๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 14 Ekim 2010, 12:44:24



Konu Başlığı: Seherlerin sihirli anları
Gönderen: Sümeyye üzerinde 14 Ekim 2010, 12:44:24
Seherlerin Sihirli Anları  


Şimdilerde bize, geceleri hep seher kuşları gibi inleyip durmak ve âh u enînlerle gök kapılarını zorlamak düşüyor. Kim bilir belki de, toplarla, tüfeklerle çözülemeyen problemler hiç umulmadık şekilde bir gün gözyaşlarıyla ve Hakk'a yakarışlarla çözülecektir.
 
Allah dostlarının, Cenab-ı Allah'ın huzurunda gönüllerinin derinliklerinden kopup gelen nağmeleri seslendirdikleri, yana yakıla iç heyecanlarını, kendi mukaddes ve muallâ mertebelerine mahsus neş'e, hüzün, nedamet ve ızdırapları aksettirdikleri, ayrıca bize Hak dergâhının kapısının önünde nasıl duracağımızı, Mevlâ-yı Müteal'e nasıl yakarıp yalvaracağımızı öğrettikleri sırlı, feyizli, nurlu ve bereketli duaları, vird ve zikirleriyle alâkalı olarak Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi bir sohbetinde şunları söylüyor:

"Bir duayı, mânâsını da anlayarak okumak daha engin mülâhazalara açılmaya ve daha derin hislerle dolmaya vesile olur. Bazı ifadeler vardır ki, okuyan ya da dinleyen insanın yüreğini ağzına getirir. Hususiyle, Hak dostları daha önce kimsenin söylemediği ve hiç matbaa mürekkebi görmemiş sözler söylerler. Onlar aşk u iştiyaklarını, Allah'a karşı o kadar saygılı, üslûp itibarıyla o kadar ince ve Mevlâ-yı Müteâl'e o kadar lâyık bir eda ile seslendirirler ki, o ifadeler karşısında kalbinizin ritmi değişir, bayılacak gibi olursunuz ve kendinizi yere atarsınız.

Hazreti Şah-ı Geylânî'nin evrâd-ı kudsiyesini ilk defa okuduğum zaman bana çok tesir etmişti. Âdeta kendimden geçmiştim; Hazret'in, Cenab-ı Hak'la münasebetine, O'na içini döküşüne ve Rabb-i Rahîm'e hitap ederken seçtiği kelimelere hayran kalmıştım. Hacı Kemal Efendi, duadan çok etkilendiğimi görünce hemen yanıma gelmiş ve "Hocam, size o kadar tesir eden dua hangisi?" demişti. Evet, gönlün sesi-soluğu olan o sözler karşısında müteessir olmamak elde değildi."1

Biz de, yukarıda üstün vasıflarından bazıları zikredilen o dualardan birisine, bir münacâta, ümmetin medar-ı iftiharı, ârif-i billah Abdülkâdir Geylânî Hazretleri'nin ‘Münacâtü's-Seheriye'sine yer vermek, ayrıca duanın uyardığı bazı tedâîleri paylaşmak istiyoruz. Bu münacât da, tertip ve tanzimi bizzat M. Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından yapılan el-Kulûbü'd-Dâria ismindeki değerli evrâd ü ezkâr mecmuası içinde yer alan ve Hocaefendi'nin çok kıymet atfettiğini, çok zaman da gözyaşları içinde okuduğunu bildiğimiz dualardan biridir.

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri (kaddesellahü sirrahû), Tasavvuf tarihinde öteden beri Gavsü'l-a'zam, Kutb-i Rabbânî, Sultânü'l-evliya, Kutbü'l-a'zam gibi üstün pâyelerle anılagelmiş, emsali nâdiren gösterilebilecek âlî bir zincirin altın bir halkasıdır. Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle ‘Hem şahsen, hem vazife itibariyle büyük ve harika zâtlardan birisidir.' Hem seyyid hem de şerîftir. Yani, Hazreti Geylânî'nin şeceresinde üst basamaklarına doğru çıkıldıkça hem Hazreti Hüseyin hem de Hazreti Hasan efendilerimizle karşılaşılır. Tabiî onlar vasıtasıyla da Allah Resûlü'ne ulaşılır. Evet o, aslı da nesli de pırıl pırıl, İslâm'ın, insanlık tarihine armağan ettiği en müstesna değerlerden birisidir. Güvenilir kaynaklarda nakledilen pek çok menkıbesi vardır. Sünnet-i seniyyeyi hayatına tatbik ve ahlâk-ı hasene ile tahalluk (ahlâklanma) hususunda hep yükseklerde dolaşmış ve zamanımıza kadar, her asırda insanlara örnek olmuştur. Bizim onu ve onun gibi büyükleri yâd etmekten muradımız da, onlar vesilesiyle bereket ve feyze nâil olmak, gücümüz nispetinde onları kendimize örnek almak ve Hakk'a giden yollarda onların ayak izlerine basarak yürüyebilmektir.

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri de hiç şüphesiz bütün evliyâullah gibi bir dua insanı ve bir gece âşığıdır. Onun aşağıda gelecek münacâtına ve daha başka niyazlarına bakıldığında görülecek olan, Cenab-ı Hakk'a karşı ondaki teveccüh yoğunluğu, dua aşk u iştiyakı, yakarışlarındaki aşkınlık, büyüleyicilik ve derinliktir.

Abdülkâdir Geylânî'nin (kuddise sirruhû) hayatını ele alan eserlerde onun dua hakkında şöyle dediği nakledilir:

"Allah Teâlâ'dan dünya ve âhiretin hayırlarını iste! Sakın; ‘Ben istiyorum; fakat Allah vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim.' deme! Duaya devam et! Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allah Teâlâ'dan istedikten sonra, onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allah Teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve sana kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allah Teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allah sana razı ve memnun olacağın bir hâl verir. Eğer, ezelde borçlu olman takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Yüce Mevlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme hâlinden vazgeçirir."

Bu girişten sonra, Abdülkâdir Geylânî Hazretleri'nin el-Kulûbü'd-Dâria'da yer alan yakarışını, tercümesi ile verebiliriz:

إِلٰهِي، غَلَّقَتِ الْمُلُوكُ أَبْوَابَهَا، وَبَابُكَ مَفْتُوحٌ لِلسَّائِلِينَ* إِلٰهِي غَارَتِ النُّجُومُ، وَنَامَتِ الْعُيُونُ، وَأَنْتَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ اَلَّذِي ﴿لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ﴾ إِلٰهِي فُرِشَتِ الْفُرُشُ وَخَلاَ كُلُّ حَبِيبٍ بِحَبِيبِهِ، وَأَنْتَ حَبِيبُ الْمُجْتَهِدِينَ، وَأَنِيسُ الْمُسْتَوْحِشِينَ * إِلٰهِي إِنْ طَرَدْتَنِي عَنْ بَابِكَ فَإِلَى بَابِ مَنْ أَلْتَجِي * إِلٰهِي إِنْ قَطَعْتَنِي عَنْ جَنَابِكَ فَجَنَابُ مَنْ أَرتَجِي* إِلٰهِي إِنْ عَذَّبْتَنِي فَإِنِّي مُسْتَحِقٌّ لِلْعَذَابِ وَالنِّقَمِ، وَإِنْ عَفَوْتَنِي فَأَنْتَ أَهْلُ الْجُودِ وَالْكَرَمِ * يَا سَيِّدِي لَكَ أَخْلَصَ الْعَارِفُونَ، وَبِفَضْلِكَ نَجَا الصَّالِحُونَ، وَبِغُفْرَانِكَ أَنَابَ الْمُقَصِّرُونَ، يَا جَمِيلَ الْعَفْوِ، أَذِقْنِي بَرْدَ عَفْوِكَ وَحَلاَوَةَ مَعْرِفَتِكَ، وَإِنْ لَمْ أَكُنْ لِذٰلِكَ أَهْلاً، فَإِنَّكَ أَهْلُ التَّقْوَى وَأَهْلُ الْمَغْفِرَةِ.

"Ey Yücelerden Yüce Rabbim! Bütün mal ve mansıp sahipleri kapılarını sürmelediler. Sen'in yüce dergâhının kapısı ise bir dileği olanlara her zaman açıktır.
Ya Rabbî, ya İlâhî! Yıldızlar gaybûbet âlemine, gözler de uykuya daldılar. Sen ise, ey Rabbim, Hayy'sın, Kayyûm'sun; uykudan, uyuklamadan münezzeh ve müberrâsın.

Ya Rab! Gece, karanlığıyla mevcûdâtın üzerini örtünce döşekler de seriliverdi ve sevenler sevdikleriyle baş başa kaldılar. Sen, Sen'in yolunda, Sana ulaşma istikametinde cehd ü gayret içinde bulunanların biricik sevgilisi, (benim gibi) yalnızlık gurbetine maruz kalanların da yegâne enîsisin!

Ya İlâhî! Ulu dergâhına sığınan bu kimsesiz kulunu kapından kovacak olursan, ben gidip hangi kapıya iltica edebilirim!? İlâhî! Yakınlığından mahrum edersen beni, o zaman kimin yakınlığını umabilirim!? İlâhî! Şayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben biliyorum ki, cezalandırılmaya fazlasıyla müstahakım. Fakat affınla sarıp sarmalarsan, yine biliyorum ki o da Sen'in lütfun ve keremindir.

Ya Seyyidî, ya İlâhî! Marifet erbabı kulların Sen'i bulduklarında Sen'den başka ne varsa hepsinden yüz çevirmişlerdir. Salih kulların Sen'in fazlınla necâta ermiş, taksîratı pek çok günahkârlar da ‘tevbe, ya Rabbi!' deyip yine Sen'in kapına yönelmişlerdir.

Ey affı güzel Rabbim! Ne olur, affının serinliğini ve marifetinin halâvetini benim ruhuma da duyur ve beni onlarla doyur! Her ne kadar ben bunlara lâyık olmasam bile, haşyetle önünde iki büklüm olup ikâbından sakınılmaya lâyık olan da, mücrimlerin günahlarını bağışlama şânına yaraşan da yalnız Sen'sin!"

İfade etmeliyiz ki, virdin aslındaki üslûp güzelliğinin ve fesâhatin tercüme ile zedelendiği, örselendiği ve kıymet-i asliyesinin haleldâr olduğu muhakkaktır. Aslında bu husus bütün tercümeler için geçerlidir; çünkü hiçbir tercüme orijinal metni tam olarak aksettiremez; hele hele gönül erbabının derinliklerinden kopup gelen nağmeleri asla. Onun için de mânâsı bellendikten sonra duanın, kalbe heyecan, ruha da incelik kazandıran asıl metni vird edinilmeli; tadı, şivesi öylece gönülde duyulmaya çalışılmalıdır.

Seherlerde Eser Bâd-ı Tecellî  

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri'ne ait bu duanın isminin ‘münacâtü's-seheriye' olduğu ifade edilmişti. ‘Seher' kelimesi bilindiği üzere, gecenin sonu ve fecirden az evvelki vakti ifade etmektedir; gecenin son altıda biri ya da imsaktan yarım saat öncesi ile yarım saat sonrası diyerek daha belirli sınırlar çizenler de olmuştur. Kelime ‘ha' ile (سحر) değil de ‘güzel he' (سهر) ile yazılacak olursa, o zaman da gecenin tamamını uykuyla geçirmeyip bir kısmında uyanık hâlde bulunmak anlamına gelir. Böyle olunca seher vakti denildiğinde teheccüd vakti de dâhil olmak üzere işrak vakti yani güneşin doğuşuna kadar geçen süre kastedilmiş olur.

Seher vakitleri Allah'tan gelen tecellî esintilerinin en yoğun şekilde dalga dalga yayıldığı kutlu zaman dilimleridir. O vakitlerin kendine mahsus bir sihri, bir büyüsü vardır. Öyle ki, Hak katında ulvî makamlara nâil olmayı dileyenler hep o sihirli anları kollamış, Hak rahmetinin yeryüzüne nüzûl ettiği o bereketli vakitlerde seher kuşları gibi inleyip durmuş ve hep âh u enînlerle gök kapılarını zorlamışlardır.

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri de herhalde bu virdini daha ziyade gecelerde, seher vakitlerinde okuyor ve bu zaman dilimlerinde okunmasını arzu ediyordu.

Cenab-ı Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de, iki yerde seher vaktinin önemine işaret buyurmuştur. İlki Âl-i İmran sûresinin 15, 16 ve 17. ayetleridir ve bu âyetlerin meâlleri şu şekildedir:

"Allah'a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rabbileri nezdinde içinden ırmaklar akan Cennet'ler olup, kendileri orada ebedî kalacaklardır. Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah'ın rızası vardır. Allah bütün kullarını hakkıyla görmektedir. O müttakîler: ‘Ey bizim ulu Rabbimiz, biz iman ettik, günahlarımızı bağışla ve bizi Cehennem azabından koru!' diye yalvarırlar. Onlar sabırlı, imanlarında sadık ve samimi, Allah'ın huzurunda itaatla divan duran, mallarını hayırda harcayan, seher vakitlerinde Allah'tan af dileyen müminlerdir."

İkincisi ise, Zâriyat sûresinin 15, 16, 17 ve 18. âyetleridir ve Allah (celle celâlühû) bu âyetlerde meâlen şöyle buyurmaktadır:

"Müttakiler bahçelerde, pınar başlarındadırlar. Rabbilerinin kendilerine verdiği mükâfatları almaktadırlar. Çünkü onlar, daha önce dünyada sâlih amel işleyen kimselerdi. Geceleri az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi."

Gecenin, seher ve fecir vakitlerinin namaz, Kur'ân tilaveti, ilimle iştigal, dua ve niyazla Cenab-ı Hakk'a teveccühte bulunma gibi değişik ibadet ü taatla değerlendirilmesi üzerinde ne kadar durulsa sezâdır ve başta Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) olmak üzere ümmetinden seçkin kulların hayat-ı seniyyeleri, bu vakitlerin uyku gafletinde değil de uyanık ve Hak'tan gelecek tecellîleri avlama peşinde geçirilmesi gerektiğini en güzel şekilde ortaya koymaktadır. Evet, Efendimiz bizim için biricik ‘üsve-i hasene/güzel örnek', ümmetinin seçkinleri de ortaya koydukları hayat tarzlarıyla örnek alınması gereken müstesna şahsiyetlerdir.

Burada işte o müstesna zâtlardan birkaç tane örnek vermek istiyoruz:
İbrahîm b. Hâtıb (radıyallahü anh) babasından naklediyor: "Mescidin bir köşesinde seher vaktinde birisini Allah'a el açmış yalvarırken gördüm. Şöyle diyordu: ‘Rabbim! Sen emrettin, ben de Sana itaat ediyorum. İşte seher vaktinde kapına geldim, hatalarımı bağışlamanı diliyorum.' Bir de baktım ki, o zât, Allah Resûlü'nün sâdık yârânından Abdullah ibn Mes'ud Hazretleri'nden başkası değil." (Tefsir-i İbn Kesîr, 1/470)

Bu konudaki bir başka misâlimiz de yine sahabenin en mümtazlarından Abdullah ibn Ömer'dir (radıyallahü anh). Gördüğü bir rüya münasebetiyle Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), onun hakkında, "İbn Ömer ne sâlih bir kuldur. Keşke gecelerini namazla ihya etse!" buyurmuş; o da bu emr-i nebevîyi duyduktan sonra çok az bir kısmı hâriç geceleri hep uyanık vaziyette ibadetle geçirmeye başlamıştı. Nafî' (radıyallahü anh) onun seherlerdeki hâlini şöyle anlatır: "İbn Ömer geceyi namazla geçirir, sonra da ‘Ey Nafî'! Seher vakti geldi mi?' diye sorardı. ‘Evet' cevabını alıncaya kadar namaz kılmaya devam eder, ondan sonra da istiğfara başlar, sabahı dua ederek karşılardı." (Tefsir-i İbn Kesîr, 1/470)
Enes b. Mâlik (radıyallahü anh) da, "Biz seher vakitlerinde yetmiş defa istiğfar çekmekle emrolunduk" derdi. (Tefsir-i İbn Kesîr, 1/470)

Sünen-i Tirmizî'deki bir rivayete göre, Hazreti Yakub (aleyhisselam) evlâtlarına, ‘Sizin için tevbe ve istiğfarda bulunacağım.' demiş ve hemen istiğfarda bulunmayarak istiğfarını, duaların daha çok kabul gördüğü Cuma gününün seher vaktine ertelemiştir. (Tirmizi, Daavât 114) Nitekim Allah Resûlü (aleyhi efdalüssalevâti ve ekmelüttahiyyât) bir hadîs-i şerîflerinde, "Cenab-ı Allah her gece dünya semasına (rahmetiyle) nüzûl buyurur ve ‘Melik Benim, Melik Benim. Dua edenlere icabet eder, dileği bulunanların muradını gerçekleştirir, arınmak için istiğfarda bulunanları da bağışlarım' der ve bu hal fecrin doğuşuna kadar devam eder." demiştir. (Buhari, Teheccüd 14, Daavat 13; Müslim, Salâtu'l-Müsafirin 166)

Büyük Hak dostu İbrahim b. Edhem'in (v. 161) yetiştirmiş olduğu güzide talebelerden Alî ibn Bekkâr (‘Bekkâr', erken kalkan/erkenci manasına gelir) Hazretleri de, "Tam kırk senedir beni güneşin doğmasından daha fazla üzen bir şey olmamıştır." der ve gecelerle olan aşkını seslendirirdi. (İhyau Ulûmi'd-din, 1/358)

Fudayl b. İyaz (v. h. 187) da aynı duyguyu şöyle terennüm ederdi: "Güneş gurûba kayınca Rabbimle baş başa kalma imkânı bulabildiğim için içim ferah ve sürurla dolar. Güneş doğduğunda da işte o kadar üzülürüm." (İhyau Ulûmi'd-din, 1/358)

Yine ehlullahtan Ebû Süleyman ed-Dârânî (v. h. 225) şöyle derdi: "Geceyi kıyamda geçirenlerin Allah huzurunda durmaktan aldıkları lezzet, oyun ve eğlence peşinde koşanların yaptıkları şeylerden aldıkları lezzetten daha fazladır.

Doğrusu, geceler olmasaydı dünyada kalmayı hiç arzu etmezdim. Şayet geceyi huzurda geçirenlere duydukları zevk ve lezzet ile amellerinin sevabı arz edilseydi, onlar mutlaka birinciyi tercih ederlerdi." (İhyau Ulûmi'd-din, 1/358) Ebû Süleyman'ın ibadet ü taatin lezzet ve zevk için de yapılabileceğini düşüneceğine ihtimal verilemeyeceğine göre onun bu ifadeden kastının gecelerin insanın ruhuna ve gönlüne a(kı)ttığı ve beklentisiz gelen münezzeh zevk ve lezzet olduğu anlaşılacaktır.

Bazı Allah dostları da, "Dünyada Cennet nimetlerine benzeyen bir tek şey kalmıştır. O da Allah dostlarının gecelerde yaptıkları münacaatın halâvetidir. Allah onu sadece dostlarına duyurmuştur ki, başkasının onu duyması mümkün değildir." demişlerdir. (İhyau Ulûmi'd-din, 1/358)

Muhammed ibn Münkedir (v. 130) de, "Dünyaya ait üç tane hakikî lezzet vardır. Bunlardan birincisi geceleri kıyamla geçirmek, ikincisi dostlarla sohbet meclislerinde bir araya gelmek, üçüncüsü de namazları cemaatle kılmaktır." der. (İhyau Ulûmi'd-din, 1/358)
Yine evliyaullahtan birisi şöyle demiştir: "Allah u Teâlâ seher vaktinde uyanık bulunan kullarının kalblerini nurlarla doldurur." (İhyau Ulûmi'd-din, 1/358)

Burada birkaç misâlini zikrettiğimiz bu büyüklerden hangisinin sergüzeşt-i hayatına bakılacak olursa olsun, onların geceleri ve seher vakitlerini mutlaka dolu dolu değerlendirdikleri görülecektir. Zaten onları ‘kalbin zümrüt tepeleri'nde zirvelere taşıyan en önemli dinamiklerden birisi de hiç şüphesiz geceler olmuştur.

Sözümüzü bir dua ve niyaz kahramanı olan Bediüzzaman Hazretleri'nin 18. Söz'ün hâtimesine dercettiği birkaç mısra ve Fârisî ifadenin tercümesiyle bitirmek istiyoruz:

"Seherlerde eser bâd-ı tecellî,
Uyan ey gözlerim vakt-i seherde.
İnayet hâh zi dergâh-ı ilâhî,
Seherdir ehl-i zenbin tevbegâhı,
Uyan ey kalbim vakt-i fecirde."


"Seher vakti, haşir meydanını andırır. Her şey uyanmış gelmiş, tesbih ediyorlar. Ey nefsim, sen ne zamana kadar böyle gaflet uykusu içinde kalacaksın?! Ömrünün ikindi vakti gelmiş, kabre doğru sefer başlamıştır. Bütün varlığı terk ediyorsun. Ney gibi inlemek için niyaz ve namaza gayret et! De ki, ‘Ya Rab! Pişmanım, mahcûbum, utanıyorum.

Sayısız günahlardan dolayı perişanım. Zelîlim, gözlerim yaş dolu, hayatım kararsız. Garibim, kimsesizim, yalnızım, zayıfım, güçsüzüm, hastayım, âcizim, iradesizim. Aman diliyorum.. af arıyorum.. yardım istiyorum Sen'in dergâhından ey Allah'ım!.."




Kaynaklar
Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, İsmail b. Ömer b. Kesîr, Dar-ı Taybe.
İhyau Ulûmi'd-din, Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, Dâr-ı Ma'rife.
Sözler, Bediüzzaman Said Nursî, Şahdamar Yayınları.


Dipnotlar
1. Vuslat Muştusu, s. 103

 

Mustafa Yılmaz