๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 15 Eylül 2012, 13:56:59



Konu Başlığı: Sen işin sonuna bak sonuna
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 15 Eylül 2012, 13:56:59
SEN İŞİN SONUNA BAK, SONUNA!

Abdullah bin Saad, Mekke’de müşriklerden biri iken kendisine iman nasip olmuş, hatta bu uğurda hicreti bile göze alarak Medine’ye göçmüştü. Medine’de de inen vahyi kaleme alan ashabın arasına bile girmişti. 
Sakın, ne mutlu, ne bahtiyar adam! diye peşin hüküm vermeyin. Siz, işin sonuna bakın.
Diyeceksiniz ki, “Vahiy katibi olmuş, bu işin önü sonu olur mu?” Elbette olur. İmtihan dünyasıdır bu. İsterseniz sabredin de bu yazıyı sonuna kadar okuyun. Bakalım vahiy katibi zat, nerelere kadar yükseliyor, tekrar nerelere aşağı iniyor ve nihayet son nefesini nerede veriyor?
Bence düşünülecek nokta, bunca iniş çıkışlardan sonraki nihai durak.
“Hayırlı işlerin çok muzır manileri olur.” diyor büyük zat. İşte vahiy katipliğine kadar yükselmiş kimsenin de çok büyük manileri olur, şeytanı ve nefsi de onunla çok uğraşır. Nitekim uğraşmış da, sonunda ‘Armudun sapı, üzümün çöpü var.’ kabilinden bahanelerle, Müslümanların içinde kıymetinin bilinmediği vesvesesine kapılan Abdullah bin Saad, ne yaptı biliyor musunuz?
– Vahiy katipliğini bir yana bıraktı, geldiği Mekke’ye gerisin geriye döndü. Tekrar müşrik dostlarının yanına gidip onlarla Rasûlullaha karşı birlik oldu.
Keşke sadece şirke dönmekle iktifa etse de başkaca cür’etlerde bulunmasaydı. Mekke’de neler iddia etti bakın:
– Ben Muhammed’e gelen vahyi yazarken kendimden de sözler yazardım. Esasen bana da vahiy geliyor, ben de benzeri sözleri söylüyebiliyorum. Nitekim Muhammed bana (alîmün) yaz! derdi, ben de yerine (hakîmün) yazardım.
Vahye şâibe düşürecek böylesine zihin karıştırıcı yalanlarından dolayıdır ki, Efendimiz (sav), Mekke’nin fethinde, Kâbe’nin örtüsü altına bile sığınsa, Abdullah bin Saad’ın öldürülmesini emretti.
Bu emirden sonra aklı başına gelen Abdullah, yaptığının farkına varıp düşünmeye başladı. Ama iş işten geçmiş, katli için emir çoktan çıkmıştı. Abdullah yine de ümidini yitirmemişti. Vahiy katipliği yaptığı sıralardan tanıdığı Rasûlüllah’ın, merhamet ve şefkatini biliyordu. 
Bunun için aklına geleni yaptı. Süt kardeşi olan Hazreti Osman’ın yanına gitti. Süt kardeşliğinin hakkı için kendisine sahip çıkıp Rasûlullah’ın yanına kadar götürmesini rica etti. Hazreti Osman bütün riski üzerine alarak Abdullah’ı, Efendimiz (sav)’in huzuruna götürdü. Abdullah, pişmanlığını uzun uzadıya anlattı, bağışlanmasını istedi.
Efendimiz (sav), Abdullah’ın vahye şüphe düşürecek sözlerini bir bir hatırlıyor, affı için gönüllü durumda görünmüyordu. Bunu gören ashabın elleri kılıçlarının kabzasına gitmiş, bir işaret bekliyorlardı. 
Nihayet Efendimiz (sav) zor da olsa müşrik iken mü’min olan, vahiy katipliğine kadar da yükselen, ondan sonra da tekrar irtidad edip bir sürü yalanlar uydurarak vahye şüphe düşürmeye yönelen, şimdi de yeniden tevbe edip bağışlanmasını dileyen Abdullah’ı affetti. Evet affetti.
Sonra ne mi oldu?
Baştan dedik ya, ‘Sen işin sonuna bak.’ diye.
Bundan sonra İslâm için yapılan bütün savaşlara katıldı, hem de en önlerde şehid olmaya hazır olarak.
Bunca zikzaklı bir hayatın günahından ancak böyle fedakârlıklarla kurtulacağını düşünen Abdullah’ın dilinden düşürmediği duası ise ibretliydi. Durmadan tekrar ederek yaptığı duasında şöyle dilekte bulunuyordu:
– Rabbim beni namaz dışında iken huzuruna çağırma, hem de sabah namazında iken gönder meleğini, en makbul ibadetin içinde iken al huzuruna!
Bunca zikzak ve iniş çıkışlardan sonra kabul oldu mu dersiniz duası?
Dedik ya, ‘Sen işin sonuna bak.’ diye. Bak mukadder son, nerede, nasıl noktalandı...
Bir sabah namazında ikinci rekatın sonunda oturdu. Tahiyyatı, salavatları rahatça okudu, hatta sağına da selam verdi, soluna selam vereceği sırada bir tekbir daha alarak tekrar secdeye indi. Gidiş o gidiş. Son sözü tekbir, son hareketi de secde oldu. Aynen dualarında istediği gibi...

Ahmet Şahin