๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 04 Eylül 2010, 12:05:53



Konu Başlığı: Sevdiğini ölçülü sev
Gönderen: Hadice üzerinde 04 Eylül 2010, 12:05:53
Neden Korkuyorlar veya Neden Sevmiyorlar?
Korku ve sevgi: İnsan için oldukça önemli olan bu iki duyguda kaynağını birebir hayattan alıyor. İnsanın hayata daha sağlam tutunabilmesi için insan fıtratına Allah tarafından konulan bu duygular bu yüzden çok önemli. Ancak insanların sevgi ve nefret ölçüleri farklı olduğundan sevip nefret ettikleri de farklı olabiliyor. Söz gelimi birisine karşı çok hoş ve sevimli gelen insan bir başkasına bazı duygusal, maddi, fıtri estetik kaygı ya da tercihler nedeniyle çok sevimsiz, hatta nefret edilecek bir tip gibi gelebiliyorKuzguna yavrusu Şahin görünür" "Zevkler ve renkler tartışılmaz" "Aşkın gözü kördür" gibi atasözlerinde vurgulanan hakikat tam da budur.

Sevgi ve nefretin kaynağının bir başka nedeni de ilahidir. Bir Kudsi hadiste bu kaynak şu şekilde izah ediliyor: Yüce Allah bir kulunu sevince Cebrail'e: "Ben falanı sevdim, sen de sev" der. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) da onu sever ve gökte olan melekler: "Allah falanı sevmiştir, siz de seviniz!" diye nida eder. Artık göklerdekiler de onu sever. Sonra yeryüzünde de onun için bir sevgi yerleşmiş olur."
Nefis Odaklı Sevgiİşte sevginin kaynağı böyle ilahi iken nefretin kaynağı daha çok nefis ve menfaat odaklı olabiliyor. Oysa gerçek müminde sevgi de nefrette Allah için olmalı. Allah için olması gerekene bir zerre nefis ve şeytan karışınca artık onun adına İslam "Riya" diyor. Yani işin içersinde riya olunca bütün dünyayı da verseler Allah'ın (c.c.) huzurunda bir sineğin kanadı kadar bile değeri olmuyor.

Sevgi nefret ya Allah için olur ya da Allah'ın dışında başka bir şey için. İşte Allah için olmayan sevgi ve nefretin asla bir kıymeti yok. Allah için sevmeyenler, sevgiyi şehvete, tene indirgerken, Allah için nefret etmeyenlerin nefretlerinin kaynağı da yine nefis odaklı oluyor.
                         Bazen nefretin kaynağı karşıdaki kişinin kendileri gibi düşünmemesi, konuşmaması, giyinip kuşanmaması hâsılı hayata kendi bakış açılarından bakmamasından kaynaklanabiliyorBöyle olunca da H. Efendiyi sevmiyor ve ona hakkı hayatı çok görüyorlar.                                                                                                                     Sevmiyorlar:                                                                                   Çünkü onun kendileri ahlaki zaafları yok.
Çünkü onun ilim ve irfanına erişemeyeceklerini biliyorlar.

Çünkü basiret, marifet, ufuk ve mantalite olarak onun en az 100 yıl gerisindeler ve bu da hiç işlerine gelmiyor, onların nefretlerini kamçılıyor. Çünkü Hocaefendi bire bin veren bereketli başaklar gibi sürekli meyve veriyor, Allah'ın bereket verdiği mübarek eli nereyi işaret etse oranın Allah'ın izni ve inayetiyle çemenzara dönüyor, mübarek gözleri nereye ilişi verse orası bir mai nisana tutulmuş bereketli çöl toprağı gibi yeşermeye başlayarak, aydınlık bir gülistana dönüşüyor.

Çünkü onun ve güzide arkadaşlarının hiçbirisinin adı kara para aklamasına, ihale fesatçılığına, banka hortumculuğuna karışmadı İnşaallah karışmayacak
Çünkü o ve arkadaşları ilim, bilim, fen ve teknikte son derece başarılı atak ve üretkendir.

Bu yüzden onların dillerine pelesenk ettikleri bazı kavramlardan hiçbirisine uymuyor.

Çünkü o ağlarken, bu ülkenin gençliğine, geleceğine ağlıyor.

Bu sadece Hocaefendi ile ilgili bir hakikat de değil. Neredeyse bütün Allah dostlarının kendi dönemlerinde sevenleri de var nefret edenleri de.
  Bakın bu dostlardan biri olan Bediüzzaman Hazretlerinin böyle bir olay karşısında söylediği sözler olayın gerçek nedenini ortaya koyuyor:

"Ehl-i dünya sebepsiz, benim gibi âciz, garib bir adamdan tevehhüm edip binler adam kuvvetinde tahayyül ederek, beni çok kayıdlar altına almışlar. Barla'nın bir mahallesi olan Bedre'de ve Barla'nın bir dağında, bir-iki gece kalmaklığıma müsaade etmemişler. İşittim ki, diyorlar: "Said ellibin nefer kuvvetindedir, onun için serbest bırakmıyoruz."

Ben de derim ki: Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalıştığınız halde, neden dünyanın işini dahi bilmiyorsunuz? Divane gibi hükmediyorsunuz. Eğer korkunuz şahsımdan ise; elli bin nefer değil, belki bir nefer elli defa benden ziyade işler görebilir. Yani, odamın kapısında durup, bana "çıkmayacaksın" diyebilir.

Eğer korkunuz mesleğimden ve Kur'ana ait dellâllığımdan ve kuvve-i maneviye-i îmaniyeden ise; elli bin nefer değil, yanlışsınız! Meslek itibariyle elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünki Kur'an-ı Hakîm'in kuvvetiyle sizin dinsizleriniz dâhil olduğu halde, bütün Avrupa'ya meydan okuyorum. Bütün neşrettiğim envar-ı îmaniye ile onların fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kal'alarını zîr ü zeber etmişim. Onların en büyük dinsiz feylesoflarını, hayvandan aşağı düşürmüşüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah'ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir mes'elesinden geri çeviremezler; İnşaallah mağlub edemezler!

Madem böyledir, ben sizin dünyanıza karışmıyorum, siz de benim ahretime karışmayınız! Karışsanız da beyhudedir.

Takdir-i Hudâ, kuvvet-i bâzu ile dönmez
Bir şem'a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez.Benim hakkımda, müstesna bir surette, pek ziyade ehl-i dünya tevehhüm edip, âdeta korkuyorlar. Bende bulunmayan ve bulunsa dahi siyasî bir kusur teşkil etmeyen ve ittihama medar olmayan şeyhlik, büyüklük, hanedan, aşiret sahibi, nüfuzlu, etbaı çok, hemşehrileriyle görüşmek, dünya ahvaliyle alâkadar olmak, hatta siyasete girmek, hattâ muhalif olmak gibi bende bulunmayan emirleri tahayyül ederek evhama düşmüşler. Hatta hapiste ve hariçteki, yani kendilerince kabil-i afv olmayanların dahi aflarını müzakere ettikleri sırada, beni âdeta herşeyden men'ettiler. Fena ve fâni bir adamın, güzel ve bâki şöyle bir sözü var:Zulmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa;
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.Ben de derim:
Ehl-i dünyanın hükmü var, şevketi var, kuvveti varsa;
Kur'an'ın feyziyle, hâdiminde de:
Şaşırmaz ilmi, susmaz sözü vardır;
Yanılmaz kalbi, sönmez nuru vardır. (On altıncı Mektubun ZeyliDünya Sevgisi Bütün Hataların Başı Hz. Enes'ten rivayet edilen bir hadiste de efendiler efendisi (sas) "Dünya sevgisi her hatanın başıdır. Bir şeyi sevmen, seni kör yapar, sağır eder." Buyurarak sadece dünyaya gönül verenleri bekleyen tehlikeye dikkat çekiyor. (Rezîn)

Hocaefendi'nin dünya ile ilişkisi asla sıradan bir insanın ilişkisi gibi değil. Bütün Allah dostlarının en belirgin özelliklerinin başında gelen bu durum Hocaefendi de zirve durumunda. Onun hayatı yaşarken bütün konularda zahidane bir hayat yaşadığına onu yakından tanıyan bütün dostları şahit. Yani insan bütün hataların başı olan dünya sevgisinden gönlünü ayrı tutunca direk bütün hayırların başında demektir. Hal böyle olunca da cenabı hakk, başına getirdiği hayırları bir bir nasip ederek onun halk içinde sevilmesini de sağlıyor.

Hayatı dünya ve dünyalıktan ibaret sayanlar ise doğrudan zincirleme hatalarla kendilerini bir anda bir nefret dağının zirvesinde buluyorlar. Buda zaten bütün ehli kalp tarafından pek hayırla yad edilen bir nokta olarak addedilmiyor.

Bir başka yerde Allah'ın, meleklerin ve insanların sevgisine mazhar olmanın yolları bakın nasıl izah ediliyor.
 1- Kim dünyayı terk ederse Allah onu sever,
2- Kim günahları terk ederse, melekler onu sever,
3- Kim Tama'ı terk ederse insanlar onu severBu üç hakikatin mefhumu muhalifi de dikkate alınırsa Allah'ın, meleklerin ve insanların nefretini kazanmanın yolları da otomatikman ortaya çıkıyor. Yani her iki yolda yolculara açık, tercih serbest ama sonuçlarına katlanmak şartıyla.

Rabbim Allah'tır dediği için onu öldürecek misiniz?

Tek suçu Allah'ı ve resulünü sevmek, bu milletin selamet ve bekasını istemek ve hiçbir olumsuz ve şer ittifakta yer almamak olan bir Allah dostundan nefret etmek, korkmak, bir cani gibi kovalamanın ardındaki sır ne? Bu büyük ve zor bir soru. Bu soruyu Kur'an sanki bu işin sonunu nereye kadar götüreceksiniz tarzında yeni bir soruyla şöyle soruyor: "Ne o, yoksa bir insan (Musa Aleyhisselâm) Rabbim Allah'tır dediği için onu öldürecek misiniz?" (Mü'min, 40/28)

Kur'an bu soruyu sorduktan sonra ardından Allah'ın hiçbir zaman hiçbir dostunu yalnız bırakmadığını da şu ifadelerle dile getiriyor. "İman edip, makbul ve güzel işler yapanları Rahman, (hem Allah, hem de mahlûklar nezdinde) sevimli kılacaktır." (Meryem Suresi, 96) Bu ayetin indiği dönemde Mekke'de müminlere işkence ediliyordu. Âyet onlara müjde verip müminlerin sempati göreceklerini bildiriyor.

Kim ne zaman nerede ne söylerse söylesin en kesin ve son sözü her zaman Allah Resulü söylüyor. Ve O'nu söylediği her söz hayatta her zaman tutulması gereken sözlerin başında geliyor. Zira O ve O'nun mübarek sözleri herkese ışıktır. Biz de sözü o mübarek ışıkla bitiriyoruz, bu ışık hiç sönmesin
"Sevdiğini ölçülü sev! Çünkü o, bir gün nefret ettiğin kişi olabilir. Nefret ettiğinden de ölçülü nefret et! Çünkü o, bir gün sevgili dostun olabilir