๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 01 Kasım 2010, 02:39:17



Konu Başlığı: Sevgiliyle Buluşma
Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Kasım 2010, 02:39:17

Sevgiliyle Buluşma

M. Müslim Nurullah


Bütün hayatını onlar kuşatmıştı. Onlarla konuşur, onlarla susar, onlarla yatar, onlarla kalkar olmuştu. Öyleki onlarsız tek saniyesi bile geçmiyordu. Annesinden-babasından, çoluk-çocuğundan, hısım-akrabasından daha iyi tanıyordu onları. Onlardan biri olmak mümkün değildi belki, ama onları seven onların yoluna can-baş koyan olmak mümkündü. O da öyle olmak istiyordu işte...

Onlar "numüne-i imtisal" idiler. Hz. Peygamber'in arkadaşlarıydılar. O'na inanmış gönül erleriydiler. Adıyla sanıyla "Sahabe" idiler onlar. Her biri bir yıldız, her biri bir ışık, bir kandil, bir nur idiler onlar. Öyle ki, yüce Allah Kur'an-ı onlarla yaşatmış, kıyamete kadar örnek alınacak motifler sergiletmişti.

Onlara inanmak, onları tanımak ve yollarını yol edinmek için bütün gücünü o yöne teksif etmişti. Başlangıcından günümüze kadar onlar hakkında ne yazıldı-çizildiyse alıp okumuştu hemen. Satın alamadıklarının adlarını alıp kütüphanelere koşmuştu.

Seviyordu işte, onları çok seviyordu. Onlara olan sevgisi nedeniyle bütün sohbetlerinin temel malzemesini onlar oluşturuyor, derslere onlarla giriyor, onlarla çalışıyordu.

Akademik alanı "İslam Tarihi" değildi onun. İslâm Tarihi "Aşk Alanı" idi. Müthiş tutulmuştu onlara. Fena halde sevdalanmıştı. O sevda ile yola çıkmış, bir üniversitede İslâm Tarihi derslerine girer olmuştu. Kendini bildiğinden bu yana "Aşk Kariyeri" merdivenlerini tırmandığı halde, yine de her derse ayrı bir sevda ile hazırlık yapar, her dersi bir "Buluşma Saati" gibi iple çekerdi. Öylesine hazırlık yapardı ki rüyasında görmediği dersi işlemezdi sınıflarda. Yanmadan yakamazdı çünkü. Sevmeden sevdiremezdi. Görmeden göstermezdi. işte böyle bir yangının alevi içindeydi o. Böylesi mukaddes bir aşk ile geçiyordu günleri.

Fakat bir gün, birileri giriverdi bu âşıkların arasına. Sevmesini bilmeyenler, sevenleri çekemezlerdi hiç bir zaman. Sevda ateşiyle yanıp kavrulmayanların, ondaki ilahi lütfu idrak etmeleri mümkün değildi. Hem öyle bir anda ki aşk ateşi alev alev sarmış, bütün benliği ile onlarla bütünleşme sürecine girmişken, girmişlerdi araya.

Mus'ab ile İkrime'yi anlayabildiği kadar aktarmaya çalışırken, bizzat emek vererek tanısınlar diye, anlasınlar, sevsinler diye öğrencilere araştırma vizesi verdiğinde olmuştu olanlar. Dünyalara sığmaz bu iki dehayı, birkaç basit kitapla geçiştirmek istemişlerdi. Üstelik temel kaynak yerine koşmuşlardı güncel kitapları. 2-3 yıl bile ömrü olmayan kitaplara sıkıştırmışlardı gökteki yıldızlar gibi yeryüzü yıldızlarını. "Olmaz" demişti derste. "Yıldızlar böylesi kitaplara hapsedilemez... Temele inin, hakikatı araştırın, kendiniz hissedin, yaşayın bu sevdayı" Ama inatlaşmıştı bazıları. Bundan üstün kaynak tanımayız demişlerdi. Bizim için en önemli kaynak budur demişlerdi. Ve olayı mecrasından çıkarmışlar, karmaşık bir hale getirmişlerdi. Öyle ki olmadık şeyleri, olması mümkün olmayan şeyleri, olmuş gibi göstermişlerdi. Bunun üzerine uçup gitmişti sevda kuşu, uçurmuşlardı, kaçırmışlardı...

Onlarla buluşma saati diye adlandırdığı ve her derste bir başka buluştuğu sahabeler, bir anda görülmez-bilinmez olmuşlardı. Kalp kalbe karşıydı çünkü. İstenmeyen yere niçin gelsinlerdi ki. Onlarla birliktelik kuramadıktan, onlarla haşir-neşir olamadıktan sonra, derslere girip, münafık konumuna düşmenin ne anlamı vardı! Uzun bir süre çekti bu ızdırabı. Olmuyordu işte. Derslerde işleyeceği konular rüyalarına gelmiyordu artık. Onlarsız yaşayamazdı o. Onlarsız olamazdı. Bunlar, onları örnek almak gibi bir düşünceye girmedikleri müddetçe, bunlarla beraber olmanın da bir anlamı kalmamıştı. Her haftayı iple çektiği derslere, İslâm Tarihi derslerine girmeyecekti bundan böyle. Dersi bırakmaya karar verirken çektiği ızdırabı, çeken bilirdi ancak. Böylesi bir aşk ateşi ile yanmayanlar, anlayamazlardı bu ızdırabı.

Odasına çekildi. Kağıt kalemine sarıldı. Yazdı, yazdı, yazdı... yazdıkça yandı, yandıkça yazdı. Onun sevdası bir iki kendini bilmezin üflemesi ile sönecek bir ateş değildi. Üfleyeni ısıtmayan bir ateşti.

Sevgiliyle buluşma saati gelmişti ama, sevgililer yoktu artık sınıflarda. Onlarla buluşmayı bilinmeyen bir günde, bilinmeyen bir saatte ve bilinmeyen bir yerde gerçekleştirecekti artık. Gönül telsizi ile kuracaktı irtibatını

Neylesindi. Biraz da nasipsizler ağlasınlardı.