๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 14 Kasım 2010, 18:54:04



Konu Başlığı: Sahabenin Arasına Yakışan Bir Mümin
Gönderen: Zehibe üzerinde 14 Kasım 2010, 18:54:04
Sahabenin Arasına Yakışan Bir Mü’min


Ahmet Taşgetiren


Alsanız götürseniz mahşer yerine, Livaül Hamd’in altında durmaya yakışır, Kevser havuzunda Rasulullah’ın avucundan su içmeye yakışır.

Alsanız götürseniz 14 asır öncesine, Hicret’te izinden yürümeye yakışır, Mescid-i Nebevide, sahabe-i kiramın arasında, o kutlu huzuru teneffüs etmeye yakışır.

Musa Topbaş Efendi Hazretleri...

Ebu Bekir’in yanında durursa yabancı kalmaz, Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin – Allah hepsinden razı olsun-  yanlarında durursa, onların dünyasına uzak durmaz.

Hep deriz ya, “Yarın mahşer gününde Müslüman­lığımız Ebu Bekir’in Müslümanlığı ile birlikte tartıldığında nasıl bir netice ortaya çıkar? Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin Müslümanlığı ile tartıldığında -ki orada onlar için ayrı bizim için ayrı terazi kurulmayacak- nasıl bir netice ortaya çıkar?. ”

O, herhalde farkları en aza indirebilmek için gayret göstermiştir bütün hayatı boyunca...

Rasulullah’ın “yıldızlar gibi” diye nitelediği ashab-ı kiramdan izler kuşanmak için çaba göstermiştir bir ömür boyu. Kalbinde hangi yıldızlar parıldardı kimbilir?

İman hassasiyeti onlara benzesin diye...

Azameti ilahiyye karşısındaki tezellülü onlara benzesin diye...

Ahiret endişesi onlara benzesin diye...

Hayat titizliği onlara benzesin diye...

Cömertliği onlara benzesin diye...

Nezaheti, zarafeti onlara benzesin diye...

Deruni bağlılığı onlara benzesin diye...

Allah yolundaki fedakarlığı onlara benzesin diye...

Kardeşlik duygusu onlara benzesin diye...

Tevazuu, mahviyeti onlara benzesin diye...

“En yüksek seviyedeki Allah dostları bile sahabenin seviyesine erişemez” diyen o olduğu halde, o, adeta sahabeden izler kuşanabilmek için bir emekleme halinde yaşamıştır hayatı...

Rasulullah’a sevdası onlara benzesin diye çabalamıştır ömür boyu.

Onlara benzesin ki, Rasulullah’ın güzelliğinden bir iz düşsün kişiliğine...

Onlara benzesin ki, kalbi açılsın Salllahü aleyhi ve sellemin kalb nuruna, gözünün ışığı yansısın gözlerine kutlu çağrısı ulaşsın dimağına...

Musa Efendi Hazretleri......

Bir ince kuyum işçisi... Bir müzehhip kendi hayatı üzerinde çalışan... Bir nakkaş, kendi gergefinde Rabbin huzuruna çıkacak bir kişilik dokuyamaya çalışan... Kendi kendini tasfiye eden bir elmas parçası...

20’inci yüzyılda sahabe gibi bir İslam kıvamı kuşanılabilir mi?

Şayet 20’inci yüzyılda bir sahabe hayatı nasıl yaşanır diye sorulacak olsa, ona ve onun, rahle-i tedrisinde yetiştiği Mahmut Sami Ramazanoğlu hazretlerine bakmak yeterlidir.

Soralım kendimize: “Sahabi” denildiğinde hangi notlar düşülebilir bir beyaz kağıda?

Herhalde şunlar değil mi?

“Kişiliği Peygamber eliyle, Peygamber diliyle, Peygamber bakışıyla, Peygamber nefesiyle yoğrulan insan.

Peygamber’in eline tutunabilmeyi, insan olmak addeden, kurtuluş addeden, güzellik addeden, erdem addeden insan...

İslam ümmetinin ilk çekirdeği.

Peygamberden sonra, ilk filiz veren İslam insanı.

En bariz özelliği ne?

Yeniden doğmuş olmak.

Hücrelerine kadar yeniden inşa edilmek.

Kendi kendini yeniden inşa şuurunu kuşanmış olmak, kendini, yeniden inşa için ilahi bir rehberliğe sunmuş olmak.

Beynini, kalbini ve davranışlarını, İslam’ın potasına atmak ve oradan taptaze bir imanı kuşanmış olarak çıkmak.

İslam’dan önceki her şeyi bırakmak ve İslam’la yeniden kendini bulmak.

Tam teslimiyet.

İnancı miras olarak bulmuş insan değil sahabi.

Din adına her şeyi tek tek idrak eden insan.

Bu genel çerçevenin altına “insanın güzelliği” adına ne yazsanız yanlış olmaz sahabi için.

Muhabbet mi?

Adanış mı?

Canı vermek ölçüsünde fedakarlık mı?

Bağlılık mı?

İnfak mı?

İsar mı?

Kardeşlik mi?

Civanmertlik mi?

Ahiret eksenli yaşamak mı?

Havf ve recayı bir kalb disiplini haline getirmek mi? Cenneti de bir adım ötede, cehennemi de bir adım ötede hissetmek mi?

Bir özel nesil sabahe nesli. Peygamberin eliyle dokunmuş bir eşsiz desen sahabe deseni...
***

20’inci yüzyıl gibi, insanoğlunun derin kişilik krizi yaşadığı bir çağda, insan, nasıl kuşanır bu müstesna şahsiyet dokusunu?

Kur’an’ı yeni nazil oluyor gibi derin bir idrak içinde okuyarak değil mi?

Azameti ilahiyyeyi kalbinin en ince dokularında hissedip, kulluk bilincini, kalbin en ince dokularına nakşederek...

Rasulullah sallalahü aleyhi ve selleme tutunmak için, onlarca asır öncesinden uzanan eline sarılarak, ya da onlarca asır öncesine elini uzatarak...

Seherlerini Rasulullah ile buluşma anı haline getirerek... Ondan akıp gelen altın silsilenin halkalarına kalbini rapt ederek...

Arınma cehdini, bir hayat neş’esi halinde yaşayarak...

Havf ve recayı bir hayat disiplini haline getirerek.

Yüreğinde hep Mahşer ortamı tedirginliği, ama yine yüreğinde hep mağfireti ilahiyye neşvesi kuşanarak...

Uhuvveti, sahabe kardeşliği seviyesine çıkarma azmini kuşanarak...

Allah Rasulünün terbiye sistemini, -adına tasavvuf denilmiş sonun- hem kendi hayatı için hem elele tutuştuğu dostları için bir hayat yolculuğu haline getirerek.

Vererek, hep vererek, vermeyi bir hayat tarzı haline getirerek...

Fukara dostu olarak.

Allah’ın yarattığı her şeye -Allah düşmanları dışında- muhabbetle bakarak...

Ebubekir’e tutunarak, her sahabide Rasulullah’tan bir iz arayarak ve o izle buluşup, Allah Rasulüne çıkan bir yol edinerek...

Musa Efendi Hazretleri...

Hayatının özeti ne?

Yüz akı ile Rabbin huzuruna çıkmak, yüz akı ile Rasulullah’ın yanına sokulmak ve “Ben bir ömür boyu,  ümmetin olmak için çalıştım, sana komşuluk şerefine nail olabilir miyim?” diyebilmek... Bir kutlu tebessümle buluşabilmek...

Musa Efendi Hazretleri...

Rabbimiz umduklarına nail olduğu bir ebedi hayat ile mükafatlandırsın. Cennet ve Cemalini, sevgili Rasulünün komşuluğunu ikram etsin. Amin.