๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Temmuz 2010, 16:29:15



Konu Başlığı: sevgiyi ve aski nasil anlamaliyiz
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Temmuz 2010, 16:29:15
sevgiyi ve aski nasil anlamaliyiz?


“Hayatımızın, hayati yönüyle ilgili bu hissi mefhumların hemen hiç birisini dünya yaratıldığından bugüne kadar gerçek manalarıyla anlatabilen olmamıştır, olamamıştır Ne en kudretli kalem erbabı ne de en beliğ kelâm üstadı
Ne edebi şaheserler olan kitaplarda ne de manevi ziyafetler hükmündeki fasih ve beliğ hitaplarda gerektiği gibi yazılamamış ve anlatılamamıştır bu yüce, bu ulvi, bu kutsî duygular, hisler

Nedir bu?

Çünkü anlatılabilen, yazılabilen, pek çok şeyin yanı sıra kalemle veya kelamla izahı mümkün olmayan, tarif ve izahında ise mutlaka belirli eksiklikler taşıyan birer mefhumdur sevgi denen, aşk ve muhabbet denen, aşk-ı mecâzi, aşk-ı hakiki denen bu duygular, bu hisler

Bunlar yazmakla, anlatmakla değil ancak yaşanmakla anlaşılabilen ve yine ancak yaşayanın hakkıyla anlayabileceği unsurlardır Zira; his ve duygu dünyamızda, manevi hayatımızda meydana gelen depremlerle bilinmez bir alemin yüceliklerinin zirvesi ve etkileri arasındaki iniş çıkışları esnasında tadılmamış bir haz, bir lezzet verev nektar bir halet ile seyran edenlerin tadabildiği büyük ve emsalsiz his gümbürtüsü, çağlayanlara eş duygu cümbüşü

Aşkın, sevginin, muhabbetin gücü öylesine kuvvetlidir ki, Alemlerin Rabb’ı kainatı “Habibim, sevgilim,” diye hitap ettiği iki cihan serveri sevgili Peygamberimiz’in nurundan yaratmış ve: “Sen olmasaydın ey Habibim, eflakı yaratmazdım,” buyurarak, Ona olan aşk, muhabbet ve sevgisini dile getirmiş

O aşk ile yeşermiş dünya O aşk ile çağlamış sular O aşk ile açmış çiçekler elvan elvan Bülbülün güle serenatlarında terennüm ettiği hep o aşk nameleri değil mi?
O aşk değil miydi Nemrut’un ateşini Hz İbrahim’e Gülnar eyleyen? Kays’a Leyla’nın aşkından Mevla’sını bulduran ve onu “Mecnun” kılan

Ferhat’a dağları deldiren, Hz İbrahim Ethem’e sarayını, tâcını, tahtını terk ettirip, yalın ayak sahralara, dağlara düşüren, “Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni” mısralarıyla ün yapmış Yunus’a, Taptuk’un kapısında kırk yıl sırtında odun taşıttıran ve daha saymakla tükenmeyecek kimi inanılması güç fedakârlık ve ferâgatlara kimi derin acı ve ızdıraplara, kimi de doyumsuz mutluluk ve bahtiyarlıklara sebep; ister mecazi, ister hakiki olsun, hep o “aşk” denilen sihirli ve güçlü nesne değil midir?

Aşk ve sevgi duygularını kalbimize yerleştiren, Yüce Rabb’imizdir Ne var ki, “sevgi” ile “aşk”ın tezahürleri birbirinden oldukça farklı olmaktadır Sevgiyi her güzel ve iyi şeye, hatta canlıların haricinde her hangi bir eşyaya veya nesneye de duyabiliriz Ama “aşk” böyle değildir Her iyi ve güzel şeye aşık olamaz insan, zira o, öylesine müstesna bir duygudur ki, ister mecazi ister hakiki aşk olsun, her ikisinde de, aşığın aklı, fikri, benliği, kendisine ait değildir adeta Buna mecazdan; “bir gördüm aklım başımdan gitti!” denilir halk ağzıyla Tasavvufta ise Yunus’un; “aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni” şekliyle hakiki aşka ithaf yapılır

Sâdi’nin Bostan’ına gelince; aşkın verdiği gam ile delirmiş hak aşıklarının ne güzel alemleri vardır Yara ile merhem olanların nazarında birdir

Aşıklar, o dilencilerdir ki padişahlığa meyl etmez, kaçarlar Cenab-ı Hakk’ın misali ümidiyle dilencilikte dayanır dururlar Aşıklar, özel alemin sultanı, obanın dilencileridir Aşıklar, menzilleri bilen, fakat izlerini kaybeden kılavuzlardır Onların alemlerine başkaları nasıl yol bulabilir? Bulamazlar, çünkü zulmet içinde ab-ı hayat gibidirler Aşıklar, kendilerini pervane gibi ateşe vururlar, ipek böceği gibi üzerlerini ipek ile örmezler

Aşıkların sevdikleri yanlarındadır fakat, onu ararlar Bunlar, ırmak kenarında bulundukları halde, dudakları susuzluktan kurumuş, çatlamıştır Aşıklar, su içmezler demem, hayır içerler, fakat Nil kenarında olsalar bile, içtikçe susuzlukları artar

Esası cismani olan aşkı mecazi, seni bu derece meftun eder, sana bu kadar hükmünü geçirirse; mana denizinde gark olan tarikat saliklerinin hallerine teaccub eder misin? Etmemek lazımdır Hakiki âşıklar, canan sevdasıyla candan, dost yâdı ile cihandan, vazgeçmiş insanlardır

Onlar, yalnız Allah’ı bilir, Onu yâd eder Onu yâd için, halktan kaçarlar, onları sakinin güzelliği sarhoş etmiştir Şaraba ihtiyaçları yokturBinaenaleyh şarabı dökmüşlerdir

Ezel bezmindeki “elestü” hitabı, hâla onların kulaklarında duruyor ve onlar hâla “belâ” diye cüş-u huruşta bulunuyorlar Rüzgâr gibi göze görünmezler, fakat çabuk koşarlar, taş gibi sessiz sedasız görünürler, ama durmadan tespih ederler Seherlerde o kadar ağlarlar ki, gözyaşları, gözlerinden uyku sürmesini yıkar, bırakmaz gece gündüz sevda, yanmak, yakılmak denizin içinde bulunurlar Hayretten geceyi gündüzden fark edemezler, suretlerini nakşeden nakkaş-ı ezeline öyle meftundur ki, hiçbir güzelliğin, suretinin güzelliği ile bir alâkaları yoktur Veliler deriye, yani zâhire gönül vermediler Her kim zâhire gönül verirse, o ahmaktır, içsiz kabuk gibidir

Bana daima, yazarı bulunduğum “Huzur Sokağı” romanımla ilgili olarak şunları sorarlar: “Bilal ile Feyza’nın, o temiz ve köklü aşklarının gerçek ile bir alakası var mı? Ayrıca sonunda niye birleşmediler?”

Aslında Bilal ile Feyza’da hatta aralarındaki o çok büyük ve temiz aşkta, mecazi aşktan bir örnek olmak üzere tahayyül eseri olarak kaleme alınmıştır Hayatın tatlı, acı gerçeklerinden esinlenerek roman kahramanlarımızın gerek karakteristik özellikleri ve gerekse aşkları, sevgileri, tutkuları, his, duygu ve düşünce yapılarıyla ilgili; iyiye, güzele ve doğruya yönlendirici mesajlar vermeye çalıştım

Mevzu itibariyle Feyza ile Bilal’in aşkları, çağımız insanına, mecazi aşktan hakiki aşka - Allah aşkına - ulaşmanın en iyi ve en güzel bir örneğidir aslında Şayet roman, vuslat – kavuşmak ile son bulsaydı, o zaman romanın gayesi mecazi aşka yönelik olacaktı ki, bu da ilahi aşkı ikinci dereceye iten bir saik olurdu
Yönelttiğiniz mevzu ağırlığı, sevgi ve aşk üzerine Ne var ki, bu iki kelime toplumumuzda en önce ve derhal mecazi aşkı getiriyor akıllara ama, olsun İnsanların, yekdiğerlerine, hayvanlara, çiçeklere bütünüyle tabiat güzelliklerine karşı duyulan “sevgi olsun,” ya da “aşk olsun,” hepsi bize Allah (cc) vergisi değil midir? Aşk olmasaydı, herhalde çoğumuz olamazdık yeryüzünde İnsanlığın bekası, zürriyetiyle kaim değil mi?

Anne bebeğini, kuş yavrusunu, tavuk civcivini, köpek eniğini, koyun kuzusunu, hep o “aşk derecesindeki” eşsiz sevgiyle besleyip, bakıp, büyütmüyor mu?
Saksıdaki çiçekler dahi; su, toprak ve ışık üçlüsünden ziyade, tatlı, sevgi dolu sözlerle elvan elvan açıp, tatlı rayihalarını saçmıyorlar mı bizlere?

Ya Rabb’imizin biz kullarına olan sevgisi? Kâinatı, mevcudatı ve mahlûkatı hep ve yalnız bizler için, biz sevgili kullarının istifadesi için yaratmış ve bizim emrimize tahsis eylemiş Sayısız türlü türlü nimetler ve rızklarla bize sonsuz ihsan ve ikramlarda bulunmuş

Kötülükleri, azgınlıkları, zararlı olan şeyleri yasaklamış ki, sevgili kulları dünyada iyi, hoş, temiz ve rahat yaşasınlar Hayatlarından tat alsınlar Kendilerini böylesine seven ve bu sevgiyle şefkât gösteren yaratıcılarına kulluk bilinciyle yönelip, sevgi ve muhabbet duysunlar

Hasılı sevgisiz, aşksız, muhabbetsiz, bir dünyanın olabileceğini düşünmek dahi imkansızdır Sevgisiz bir insan ise, kuru bir çalı gibidirYa sevgisiz toplum? Ya sevgisiz aileler? Birbirlerini sevmeyen, birbirlerine düşman kitleler, gruplar, cemaatler? Sevgisizliğin nefrete dönüşmesinden bedbaht olan yuvalar, sönen ocaklar, yıkılıp dökülen aile hayatları? Sevgiyle başlayıp, nefretle noktalanan evlilikler?Sevgisizlikten doğan ve içinde günden güne bunaldığımız toplum kargaşası?

İşte bizlere, İslâm nimetiyle adeta cennet-nûma bir dünya hayatı bahşeden Rabb’imizin sevgisine mukabele-i şahanemiz!

Bütün Müslümanları aşk-ı hakikinin sırrına mahzar ve şerbetiyle sermest eyle Ya Rabbi!”




Mine İzgi’nin Şule Yüksel Şenler ile röportajı