> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Kovalanan cümleler
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kovalanan cümleler  (Okunma Sayısı 647 defa)
11 Eylül 2010, 18:35:15
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 11 Eylül 2010, 18:35:15 »



Kovalanan cümleler

Gelen var mı ?.. Takipte miyim?..
Günün durumuna uygun bir yazı yazmaya çalışmalı mıyım? Günün durumu nedir ki? Sabah uyanıyorsunuz örneğin. Alelacele giyinmeye çalışıyorsunuz üşümemek için, mâlum sonbahar havası çarpabilir, çarpa çarpa gelirmiş hatta birilerinin ifâdesine göre. Giyiniyorsunuz. Benim gibi her gün aynı kıyafeti giymekten vazgeçemiyorsanız işiniz kolay. Ama öyle değil her gün farklı giyinmek gibi bir zorunluluk hissediyorsanız üzerinizde hangi eteğin üzerine hangi kazağın, hangi rengin üzerine hangi rengin uyup uymayacağını düşünür de durursunuz ve zaman akıp geçer. Bir de takıntılarınız varsa etek ucu hafif kırışmış diye giymekten vazgeçer başka bir kıyafete yönelirseniz size zaman mı yeter? Bırakın artık şu giyim takıntısını elbisesiz gideceğiz ya, elbisesiz. Bulmuşsunuz da bunuyorsunuz. Hani bunun şükür kısmı. Günde kaç kere şükrediyorsunuz eli ayağı düzgün bir şekilde, dedim de aklıma bir şey geldi şimdi. Bir zamanlar katıldığım toplantılar geldi aklıma. Bir kasvet çökerdi üzerime, nefessiz kalırdım. Durmadan neyi yapamadığımızdan bahsederdi konuşmacı ta ki konuşma sonuna kadar. Ne kadar şükrediyoruz? Yeryüzünde bir iğne ucu kadar yer kaplamıyorken sahip olduklarımıza bakıp ne kadar şükrediyoruz? Bu benim sorunum. Ne kadar şükrediyorsam ediyorum. Dağlar ‘taşıyamam’ demiş, ben demişim gururla ‘taşırım’. ‘al’ demiş yaradan. Yüklen mâdem. Kabullenmişim yükümü çekiyorum da çekiyorum. Hakîkaten çekiyor insanoğlu. Bir şekilde çekiyor. Ya var mı durumundan, hâli vaktinden memnun mesut bir de mutmain yaşayan. Var mı? Evet soruyorum. Yok mu cevap arttıran? Evet, elleri görmek istiyorum. Yok mu? Yok tabii.

 

Kimine mal vermiş huzur vermemiş. Kimine güzellik vermiş araba vermemiş. Kimine bağ-bahçe vermiş meyve vermemiş. Kimine çocuk vermiş ömür vermemiş. Vesâire vesâire. Daha söyleyeyim mi? Dahasını duymak istiyor musunuz? Kim ister ki? Kim ister duymak istemediklerini duymayı? Şahsen ben günün birinde yazar olamayacağımı duymak istemem. Niye? Bu üzer beni. Ve belki yazar olacağım da bunu duyunca vazgeçeceğim bütün çalışmalarımdan. Adâlet mi yani bunun bana öğretilmesi? İstemem işte geleceğin benim için neleri sakladığını bilmek. Budur belki insana verilen en güzel lütuf. Belki... ne bileyim ben. İnsanım işte bildiklerim çok sınırlı. Bu yüzden midir acep sık sık ‘ne bileyim ben’ diyişim. Mümkün. Her bir şey mümkün. Gördüm ki insanın başına gelmeyesi yok şu yeryüzünde ve dahi şu gökyüzünde. Ben birgün dünyayı gezeceğimi hiç hatırıma getirir miydim? Yok. İsterdim gezmeyi dünyayı lâkin hiç demedim ‘ben birgün dünyayı gezmeye başlayacağım’ diye. Hatırlamıyorum böyle sözler geçmişimde. Eh deselerdi ‘birgün öyle bir ülkeye gideceksin ki sekiz kat giyineceksin lahana gibi üşümemek için’. İnanır mıydım buna? İnanmazdım ama aynen böyle oldu. Kirpiklerimin kırılmaya başlaması beni endişelendirdi hatta bir daha hiç kirpikli dolaşamayacağım diye yeryüzünde. Korkular işte. İnsan ne zaman neyden korkacağını da bilemiyor hâliyle. Bir zamanlar üniversite hiiiç bitmeyecekmiş gibi gelirdi bana. Bir ömür o koridorlarda kalmak endişelendirirdi üstelik. Yahu var mı böyle bir şey? Ne tuhaf şeylerden korku duymuşum zamanında ve kim bilir daha ne tuhaf şeylerden korkacağım. Allah bilir elbet. Ben ne bileyim. İyi güzel de insan bazen merak da etmiyor değil hani geleceğini. Haddime bakın haddime. Bu ne cüret ya hu. O kadar ki bir zamanlar cin çağırmıştık da habire soru soruyorduk geleceğe dair. Sonra da ‘amma atıyor ya’ derdik gülerdik. E madem inanmayacaksın, e madem geleceği kim bilebilir diyeceksin ne işin var o masanın başında. Merak işte insanı ya ayyuka çıkarırmış ya yerin dibine geçirirmiş. Neler yaşanıyor değil mi? İnsan yaşadıklarına bakınca hayrete düşüyor hatta. Bazen unuttuğum noktalar köşebaşından kafa çıkarıp bakınıyorlar. Onlarla karşılaşınca da şaşırmıyor değilim. Ya ben bunu ne zaman yaşadım da ne zaman unuttum gibi birşeyler geveliyorum üstelik utanmadan. Yaşananlar çabuk unutuluyor da yaşatılanlar unutulmuyor nedense. Garip. İnsan hep geçmişine dönmeye çalışıyor. Ama hep güzel kenarlar çarpıyor hafızamıza kötü olanlar kaybolup gidiyor gibi. Belki bu yüzdendir insanın hep geçmişte yaşama arzusu. Hani belki kötü anılarımız olduğunu da hatırlayabilsek bugünümüzden memnun yaşayacağız. Nerdeee? İnsanın memnun olduğu nerede görülmüş ki? Velhasıl zamanımızı beklemekle geçiriyoruz. Bense uyuyarak geçiriyorum bu aralar. Alın işte. Bu yaşta bu kadar uyku. Gençken yapacak şey bulamazmış insan yaşlıyken de zaman bulamazmış yapılacaklar için. Uyumak gençken pek tatlı gelirmiş insana yaşlıyken bir kenara atılıp işe yaramadığını gösterirmiş de bu yüzden yaşlılar uykudan pek haz etmezlermiş. Yaşlanıyorum evet. Bunu da anlayacağım elbet bana o ömür verilirse. Şimdilerde benden küçük olanları izlemekle meşgulüm. Kıyas edip duruyorum kendimle onları. Şimdiyle birzamanları. Ya hu diyorum ne çok araya vermişim yaşlarımı. Bu kadar da olmaz diyorum kendime. Utanmadan arlanmadan bir de uslanmadan hiç heba et en güzel yıllarını ve bunu da hiç anlama o zaman ta ki yaş kemâle erince otur da dank etsin kafana. Olacak iş mi? İstediğin kadar ahlan vahlan debelen dur şimdi. Yaş geçmiş yazar olacağım de şimdiye kadar bir şey olamadığına ne yanmazsın ki? Ki yansan neye yarar? Olamamışsın bir baltaya sap. Olamamışsın denize kumsal. Olamamışsın göle su. Olamamışsın güle diken. Olamamışsın semâya bulut. Olamamışsın ağaca meyve. Olamamışsın dolaba kapak. Olamamışsın mutfağa lavabo yan dur. Gülüyorum bütün bunlara aslında. Bazen içten gülüyorum sağa sola çaktırmadan. Bazen de katıla katıla hıçkırana kadar gülüyorum kim çakarsa çaksın çok da umrumda. Hani bilmesem insana insan olduğu için değer verdiğini yaradanın. Lâkin hem insan hem de pek bi faydalı olanları daha bir severmiş ya bunu pek söylemiyorum kendime. Yine de insanım işte. Sırf bu yüzden biraz değerim olabilir. Hani dağa taş da olabilirdim. Duvara boya. Çiçeğe yaprak. Toprağa fosil. Ne bileyim örnekleri arttırmak çok mümkün. Bazen de çok da kötü durumda olmadığımı düşünmeden de edemiyorum. Bir abimin sözünü hatırlıyorum böyle zamanlarda. Bakıyorum da. Bu kadar kötü insandan sıra bize gelmez cehenneme girmeye. Bilmiyorum. Hiç görmedim cehennemi. Göreni de görmedim doğrusu. Dilerim öyle olur. Ama ben çok da iyimser değilim bu konuda. Herkesin boyuna göre günahı var. Kim nereden bilebilir ki. Ya hu bir karıncayı bile incitmenin günahını tartmamız mümkün değilken. Bir lokma ekmeği çöpe atmanın günahını... bir prinç tanesini lavabodan kaçırmanın günahını... bir hayvanı aç bırakmanın günahını... bir çocuğun kalbini kırmanın günahını... bir sözü yerine getirmemenin günahını... vesâire vesâire bilmiyorken çok da emin olamayız gideceğimiz yerden. Ama ümitvar olmak gerektiği söyleniyor herdaim. Ben de yaşayabilmek için, rahat soluk alıp verebilmek için böyle bir ümid içine sokuyurum sık sık kendimi. Böyle geçiyor gündüzler ve geceler, günler ve haftalar, aylar ve yıllar falan filan. Bir şekilde doldurmak gerekiyor verilen zamanı. Görevlerimiz... görev bilincimiz... ne büyük sözler bunlar böyle. Ben nedense görevlerini yerine getirebilen biri değilim. Nedenini sormayın bilmiyorum. Baştan söyliyeyim de sorularınızı ona göre ayarlayın. Bilgim dahilinde olmayan sorulara dönüp bakmıyorum uzun zamandır. Eskiden yani çok eskiden çocukken demek istiyorum. Hani bilmediğim çok şey üzerine bir sürü laf sıralardım bunu hatırlıyorum. Şimdi düşünüyorum da kim bilir ne kadar komik görünüyorumdur. Böyle komik görünmüş olabileceğim milyonlarca an da var hafızamda üstelik. Ne acı. Keşke çok konuşan biri olmasaydım der dururum kendi kendime. Hani çok konuşunca insan çok yanılıyor. Bunun farkına vardım epey bi zaman önce. İnsan konuştukça daha çok şey konuşmak istiyor. Konuşacak şey kalmayınca başlıyor atıp tutturamamaya. Böyle işte. Anladım bunu neyse ki epeydir konuşmamaya özen gösteriyorum. Meğer ne rahat hissediyormuş kendini insan. Ama bu da başka meselelerin açılımının başlangıcı oluyor tabii olarak. Büyüklendiğini falan düşünüyorlar. Konuşmaya tenezzül etmediğini düşünüyorlar. Kibirlendiğini düşünüyorlar. Burnunun pek bi havalarda olduğunu düşünüyorlar. Varsın düşünsünler. Kime ne. İyi de onların böyle düşünmesine sebep ben olduğum için sorumluluğu da bana  ait olmuyor mu? Her şey öyle ince ki nereden kırılacağını kestiremiyorum çoğu zaman. Dost ilişkileri... eş ilişkileri... aile ilişkileri... iş ilişkileri... sevda ilişkileri... bir sürü ilişki işte. Hepsi de çok kırılgan çok narin. Bir çiçek gibi. Çabuk solabiliyor bir yudum suyla canlanıverebiliyor. Annem çok kırılgandır meselâ benim. Aman Allahım. Hiç anlayamadığım bir anda yüz çizgilerinin nasıl da değiştiğini görünce şaşkına dönüyorum. Bense onu kırmaktan nedense bir türlü vazgeçemedim. Eşşek kadar oldum da onu incitmemeyi öğrenemedim. Evlat işte. Vefasız canım. Ama vefalı olduğum noktaları nedense bilmiyorlar. Onlar için neler yaptığımı şu yeryüzünde. Bilmesinler. Varsın bilmesinler. Bilen biri var elbet. İyi de ya yanlışsa bu. Yani dürüst değil de doğru davranmaksa yanlış olan hak katında. O zaman halim harap işte. Vayy bana vaylar bana. Kimse kurtaramaz o zaman beni. Hoş kurtarılmayı falan beklediğim yok. Yine de o vakit kimin kimden medet umacağını kim nereden bilsin. Gitmedim. Gidenleri de görmedim. O konuda çok da bilgilendirilmiş değilim. Hangi konuda bilgimiz tam ki? Bu da tartışılası başka bir konu. Kim ömrünü verdiği konuda ‘en bilgili benim’ diyebilir ki? Bilgiyi elde edebilmek için bu hayat çok kısa bence. Hayatlar bile kısa. Çabalayıp duruyoruz işte öğrenmek için. İnsan okudukça daha bir cehalete saplanıyor sanki. Okudukça bilmedikleriyle karşılaşır da insan belki ondan. Ama yine de çoğu zaman bir döngüdeyiz gibi. Birilerinin bir zamanlar bildiği şeyi bilmek için çokça çabalamak. B...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kovalanan cümleler
« Posted on: 16 Nisan 2024, 11:29:16 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kovalanan cümleler rüya tabiri,Kovalanan cümleler mekke canlı, Kovalanan cümleler kabe canlı yayın, Kovalanan cümleler Üç boyutlu kuran oku Kovalanan cümleler kuran ı kerim, Kovalanan cümleler peygamber kıssaları,Kovalanan cümleler ilitam ders soruları, Kovalanan cümlelerönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes