kuran oku Tanrılaşma tutkusu kuran ı kerim, Tanrılaşma tutkusu peygamber kıssaları,Tanrılaşma tutkusu ilitam ders soruları, Tanrılaşma tutkusuönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes