๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 01 Aralık 2010, 19:06:16



Konu Başlığı: Sûret ve sîret üzerine
Gönderen: Sümeyye üzerinde 01 Aralık 2010, 19:06:16
Sûret Ve Sîret Üzerine


Savvera kökünden tasvir etmek, sûretlendirmek, şekillendirmek, şekil vermek anlamlarına gelen sûret, varlıklarda bulunan, onları birbirinden ayıran özel niteliktir. Bu da iki tarzda olur. Biri hissedilen surettir ki, avam da, havas da hatta insanla birlikte hayvanlardan çoğu onu algılar. Görülen bir insanın, bir at’ın sûreti gibi. Diğeri, sadece akıl yoluyla algılanan sûrettir. Bunu avam değil, sadece havas idrak eder. İnsana özgü olan akıl, görüş, ahlâk gibi her şahsın kendini temyiz eden vasıfları vardır. Her iki sûret hakkında da Allah şöyle buyuruyor: "Sizi yarattık, sonra size şekil verdik."1 "Sizi şekillendirdi, şekillerinizi güzel yaptı."2  Bu her iki âyette de basiretle idrak edilen insana özgü hey’et kastedilir. Bunlarla Allah insanı diğer yaratıklardan üstün kılmıştır.

Allah’ın en güzel isimlerinden birisi olan el-Musavvir, varetmek istediğini istediği nitelikte tasvir eden3 demektir ve bizzat Kur’an’da geçer.4 Varlık düzleminde yaratılanların her birine ayrı ayrı farklı yüz şekilleri veren ancak fâil konumunda bulunan Allah'tır. Nitekim şu âyette yaratıkları farklı şekillerde yaratanın Allah olduğuna dikkatlerimiz çekiliyor: "Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. Ondan başka tanrı yoktur. O, azizdir, hikmet sahibidir."5 Bu âyette ana karnındaki canlıya sûret verenin Allah olduğundan bahsediliyor. Çünkü O, yarattığı varlıklara en güzel şekilde sûret vermektedir.6 Allah bugünkü dünya nüfusuyla beş milyar insan yaratmış, bunları hem insan olarak birbirine benzetmiş hem de ayrı ayrı şahsiyetler, sûretler vererek benzetmemiş; birbirinden ayırmıştır. Bu kadar çeşit sadece insanlar için değil, diğer varlıklar için de geçerlidir.7 Düşünelim ki, eğer insanlar sûret açısından tıpkı birbirinin aynısı olsaydı; annemizi, babamızı, kardeşlerimizi nasıl ayırt edebilirdik? Suçluları nasıl tespit etmek mümkün olurdu? Şüphesiz türün farklı bireylere sahip olması inanmayan için Allah’ın varlığına ve birliğine kanıt, Allah’ın varlığını ve birliğini peşinen kabullenenler için de bir hikmet olarak değerlendirilebilir. Nitekim bir başka âyette de milyarlarca insanın parmak izlerinin birbirine benzemediği ifade edilir.8 Kur’an’ın insanı bilgilendirmekten amacı, kozmik sistemdeki amaçsallığı ve hikmeti kavratmaktır. Allah’ın tamamen sanatla ilgili olan el-musavvir ismini tanıtmaktan gaye de Kendisi’ni hatırlatmaktır. O, her şeye uygun olan sûreti verir. İnsan da eşyaya şekil verir ama onun fiili sonludur, Allah’ın fiili ise sonsuzdur.

Tasvir, yaratma kavramı içerisinde anlaşıldığına göre, halk ile yaratmadan sonra gelen bir mefhumu ifade ediyor. eI-Musavvir kelimesinin geçtiği tek âyette9 şu tertip ile Allah nitelendirilmiş oluyor: "Hâlik, Bâri, Musavvir Allah'tır.” Burada sanki şöyle bir sıralama var: Önce Allah mahlûkatının maddesini yaratıyor, sonra onu canlandırıp ahenkleştiriyor, düzeltiyor ve sonra da dilediği son biçimi veriyor. Âyette sözkonusu sıralama hayali değil, gerçeğin tâ kendisi bir sıralama düzenidir. Bu durum insanın yaratılış safhalarını ifade eden âyet-i kerime'den de anlaşılmaktadır: "Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz (bilin ki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe (sperma) den, sonra alaka (embriyo) dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim.”10 Kur’an’da geçen bu kanıt, ilk yaratmayı kabullenmiş bir topluma yöneltildiğinde, doğrudur. İlk yaratmaya, tecrübeye dayalı bir kanıt olmadığını ileri sürenler içinse, anlamsızdır. Gerçekten de bu konuda hiç kimsenin bir tecrübesi yoktur. Ama Kur’an’ın göndermeler yaptığı bu gerçeğin bilgisini insan bedeninde yer alan elementlerle yaratılış maddesine dikkatlerimizi çeken toprakta bulunan kimyasal özelliklerin birlikteliği, insanın yaşamını sürdürmede toprakla olan dostluğu gibi etmenler, ilk yaratılışı kabul etmeyen insanlara önemli mesajlar vermelidir. İnsan hayatında o kadar tecrübe ve deney dışı kalan şeyler vardır ki, en koyu mantıkçı pozitivist anlayışı benimseyenler bile bunları reddetme temayülüne gidemiyorlar. Meselâ, ışık, ruh, akıl gibi konuların mahiyetlerine yönelik herkesin üzerinde birlik sağlayabileceği ortak bir tanıma gidilebilmiş midir? Bu ve benzeri fizik ve metafizik sorunlar hala çağdaş felsefenin, psikolojinin ve dinin tartışma alanını oluşturan problemler arasında devam edip gitmektedir. Bir başka âyette Allah'ın varlığa "Hâlık, Bâri ve Musavir" tecellisiyle lütfu daha açık bir şekilde anlatılmaktadır ki, tezyinat, son merhaleyi oluşturmaktadır: "Ey insan, seni engin kerem sahibi Rabbine karşı ne aldatıp inkâra sürükledi? O (Rab) ki, seni yarattı, sana düzen verdi. Dilediği surette seni terkib etti." 11

Bu üç safhayı gerçekleştiren insanla Allah arasında hiçbir benzerlik olmadığı gibi, insanın çizdiği önceki örneklerden alınmamış hiçbir plân da yoktur. Fakat Allah'ın tasvir ve icad ettiği her şey kendisine mahsustur. İnsan ne yaparsa yapsın, kullandığı tüm malzemeyi Allah yaratmıştır. Zira insan, yoktan var edemez. Bu ifade hiçbir zaman insanın bir şey yapamayacağı ya da gücünün olmadığı gibi bir anlama da gelmemelidir. Elbette Allah, yaratma sıfatından bir örneği insan varlığına yerleştirmiştir. Bu nedenle biz, manaları ve hakikatleri kendi nefsimizde, zihnimizde ve hayalimizde icâd edebilme gücüne sahibiz. Ama dış âlemde insan, madde olmadan bir şey yapamaz. Ancak var olan maddelere muhtelif şekiller verir, terkipler meydana getirir. Allah ise yoktan var eder, maddeye O şekil verir. İnsan musavvir olmadığından, yaptıkları şeyler Allah'ın yarattıklarının bir kopyasıdır. Tabiatı icabı mükemmel de değildir. Musavvir olan sadece Allah'tır. Burada kastedilen musavvirlikten hiçbir zaman, resim veya plâstik sanatlara dayalı etkinlikler anlaşılmamalıdır. Biz burada Allah’ın sanat (sun’) sahibi olduğunu tartışıyoruz. Elbette insan da sanatkârdır ama hiçbir zaman Allah’la rekabet edecek bir güce sahip değildir ve böyle düşünmek bile insanı tevhid inancından uzaklaştırır. O her cinse, her cüz'e ve her ferde benzersiz şekil vermiş ve hiçbir modeli aynen tekrarlamamıştır.12 Dolayısıyla O, hem takdir edici, hem yaratıcı-yapıcı ve hem de tezyin (süsleme) edicidir.

Neticede Allah'ın "el-Musavvir” isminden bir insanın alacağı birçok hisse, ibret olmalıdır. Bunun başında insan her türlü tertip ve şekliyle âlemin suretini kendisinde görür. Kâinatın bütün şeklini ilmi ile ihâta eder. Bunun manası, vücûdî şekle uygun ilmî bir sûret kazanmaktır. Zira ilim, zihinde mevcut bir sûrettir. Bu sûret, bilinen şeyin sûretine uygundur. Allah'ın sûretleri bilmesi onların hariçte var olmasının sebebidir. Hâriçte var olan şekiller, insan zihninde ilmi suretlerin meydana gelmesine sebep olur. Böylece insan Allah'ın isimlerinden "el-Musavvir” isminin manasıyla ilim elde eder. İnsanın zihninde meydana gelen ilmi sûret, gerçekte onun fiiliyle değil, Allah'ın fiiliyle hâsıl olmaktadır. İnsanın bundaki rolü ise, Allah'ın rahmetinin kendi üzerine akması için bireysel çabasını sürdürmesidir.13


 
1 7/A’râf, 11

2 40/Mü’min , 64

3 İbn Kesîr, Tefsir, Beyrut, 1981, III; 479.

4 59/Haşr, 24

5 3/Âl-i İmrân, 6

6 bk. 34/Tegâbun , 3; 40/Mü’min, 64

7 Ulutürk, Veli, Kur’an-ı Kerim Allah’ı Nasıl Tanıtıyor?, İzmir 1985,  s.45.

8 bk. 75/Kıyâme, 4

9 bk. 59/Haşr, 24

10 22/Hac, 5

11 82/İnfitâr, 6-8

12 Mevdûdî, Tefhîm, İstanbul, 1987, VI, 208.

13 bk. Gazzâlî, Kitabu’l-Esma, Mısır, ts.  s.52–53.



Ramazan Altıntaş