> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş  (Okunma Sayısı 564 defa)
25 Kasım 2010, 14:48:39
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 25 Kasım 2010, 14:48:39 »



Silinmemiş Bir Hayâl’in Adı: Bektaş



  Gür sesli bir sözcüsün, ama boşuna,

                                                          Gevezelikten başka bir şey değil yaptığın.

                                                  Odysseus

 

Kendi nefsimize karşı pek koruyucu olan duyarlılığımızla, hayata dair bütün evrensel değerleri yalnızca kendimize yakıştırıp topladığımız ve bizim dışımızda elle tutulur hiçbir gerçeğin olmadığı kanaatini taşıyan tasavvurlarımızla acaba bizler, gerçekte Kur’an rûhunun beslediği islâmî bir hayatın ne kadar içindeyiz? Zira bugün Müslümanların yaşama biçimlerini besleyen algılama tarzlarına dikkat ettiğinizde, onların gerçek bir hayatı değil, kırık dökük ve parçalanmış şahsiyetlerini rahatlatacak düzenleri aradıklarını görürsünüz. Öyle ya! Kimsenin kimseyi kendisine denk görmediği ve herkesin kendisinde,  kaypakça itiraz yolları arasa bile aslında mükemmellik vehmettiği bir platoda bireyin ortaya koyduğu kanaatler eğer uğursuz bir düş’ün yorumu değilse, ne olduğunu gerçekten anlamak zorundayız. Anlamak zorundayız, zira müslüman’ın bu hâlinde gerçekler önünde hîleli düşen ve biraz da lekeli görünen tarafı öne çıkmaktadır. Çünkü hangi tarafa baksanız, hepsi soylu bir îmanın, asaletin, cesaretin ve kulluk bilincinin kılavuzluğunu yapan içi boş sahte kalabalıklarla dolu. İşte bu yüzden anlamalıyız, bizler neredeyiz ve islami objeler nerededir? Ve işte yine bu yüzden anlamalıyız; gıybetten, sû-i zanna ve riya’nın her türlü vecîzesine ayak uydurabilen kalabalıklar kendilerini nasıl bir ruh hâletiyle islamî temizliğin içinde görmektedirler? Ve işte yine bu yüzden anlamalıyız; bomboş ve ülküsüz yaşayıp dururken bize kudret hissini veren sahtelikler nelerdir? Ve yine anlamalıyız ki; hayaller ve masallarla gönlümüzü doldururken nasıl oluyor da hayata mânâlar kazandırdığımızı söyleyebiliyoruz, nasıl?!. Bizi üzüyor olsa da, bu dramatik sıkıntıyı görmezden gelemeyiz. Zira hem sakat, eksikli bir anlayışı taşıyıp hem de kendimizi bir dehâ’nın temsilcisi gibi göremeyiz. Tabii burada islami bir hayat derken, Allah Resulü’nün telafuz ettiği ve en gerçekci objelerini ortaya koyarak canlandırdığıbir realiteden, bir vâkıalar tablosundan bahsediyorum. Mecûsîliğin ya da şaman kültürünün siyasallaşmış bakiyelerinin günümüze taşınmış oyalayıcı ve kirletici fermanlarından bahsetmiyorum. Rûhu alınmış, aşksız bırakılmış, ülküsü silinmiş ve tortulaşmış kalabalıklara, işte çağın erişilmez nimetleri diye sunulan düzmece bir hayattan da bahsetmiyorum.  “ Bir de kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilen (vahiy) le sevinç duyuyorlar. Bununla beraber hizipleşenlerden, âyetlerin bir kısmını inkâr edenler de vardır. De ki: "Ben ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na şirk koşmamakla emrolundum. Ben O'na davet ediyorum, dönüşüm de O'nadır." (Ra’d – 36) Fert fert bu durumu ciddiye alıp sorgulamamız gerekmektedir. Çünkü sonu gelmeyen bozgunlar, umut kıran cereyanlar ve bir yandan da geniş kitlelerin ne olduğunu anlamadan ama hep hayra yorarak yaşadıkları trajediler, içinden bir türlü çıkamadığımız kimlik sıkıntısı etrafında  toplanmaktadır. Zaten toplumsal hangi meseleyi ele alırsanız alın, o meselenin bütün çözümleri ya da sıkıntıları sonuç itibariyle dâima kimlik meselesinde düğümlenir, geriye kalanlar yalnızca kıymetsiz detaylardır. Hiç düşünüyor muyuz, bu hayatın içinde bizi yine bu hayata karşı tutsak eden ve kendisinden bir türlü vaz geçemediğimiz sihir nedir?  Bu hayatın içinde kurduğumuz düşler ve her şeye rağmen peşimizi bırakmayan kâbuslar nelerdir? Müslümanların, kendilerine âit ahlâkî trajedilerini sorgulamadan, kendilerini sürekli geri çekmelerinin altında yatan o itici sebepleri bulabilir miyiz? Kendi iki yüzlülüklerini fark edecekleri korkusu mu, yoksa nefislerine egemen olan o kahrolası kibir ve eyyamcılık duygusu mu? Yoksa hepsi birden mi? İkide birde yaşanan hayal kırıcı şaşkınlıklar neden yalnızca bizim hayatımızda sürüp gitmektedir? Allah’ın mü’minlere hitab eden yasalarının yine mü’minler (!) tarafından dışlanmasındaki rahat edânın ve bütün bunların modern ve uzlaşmacı bir hayatın ilkeleri hâline getirilişindeki duyarsızlığın bizleri nelerle uyumlu hale getirdiğini fark etmeye ne zaman başlayabileceğiz? Doğruluk adına yürüdüğümüz ama bizleri asla saadete taşıyamayan ve sonuçları daima sıfır olan kırık çizgilerimiz nelerdir? Hiçbir zaman cesur ve metin manzaralar ortaya koyamayışımızın en temel sıkıntıları nelerdir? Bu soruların cevaplarını bulmak zorundayız. Yıllardır aldattığımız kalplerimizin artık cüretkâr îtiraflara ihtiyacı vardır. Bu durum entelektüel bir ihtiyacın gerekli kıldığı sorgulama değildir, yaşadığınızdan emîn olmanın mecbur tuttuğu âcil bir durumdur. Hepimiz şunu çok iyi anlamalıyız ki, yaşadığınız hayatın rengi ne olursa olsun kendi kimliğinize uygun düşecek tarzda sizi tatmin etme derecesi, sizin bu hayatın içinde gösterdiğiniz dinamik sürekliliğinize ve bu süreçteki samimi niyet becerinize bağlıdır. Aksi halde başkalarının sizi görmek istediği gibi kendinizi görecek ve onların sunduğu hayatı solumak ihtiyacını duyacaksınız. Bu durumu doğrulayan birçok olay hergün, Müslümanların aleyhine olacak şekilde bütün dünyada yaşanmakta ve Müslümanların basiretsizliği de bu cereyanlara katkı sağlamaktadır. İran’da yapılan Humeyni hareketinden bir süre sonra Fransa’da Citroen fabrikasında sermayeyi zarara uğratacak bir grev yapılmıştı. Bu durumu kendi politikaları açısından faydaya çevirmek isteyen Fransa bürokrasisi müdahalede gecikmedi. Citroen’in nitelikli işçilerinin greve gitmeleri sonrasında İçişleri Bakanı Gaston Deferre şöyle beyanat veriyordu:” Bu harekette bulunanlar dinciler ve Şiilerdir. “ (J.François – K.Y – Shf.28)

Gerçekte böyle miydi? Elbette hayır. Ama o en azından Cezayir’in kamu oyunu psikolojik olarak baskı altına almaya çalışırken, Fransa Cumhurbaşkanı da:” Fransadaki Müslüman cemaat büyük ölçüde Sünni-Maliki ve aynı zamanda batı ile entegre olmaya hevesli bir cemaattir.” Diyerek kendilerine yakın olanları âdetâ ruhsal kirlerinden arındırmakta ve kendi seçtikleri algılama biçimleri ile Müslümanların zaafa uğramış bilinçlerine katkıda bulunmaktadırlar. Böyle bir aldatmaca içinde Müslümanlar kendi leyhlerine ait faydalı sonuçlar çıkardıkları iddialarına girişseler de aslında kendilerini zarara uğratacak faydasız çabalara hizmet etmeyi sürdürmektedirler. İşte bu nokta; Müslüman bireylerin, islamın ve mü’min olmanın ne olduğunu çok iyi anlamaları ve içselleştirmeleri gereken varoluş noktasıdır. Çünkü mü’min olmak demek, iptidai halk anlayışında olduğu gibi kabaca îman ettim demek değildir. Mü’min olmak; çok ince bir murakabeyi, ilhamını Kur’andan alan aralıksız bir tefekkürü ve kendisini hiçbir zaman rahat bırakmayan bir nefis sorgulamasını yedeğinde taşımak demektir.  Zira farklı kimliğe dayalı sistemlerin Müslüman yol göstericiliği, Müslüman birey için zararlı ve kendisinden uzak düşürücü esin kaynaklarını da beraberinde getirir. Basiret sahibi bir mü’minin bu vak’aları fark edebilmesindeki bütün incelikler, onun Kur’ana dayalı bir tefekküre yaklaşmasıyla mümkündür. Bunun dışındaki bütün algılamalar aldatıcı argümanlardır. Tarihsel planda bunu bir örnekle canlandıralım. Vaktiyle Tevhid-i Tedrisat uygulamalarının âdeta rövanşı, ikinci dünya savaşı sonrasında batının faşist ve totaliter rejimlerinin yıkılarak demokrasi rüzgarlarının estiği ortamda yine CHP içinden geldi. Râif, Fatin ve Râsih hocalar başta olmak üzere meclisteki eski din adamları ve onlara katılan Hamdullah Suphi Bey ve arkadaşları, Tevhid-i Tedrisat uygulamalarının halkın “ ölü yıkayacak adam bulamıyorum” sözünde özetlenen toplumsal hayatta ortaya çıkardığı bir din eğitimi boşluğunu dikkate alarak bir kanun önerisi verdiler.  Başbakan Hasan Saka’ da parti içinde çoğunlukta olan din eğitimine karşı çıkanlara :” Efendiler, eğer biz dînî tedrisatı kabul etmezsek gelecek inhitapta, Halk Partisi bir oy bile alamayacaktır” diyerek halkın isteğinin yanında yer alıyordu.(Osman Kafadar- Modernleşme ve Batıcılık-shf.354) Sonuç olarak halkın istediği netice elde edilmiş bile olsa, bu durum aynı inancın paylaşılmasından değil, farklı bir ihtiyacın korunması gereğinden doğmuştu.

Bunlar bazı sıkıntılı zamanlarda Müslümanlarda sempati duygusu uyandırmaya yönelik, ama asıl niyet cephesi daima kapalı tutulan uysallaştırma psikolojileridir. Müslüman bireyler, kendi hayatlarının zevkini besleyecek ve içlerindeki varoluş ruhunu koruyacak olan kitaplarıyla, fikrî ve îmânî bağlarını yaşama alanlarına taşıma becerisi gösteremedikleri zamanlarda kendi bütünlüklerini ne yazık ki koruyamamışlardır. Bugün de bölük pörçük yaşıyor olmalarının, hem kitlesel hem de bireysel alanda yürekler yarası rûhî yangını alevlendiren sebeplerden birisi budur. Çünkü Müslüman birey hayatının bir bütünü olarak Kur’an’ı ele almamıştır ve buna bağlı olarak da günlüğü rast gele ipe sapa gelmez isteklerle doludur.

Şimdi bir manzara tasavvur edin; Birkaç Müslümanın bir arada olduğu bir manzara.. Bazıları ilahiyat fakültesini bitirmişler ve liselerde din dersi öğretmenliği yapıyorlar. Kısa bir süre önce görkemli törenlerle hac farizasını da yerine getirmişler. Yani onlar, bu garip ve belirsiz insanlık serüveninin yaşandığı topraklarda, sahip oldukları imgelerle bu halkın içinde kendilerine güven duyulan, yol yordam sorulan, hutbeler okuyup halka vaaz eden ve irşad’da(!) bulunan kimseler. Onlar, kendi halkının içinde iyi bir yer tutan, ama aslında ilâhiyatçılık’ın(*) bize mahsus geleneksel kamuflajı içinde uyuşmuş ve bozuk bir hayat şeması üzerinde yaşayan din baronları.. Ne var ki, büründükleri dinsel statünün yalıtkanlığı onların kendilerini ayrıcalıklı görmelerini kolaylaştırmaktadır. Bu seçkin(!) kişiler o esnada bir işl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş
« Posted on: 26 Nisan 2024, 08:50:57 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş rüya tabiri,Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş mekke canlı, Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş kabe canlı yayın, Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş Üç boyutlu kuran oku Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş kuran ı kerim, Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş peygamber kıssaları,Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş ilitam ders soruları, Silinmemiş bir hayâlin adı Bektaş önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes