> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Sadrı islâma rücu
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Sadrı islâma rücu  (Okunma Sayısı 1311 defa)
24 Kasım 2010, 18:18:30
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 24 Kasım 2010, 18:18:30 »



“Sadrı İslâm’a Rücu”


Metin Önal Mengüşoğlu


“Eğer çiğnenmemek isterseler seylâb-ı eyyâma

                                                         Rücu etsinler artık Müslümanlar Sadr-ı İslâm’a”

                                                                                                                  Mehmed Akif


 Yukarıdaki başlık, hem dönemi hem de çevresi itibariyle, Mehmed Akif ve kendisi gibi düşünen çağdaşı Müslüman mütefekkirlerin temel tezlerini teşkil eder. Epigraf olarak alıntıladığımız beyitte ise Mehmed Akif bu tezini en açık ve net biçimde dile getirmektedir. Söylemek istediği şöyle özetlenebilir:  Müslümanlar zamanın savurucu rüzgârları, bitirici selleri önünde sürüklenip yok olmaktan kurtulmak istiyorlarsa, eğer bunda samimi iseler, bütün kültürel birikimlerine, alışkanlıklarına, folklorik eğilimlerine, mevcut uygulamalarına, kemikleşmiş itikatlarına aldırmaksızın yeniden İslâm’ın tamamlandığı Son Allah Resulünün model dönemine yüzlerini dönmeli, kendilerini o modele göre yeniden ciddî bir öz eleştiriye tabi tutmalıdırlar.

 

Mehmed Akif’in dönemine ve çevresine şöyle kısaca bakacak olursak, neler görürüz? Evvela o dönemde dünyanın ciddî,  siyasî krizler, büyük, kanlı savaşlar yaşadığı bilinmektedir. Hemen her kıtada olağanüstü sosyal, siyasî, itikadî, kültürel değişimler vardır. Son ve en büyük Müslüman topluluğun lideri konumundaki Osmanlı İmparatorluğu, çöküş evresine girmiş, yıkılmaya yüz tutmuş, içeriden ve dışarıdan darbeler almaktadır. Yalnızca Osmanlı da değil, diğer bütün klasik siyasî sistemler sarsılmaktadır. Akif ve çağdaşlarının lisanından söylersek “Saltanat-ı Siyasiye ve Saltanat-ı Diniye” çürümüştür, yıkılmalıdır. Zira hem devlet yönetiminde hem de bürokrasi ve ilmiye sınıfında, babadan oğla geçen İslâm dışı bir hiyerarşi ve miras yedilik, alıp başını gitmiştir. Beşikte iken sultan ve ulema ilan edilmek modası yaygınlaşmıştır. Doğuda ve batıdaki bütün totaliter siyasî yapılar içerisinde yaşayan namuslu, dürüst ve hakiki münevverler, sonunda kendilerini Yeni Dünya’da ifade edecek “Muasır” formülasyonlar aramaktadır.

 

“Meşrutiyet, cumhuriyet, hürriyet, adalet, müsavat” kavramlarına dönemin mütefekkirleri aşkla bağlanmışlardır. Neticede Avusturya- Macaristan İmparatorluğundan, Büyük Britanya’ya, oradan Japon İmparatorluğuna kadar dünyanın her yerindeki feodal yapılar, kendilerine siyaseten yeni kan sağlayan bu fikirler karşısında kayıtsız, hesapsız, habersiz kalamadılar. Her biri bir çeşit yenilenme ve değişimi yaşama sürecine girdi. Kendi adımıza düşünecek olursak, daha yakın tarihlerde, adını Çekoslovakya yahut Yugoslavya olarak bildiğimiz ülkelerin dağılması neticesinde, ortaya çıkan yeni durum, bizi hayli şaşırtmış olmalı. Mesela Çekoslovakya’dan bir Çek bir de Slovak Cumhuriyeti üreyeceğini kırk yıl geçse akıl edemezdik. Keza Yugoslavya denen ülkenin bunca farklı insan grubunu bünyesinde taşıdığını dışarıdan bakarak kaçımız görebilirdik?

 

Hadise şudur ki büyük devlet bünyeleri, ana gövdeler parçalanınca, insanlar artık bir basamak aşağıdaki kimliklerini hatırlayarak, hiç olmazsa bu kimlik altında bir beraberlik kurup, oraya sığınma ihtiyacı duydular. Böylesi bir neticenin Osmanlı toprağındaki görüntüsü bizi Mehmet Akif’in hem kendisi, hem dönemi, hem de çevresi münasebetiyle alakadar etmektedir. Osmanlı, öyle Çekoslovakya v.s. gibi küçük ve tarih sahnesinde pek yeri bulunmayan topluluklara benzemiyordu. Sahiden çok büyümüş, çok unsurlu, çok kültürlü, çok dinli, çok farklı temayüllü insanları bir arada tutmasını bilmişti. İmparatorluk parçalanırken de, insanlar kimi can, kimi din, kimi asabiyet havliyle daha küçük, daha alt kimliklerini hatırlamışlardı. Azınlık unsuru Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Musevileri bir yana bırakalım. Osmanlının her vakit aslî unsuru sayılan Müslümanlar evvela etnik, folklorik kimliklerini hatırlamaya başlamışlardır. O tarihlere kadar hemen hiç kimsenin hatırına gelmeyen Arnavutluk, Kürtlük hatta Türklük kimliği birden hatırlanmaya başlamıştır.

 

1912de Balkan Harbi sırasında Arnavutluk bağımsızlık için ayaklanınca, baba tarafından Arnavut olmasına rağmen, Akif’in şu feryadı, meseleyi en doğru açıklayan belgelerden biri sayılmalıdır:

 

   “Hani, milliyetin İslâm idi… Kavmiyet ne!

   Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine.

   “Arnavutluk” ne demek? Var mı şeraitte yeri?

   Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri,

   Arab’ın Türk’e; Lâz’ın Çerkez’e, yahut Kürd’e;

   Acem’in Çinli’ye rüçhanı mı varmış? Nerde?

   Müslümanlıkta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!

   Fikr-i kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber.”

 

Neticede imparatorluk bakiyesi insanlar kavmiyetleri ile birlikte, daha dar manada tarikat, mezhep, meşrepleri etrafında kümelenmeye başladılar; böyle bir sığınak arayışına girdiler. Akif bu durumu büyük bir tehlike olarak görmüş ve toplumunu uyarmıştı. Ancak yine Akif mevcut toplumsal bünyede bu tehlikeleri üretecek iç sıkıntıların pekâlâ farkındaydı. Maalesef şu kavmiyetçilik fitnesi tek dert değildi. Bunun doğurduğu taassup elbet çok önemli idi. Lakin daha başka asabiyetler de vardı. İnsanlar Allah’ın dini yerine neredeyse artık atalarının dinini yaşamaktaydılar. Din, ana kaynağından, hususiyle de Kur’an’dan kopartılmıştı. Bir takım siyasilerin yazdırdığı akaid ve ilmihal kitapları, imanı, insanlara birer draje halinde yutturmaya çalışırken, ilmihaller sadece ferdî bir Müslümanlık aşısı yapan amellere yer veriyordu. Mesela Cihad ve Tefekkür gibi ibadetler, Tevhid, Adalet, Emr-i bil Maruf ve Nehy-i anil Münker gibi imanın asliyetini oluşturan ilkeler unutulmuştu.

 

Cemiyetin dâhildeki bu bozgunu yanında yeni yeni gürbüzleşmeye başlayan Garp âleminden ve onların tesiriyle konuşan, bir nevi sözcülüklerini yapan güya yerli önderlerden kimileri, İslâm’ı kastederek “Din terakkiye manidir” demekten geri durmuyorlardı.

 

Düşmanın bu tür salvolarına kim karşı duracak, kim cevap verecekti? Devlet artık bunu resmen yapabilecek güçte değildi. Üstelik saltanat belki garbın çıkışlarına cevap vermeye yeltenirdi, lakin halkın kemikleşmiş itikat, hurafe, asabiyet ve bid’atlarına müdahale eder miydi? Aksine bunları destekleyen zaten Saltanat-ı Siyasiye ve Saltanat-ı Diniye’yi ellerinde bulunduranlar değil miydi?

 

Cemil Meriç “şuur, uçurumun kıyısında uyanır” demişti. İlahî hikmet gereği son büyük Müslüman devletin çöküşüne rastlayan dönemde, yükseliş dönemlerinde olmadığı kadar ciddî mütefekkir ve sanatkâr yetişmişti. Hem de Müslümanların yaşadığı coğrafyaların hemen her bölgesinde. Üstelik hepsi de neredeyse birbirini etkilemiş, tetiklemiş ve benzer bir söylemi tekrar edip durmuşlardır. Nasıl ki aynı çağda imparatorlukların çöküşü, siyaseten birbirini tetiklemişse, tıpkı bunun gibi aynı dönemin mütefekkir ve sanatkârları da benzer fikirleri dile getirmişlerdir.

 

Hatırlayacak olursak kendilerine İslâm’ın Yenilikçileri denilen tefekkür ve mücadele adamlarının en başında, en etkin isim olarak Cemalettin Afgani’yi görürüz. Elbet kendisinden daha evvel ve daha sonra da kimi isimler mevcuttur. Ancak doğumu 1838 olduğuna göre, Mehmet Akif’ten otuz beş yaş büyük olan bu zat, dönemi itibariyle en taze, en canlı model olarak karşımızdadır. Hemen bütün Müslüman dünyayı dolaşan, en üst seviyede görüşmeler ve münakaşalar yapan, bazen itibar, bazen de kovulmalara maruz bırakılan çok renkli bir şahsiyettir Afgani. Yayımladığı “Urvet-ül Vüska” mecmuası, adını bir Kur’an ifadesinden almıştır. Manası “Sağlam dayanak”tır. Aforizmalara uğramasına, türlü çilelere maruz bırakılmasına ve onca mahrumiyetine rağmen, yaşadığı asrın düşünen Müslümanlarını en çok etkileyen isim odur. Öyle ki, kendisinden sonra gelen ve bir Kur’an tefsiri kaleme alıp yeni anlayışlar geliştiren, Mısırlı âlim Muhammed Abduh için Akif,  “Afgani’nin en büyük eseri Abduh’tur” diyebilmiştir.

 

Mehmed Akif Safahat adlı şiir külliyatı yanında, Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşat adlı mecmualarda bir hayli makale kaleme almıştır. Hutbeleri, vaazları ve diğer konuşmalarını orada yayımlamıştır. Ayrıca aynı dönemin birçok Müslüman mütefekkirinden de tercümeler yaparak aynı mecmualarda yayımlamıştır. Arapça, Farsça dışında Fransızca’dan da tercümeleri vardır. Hatta Prens Said Halim Paşa’nın Fransızca kaleme aldığı meşhur eseri İslamlaşmak ve İslamda Teşkilatı Siyasiye’yi de bizzat kendisi Türkçeye tercüme etmiştir.

 

Akif’in döneminde karşılıklı etkileşim içerisindeki mütefekkir ve sanatkârların bir kısmını sayacak olursak, kimleri hatırlayabiliriz? Afgani ve Abduh’tan sonra Asrı Saadet yazarı Şibli Numani var. Ferit Vecdi Mısır’da yaşayan Türk kökenli bir mütefekkirdir. Aklın ve ilmin üstünlüğünü savunan bu zat, İslâm düşüncesinin yeniden canlandırılması için mücadele vermiştir. Materyalist felsefe ile de baş edebilecek müktesebatı vardır. Akif onunla bizzat görüşmüş ve makalelerini tercüme etmiştir. Özbek asıllı Rus vatandaşı Abdürreşit İbrahim de bizzat görüştüğü mütefekkir ve mücahitlerden birisidir. Lakabı seyyah-ı şehir olan bu zat, neredeyse tüm doğu dünyasını dolaşmıştır. Japonya’ya kadar düşünce ve mücadelesini götürmüş, insanları etkilemiştir. Kırım-Kafkasya-Kazak-Türkistan Müslümanlarının birliği için çalışmıştır. Japonya’da ciddî Müslümanlık cereyanı uyandırmıştır. Hatta Japon İmparatoru bunun üzerine, Sultan 2. Abdulhamid’e mektup yazarak, kendisinden Japonya’da İslâm’ı öğretecek, anlatacak ilim adamları istemiştir. Gelin g...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Sadrı islâma rücu
« Posted on: 24 Nisan 2024, 09:24:34 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Sadrı islâma rücu rüya tabiri,Sadrı islâma rücu mekke canlı, Sadrı islâma rücu kabe canlı yayın, Sadrı islâma rücu Üç boyutlu kuran oku Sadrı islâma rücu kuran ı kerim, Sadrı islâma rücu peygamber kıssaları,Sadrı islâma rücu ilitam ders soruları, Sadrı islâma rücuönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes