๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 11 Eylül 2010, 15:46:35



Konu Başlığı: Sabret yâ Hû
Gönderen: Sümeyye üzerinde 11 Eylül 2010, 15:46:35
Sabret yâ Hû

Gözü haramdan, dili yalandan ve gıybetten, mideyi haram lokmadan ve sâir azâyı haramlardan koruyabilmek sabırla mümkün olur. Öfkeyi yutarak yüz kızartıcı hallere düşmekten korunabilmek yine sabırla mümkün olur. Her türlü belalar, musibetler ve sıkıntılar karşısında olgunluğa zarar verecek fenâ sözler sarf etmekten ve alçaltıcı durumlara düşmekten sakınabilmek sabırla olur.

Buhârî ve Müslim’in rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır: “Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir nimet verilmemiştir.”

Bu hadîs-i şerîften anlıyoruz ki, sabır kuvveti ve bu kuvvetin yerli yerinde kullanılması bir insana verilen nimetlerin en büyüğünü teşkil etmektedir. Zira hayır ve iyilik olarak düşünebildiğimiz bütün güzelliklerin ve başarıların elmas anahtarı sabırdır.

Şöyle ki: İnancı taklitten kurtarıp tahkik derecesine yükseltebilmek ve her türlü tehlikeye karşı inancı koruyabilmek ve dahi bu mühim vazifenin gerektirdiği dikkat ve hassasiyeti son nefese kadar taşıyabilmek sabırla olur. İbâdetleri zahirî batınî şart ve âdâbına riâyetle layık-ı vechile edâ edebilmek ve bütün hayır ve ibâdetlerde bu sağlıklı çizgiyi sonuna kadar devam ettirebilmek sabırla mümkün olur. İbâdet ve iyilikleri riyâ, ucb, ezâ, minnet ve pişmanlığa kapılma gibi boşa çıkartan âfetlerden koruyabilmek sabırla olur. Kulluğun gizli açık bütün gereklerini pratik hayata taşıyabilmek için sabra ihtiyaç vardır. Ahlâk ve şahsiyete gölge düşüren her nevi basitlik ve bayağılıklardan sakınıp ahlâki güzelliklerin her çeşidiyle tanışabilmek için sabretmeye ihtiyaç vardır. Kötü alışkanlıklardan kurtulup iyi alışkanlıklara katlanabilmek için sabra ihtiyaç duyulur. Gözü haramdan, dili yalandan ve gıybetten, mideyi haram lokmadan ve sâir azâyı haramlardan koruyabilmek sabırla mümkün olur. Öfkeyi yutarak yüz kızartıcı hallere düşmekten korunabilmek yine sabırla mümkün olur. Her türlü belalar, musibetler ve sıkıntılar karşısında olgunluğa zarar verecek fena sözler sarf etmekten ve alçaltıcı durumlara düşmekten sakınabilmek sabırla olur. Gözetilen ve arzu edilen başarılara imza atabilmek sabırla imkân dâhiline girer. Nefsin fena istek ve temayüllerine karşı koyabilmek şeytanın ardı arkası gelmeyen çeşitli tuzaklarını boşa çıkartabilmek, cennet yolundaki engelleri aşabilmek, cehennem yolundaki sûrî câzibelere kapılmamak hep sabırla olur. Keza ilim yolunun yolcusu ancak sabırla olunur. Kalbi, gönlü hastalıklı hallerinden temizleyip o hastalıkların zıddı olan Memduh hasletlerle bezeyebilmek sabırla olur. Sünnete ittiba esasına göre hayatı tanzim ve idâme ettirebilmek sabırla olur. Tesettür ve mahremiyet mevzuatında Kur’ân ve sünnet çizgisini gerektiği şekilde muhafaza edebilmek sabırla olur. Hatta sabredebilmek bile ancak sabır ile mümkün olabilir. Çünkü Aleyhisslâtü Vesselâm Efendimiz, “Bir kimse sabretmek isterse (sabır yönünde gayret gösterirse) Allah ona sabır verir” diye buyurmuşlardır. (Buhârî, Müslim)

 

İşte böylesine geniş bir sahada ihtiyaç duyulan sabır hasletine sahip olmanın fevkalade önemli bir mazhariyet olacağından şüphe yoktur. Binaenaleyh bu pek müstesna fazileti elde etmenin yollarını öğrenip uygulamaya koymakta çok önemli bir vazife olarak karşımıza çıkıyor.

Allah’ın izniyle şu çare ve metotları iltizam etmek suretiyle sabır zenginliğine erişmiş oluruz:

1. Allah’a duâ etmek: Her işin başı ve her başarının şart-ı evveli duâdır. Çünkü Allah’ın yardımı geldiği zaman en zor işler kolay hale gelir. O’nun yardımı gelmediğinde de en kolay işler dahi imkânsız olur. O’nun için her mevzu ve meselede olduğu gibi sabır hususunda da evvelemirde duâya sarılmak gerekir. Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen, “Resulüm sabret, şüphesiz Senin sabretmen de ancak Allâh’ın yardımı iledir” (Nahl, 127)


2. Sabrın mükâfatını düşünmek: Ulaşmak ve elde edebilmek istenilen şeyin önemini düşünmek, insanın o yöndeki gayretini artırır ve netice olarak o hedefle buluşmada önemli adımlar atılmasına medar olur. Âyet-i Kerîmede meâlen şöyle buyrulur: “Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız olarak verilir.” (Zümer, 10) Hadîs-i şerîfte ise, “Sabır bir ışıktır.” diye buyrulur.

 

3. İçinde bulunduğu nahoş durumu daha kötüsüyle kıyaslamak: Sabır yolunda mesafe kat etmede bu düsturun hayata ne kadar egemen kılınabilirse sabırlı olabilme avantajı o nispette artacaktır. Büyüklerimizden biri diyor ki: “İnsan maruz kaldığı musibetleri daha büyükleriyle kıyaslamış olsaydı, yaşadığı musibeti afiyet olarak telakki ederdi.” Rivâyete göre bir savaş esnasında büyüklerimizden birinin gözüne ok isabet ediyor ve o gözünü kaybediyor. Hazret hemen “Diğer gözümü bana bağışlayan Allah’a hamdolsun” diyor. Yine büyüklerden birinin ayağında şiddetli bir yara çıkıyor. Dostları “Bu yara sebebiyle sana acıyoruz!” dediklerinde o mübarek zât cevaben şöyle diyor: “Eğer beni seviyorsanız bana acımayı bırakın da bu yarayı kulağımda, midemde ve ye daha hassas başka bir yerimde çıkarmayan Allah’a benimle beraber şükredin.”

4. Sabra muhâlif hareket etmenin zararlarını düşünmek: Sabırsızlık yolunu tutmakta hiçbir fayda ve kazanç yoktur. Buna mukabil çok büyük zarar ve kayıplar söz konusudur. Belalara katlanmayıp şikâyet yoluna sapmak musibeti ikileştirir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin “Kadere itiraz eden başını örse vurur!” sözü ne kadar manidardır. Yine O’nun ifadesiyle musibete sabretmeyip “Âh, Vah!” ile feryat etmek kırık kolla mücadele etmeye benzer. Hasmıyla kavga ederken kolu kırılan kimsenin yapacağı en uygun davranış hasımla barışıp kolu tedavi ettirmektir. O vaziyette kavgaya devam etmek acı ve ıstırabı katlandırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

Musibetler zahiri yüzleri itibariyle birer düşman olarak insana gelirler; insanın ortaya koyacağı tavır ve mukabeleye göre ya düşman olarak kalırlar ve ye sevap kazandıran hakiki birer dosta inkılâp ederler ki bu durumu bağlı olarak sabır içinde şükür vazifesi de ilaveten terettüp eder.

 

Sabretmemekte dinî, uhrevî yönden de çok büyük zararlar vardır. Rivâyete göre Allah u Teâlâ’dan şöyle bir hitâb-ı izzet vârid olmuştur: “Kim benim takdirime razı olmazsa o gitsin kendisine başka bir rab arasın.” Bir mü’min böyle bir itâba muhatap olmayı göze alamayacağına göre sabretmekten başka yolları kapalı demektir.

5. Zahmette rahat, rahatta zahmet olduğunu unutmamak da sabır yolunda önemli adımlar attıracak bir düsturun ifadesidir. Bu hakikati vaktinde fark edip hayatına hâkim kılan insanlar zahmeti rahata, yorulmayı istirahata tercih etmişler ve büyük insan olmanın kapısını bu sayede aralayabilmişlerdir.

6. Vehmi bırakıp, hakikati görmek: Sabredebilmenin bir başka çaresi de şudur: İnsan vehim ve gaflet sebebiyle gerçekte olmayan zahmetleri, sıkıntıları, acı, ağrı ve yorgunlukları omuzlarına yükletir. Şöyle ki: Geçmiş acılar ve sıkıntılar artık geride kalmıştır. Onları hâli hazıra getirip yok hükmünde oldukları halde onların yükü altına girmek akıl kârı değildir. Gelebileceği düşünülen muhtemel sıkıntılar da henüz gelmemiştir. Bu itibarla onlar da yok hükmündedir. Binaenalyh Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle, Dövülmeden ağlama(malı), hiçten korkma(malı), yok olan şeye var rengi verme(melidir). Hulasa olmayan şeyleri hazır zamana getirip ademilerin mevhum yükü altına girmemelidir. Bu noktada Hz Osman’ın şu sözünü nakletmeden geçemeyeceğiz: “Dünyaya ait istikbal endişesi kalbi karartır. Âhirete müteallik gelecek endişesi ise kalbi nûrlandırır.”

 

7. Sabır yolculuğunda kolaylık sağlayan başka bir husus da dünyanın imtihan yeri olduğunu unutmamaktır. Bu hakikate müteallik yakîn, ne kadar mütekâmil bir keyfiyette olursa, hoşa gitmeyen mukadderat tecellilerine sabretmek de o nispette kolaylaşacaktır. Asla unutmamalıdır ki dünya hizmet yeridir. Ücret ve mükâfat yeri değildir. Dünyada oldukça üzüntü ve kederlerin olmasını çok görmemeli, hatta normal karşılamalıdır. Çünkü dünyada başa gelen ve karşıya çıkan her şey ama her şey bir imtihan sorusudur. Bunun hiçbir istisnası da yoktur. Her bir hâdise vazifeli olarak başa gelir. Vazifesi de insanın sabredip etmeyeceğini ortaya çıkarmak, Allah u Teâlâ’nın bildiğini insanın da bilmesini ve görmesini sağlamak ve ye gözlerin görmediği kulakların işitmediği nimetlerle dolu cennet için hikmeti ilahinin iktiza ettiği bedeli ödemiş olmaktır. Çünkü “Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değildir”

8. Sabır yolunda iltizam edilmesi gereken düsturlardan biri de –lihikmetin- verilmemiş olanları değil, sahip olduklarını düşünmek ve gündeminde tutmaktır. Meşhur ifadesiyle bardağın boş tarafını değil, dolu tarafını görmeye çalışmaktır. Rivâyete göre Hz. Âişe (ra) validemizin de akrabası olan Urvetubna Zübeyir (rh)’ın ayağında kangren oluşmuş. Bacağın kesilmesi gerekiyor. Zamanın hekimleri soruyorlar “Bayıltarak mı ameliyat yapalım yoksa ayık vaziyette mi ameliyat olmak istersin?” Hazret cevaben diyor ki: “Ben Rabbimden bir an bile gafil olmak istemem. Onun için de ayık vaziyette yapacağınızı yapın. Bunun üzerine gözleri baka baka bacağını kesiyorlar. Mübarekte zerre kadar bile bir sızlanma ve hoşnutsuzluk belirtisi gözükmüyor. Aynı günün gecesi çok sevdiği oğullarından birisi vefat ediyor. Haberdar olan dost ve akrabaları hem geçmiş olsun hem baş sağlığı temennisinde bulunmak için hazretin evine geliyorlar. Kapıya geldiklerinde O’nun şöyle münacatta bulunduğunu işitmişler: “Ya Rabbi! Bana çok uzuvlar verdin. Onlardan birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Hâlbuki hepsini alabilirdin. Çünkü hepsini veren sensin. Sen ise birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Bana çok evlatlar verdin. Birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Hâlbuki hepsini de alabilirdin. Sen ise birini aldın, diğerlerini bana bıraktın. Sana sonsuz hamd ü senalar olsun ya Rabbi!” Bunu duyan dost ve tanıdıklar: “Bunun bizim tesellimize ihtiyacı yok!” diyerek dönüp gitmişler.

Cenâbı Vâcibü’l-Vücud verdiği sabır kuvvetini hayatın her safhasında azami derecede kullanıp değerlendirmeye muvaffak kılmakla bizleri nîmetlendirsin! Âmîn.



Osman AKTAŞ