๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Kasım 2010, 14:35:46



Konu Başlığı: Sınır tanımayan münker karşısında mahremiyet
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Kasım 2010, 14:35:46
Sınır Tanımayan Münker Karşısında Mahremiyet


Mahremiyetin her geçen gün biraz daha tükendiği, ulu orta her yerde her şeyin konuşulduğu, bir ortamda insanın mümin olarak kendisini koruması da zorlaşıyor. Duvarların, kapıların hiçe sayıldığı, özelin genelin önünde tartışılıp bayağılaştığı bir toplumda saygınlığını ve onurunu korumakta bir o kadar zor görünüyor.  Öyle ki bir tuşla bir düğmeyle iffetli duruşunuza halel gelebiliyor. Sizden düşünce olarak çok uzak, görüntü olarak benimsemediğiniz, asla kendinizin yapmayacağı hal ve davranışlar bir parmak ucu kadar yakınlaşabiliyor.

Uzakları yakın eden modern çağ, haramları da yakın etti . Günahlarla iç içe bir hayatı vaat etti.Kutsal bilinen düşünce ve duyguların mahremiyetlerini alıp götürdü. Öyle hızlı esiyor ki bu rüzgar nerde nasıl duracağı hiç belli olmuyor. Ve sizi bir kaptı mı kendinizi fersahlarca uzakta bulabiliyorsunuz.

Hissetmeden yabancı ellerin odalarımıza kadar sirayet ettiklerini, bize ait olmayan bir kültürü hayatlarımıza aktarmada ne kadar hünerli olduklarına şahit oluyoruz. Öyle ki bize ait mekânlar gittikçe daralıyor ve bizi sıkmaya başlıyor.

Kütüphanelerimizdeki kitaplar, bize ait kıblegâhlar, tefekküre daldığımız köşelerimiz sanki ekranlara, bilgilenemediğimiz bilgisayarların elinde rehin şimdi.

Kendimizi ve ehlimizi bize ait olan evlerde namahrem eli değmesin diye korumaya çalışırken, her geçen gün mahremiyetimizi bozmaya çalışanların sinsice yaklaştıklarını fark edemiyoruz çoğu zaman. Elbette teknolojinin imkânlarından faydalanacağız. Ama görünen şu ki faydasından çok zarara dönüşüyor kötü eller de. Hele daha kendini tanımayan körpe zihinlerde birer afet oluyor.

 “Önce önemsemezler, sonra gülerler, sonra kıskanırlar, en sonun da ise yenilirler”. M. Gandhi diyor.

Yaşadığı hayatı ciddiye alanlar elbette neyi nasıl kullanacaklarının farkında olurlar. Ama ya bu ciddiyeti bozanlar, ya çok da umuru olmayanlar. Önemsemeyip ekranların, internetlerin önünde oturanlar ve oturtanların durumu işte asıl felaket burada başlıyor..

Kulluk şuuru için de, ihsanı gözeten “Rabbim beni her yerde görüyor” düşüncesinin hâkim olduğu kaç yürek, kaç zihin kaldı. Rabbimizin kahhar ismini hatırlatmaktan çekinip “Onu hep yakıcı olarak tanıttık” diyerek işlenilen hata ve günahlara fazla hoşgörüyle yaklaşmak, cennet tasavvurunu, Rabbin rızasını yüreklere nakşedemeyen, günahlara lakayt kalan bir nesil yetişti. Öyle ki bir zamanlar yadırganan görüntüler sanki şimdilerde normalleşti.

“Ey insanlar, Allah’ın vadi gerçektir; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı sizi Allah’ın (affına güvendirerek) aldatmasın”. (Fatır/5)

Önemsemediğimiz şeylere gülmeye başladık ve sonra kıskanmaya. Neden her şey onların olsun, bizimde hakkımız diyerek meşru olmayanları meşrulaştırdık. Bizimde gençlerimizin buluşacağı cafeler eğlence yerleri olsun. Onlarında ellerinde magazin dergileri, takip edecekleri burçları, falları olsun.  Odalarının köşelerine asacak pop starların posterleri olsun. Bizim de kendimizi teşhir edecek podyumlarımız olsun.

Bizim gençliğimiz de bağırıp çağırarak haddini aşarak eğlensin. Bizimde tirübünler de gençlerimiz çığlık atıp sahnelere fırlasın. Öyle coşsun ki başında ki örtünün bir ayet olduğunu unutup, bir metrelik beze dönüştürsün. Zamane gençlik sıkmaya gelmez deyip girmemesi gereken alanlar onlara sanki meşrulaştırıldı.  Onlarda modern çağın modernsizliğinden nasiplensin, denildi. Ve sonra bu gidişin nereye varacağını düşünemeyenler şimdi dağılan sofranın bireylerini toplamaya çalışıyorlar.

Artık insanın kötülüğe bulaşması için sokağa, okula, bilmem vs. yerlere gitmesi gerekmiyor. Sanal hayatta bunlara bulaşmak o kadar kolay ki bir üyelik yeterli. Münkerin üyesi olmak bu kadar kolaylaşırken iyiliğin hayrın üyesi olmak da nedense zorlaşıyor. Çoğu zaman, zaman olmuyor, başka işler araya giriyor. Yâda cazip gelmiyor. ama şu bir gerçek ki her münker görüntü, hal ve hareket bizde ki iffetten bir parça daha götürüyor. kalbimizin ve zihnimizin kirlenmesine sebep oluyor. Ve kirlenilen kalbe hayrın girmesi zorlaşıyor.

 “Kalpler kaplara benzer, hayırlı olanı hayırla dolu olanıdır”. (Hz.Ali)

İyiliğin, güzelliğin hareket alanını daraltmaya çalışanlar bunda başarılı oluyorlar. Bir yazarın ifadesiyle “pasif iyilik aktif kötülüğün destekleyicisi oluyor”. Birey olarak iyi ahlaklı olduğunu iddia eden insanların sayısı azımsanmayacak kadar olsa da, hareket anlamında herhangi bir etki ve tepki oluşturmadıklarında bu kendi içimizde yaygınlaşan münkere gem vuramıyor.

Oysa bizim kapılarımız olmalıydı, Dört duvarın arasında. Kapı çalmayı, çalınan kapıdan herkesin giremeyeceği evlerimiz olmalıydı. Yani mabedhanemiz, muhabbethanemiz, dershanemiz. İlk edebi alacağımız yerlerimiz. Herkesin rastgele giremeyeceği mahrem alanlarımız olmalıydı. Duygu ve düşüncelerimizin dokunulmaz alanları olmalı değil miydi? İffeti ilk etapda zihinde oluşturmamız gerekmiyor muydu? Sadece dış görünüşte aranan bir iffet ne kadar kalıcı ve kendini koruyucu olabilirdi ki! Asıl örtünün takva örtüsü olduğu gerçeğini tekrar hatırlayıp öncelikle onu hayatlarımıza yerleştirmek gerekiyor. Yoksa ne çelik kapılar ne çelik yelekler bizi sınırsızlaşan münkere karşı korumayacaktır. Ve pespaye insanlar mabetlerimize girmeye devam edecektir.


 
Yasemin Şüheda