> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Ruh ve mânâ medeniyetine doğru
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Ruh ve mânâ medeniyetine doğru  (Okunma Sayısı 593 defa)
16 Ekim 2010, 17:12:03
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 16 Ekim 2010, 17:12:03 »



Ruh ve Mânâ Medeniyetine Doğru


Medeniyet, Arapçada şehir anlamına gelen ‘medine’ kelimesinden alınmış yeni bir isimdir. Me-de-ne fiil kökünden gelen medine, ikamet etmek mânâsındadır. Sınırları belirli yerleşim yerlerine veya düşmanlardan korunmak maksadıyla yüksek yerlere inşa edilen kalelere ‘medine’ denmiştir. Arapçada yerleşim yerlerinin küçükleri ‘belde’, büyükleri ise ‘medine’ diye adlandırılır. Yesrib şehri, Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), hicretinden sonra ‘Medine’ ismiyle anılmıştır. Ayrıca İslâm dünyasında zaman içinde Medine-i İsfahan, Medine-i Mansûr (Bağdad) ve Kisra’nın şehri Medâin (şehirler) gibi on altı farklı şehir Medine adıyla anılmıştır.

Bazı dilciler, Medine’nin “dâne” fiil kökünden isim olduğunu söylemişlerdir. Bu kök, itaat, mülk, hüküm ve sultan gibi mânâlara sahiptir. Bu durumda ‘medine’ kelimesi, dîn ile aynı kökten gelmektedir ve belirli bir idare gücünü kabul edip ona itaat eden insanların yaşadığı yer anlamını ifade etmektedir. Nitekim Arapçada belirli bir idare gücünü kabul ettiği için şehirde yaşayanlara ‘medenî’, çölde yaşayanlara ise ‘bedevî’ denilmiştir. ‘Bedevî’ kelimesi aynı zamanda ‘hadarî’ (yerleşik) kelimesinin zıt anlamlısıdır. Ayrıca yine ‘dâne’ fiilinden gelen ‘deyn’ (borç) kelimesi ile de ‘medine’ arasında sorumluluk açısından bir alâka kurulması mümkün görünmektir.

Medine kelimesinin ifade ettiği olumlu çağrışımlar, Müslüman ilim adamlarını şehirde yaşamanın faziletleri üzerine düşünmeye sevk etmiştir. Hattâ ünlü filozof Farabi (ö. 339/950), felsefî sisteminin bir özetini yaptığı ve son kısmında siyaset felsefesine dâir fikirlerini ele aldığı eserine Mebâdiu ârâi ehli’l-medîneti’l-fâzıla (Faziletli şehir halkının görüşlerinin ilkeleri) adını koymuştur. O, Medine kelimesi ile belirli bir şehri kastetmemiş; kelimeyi kök anlamına uygun olarak hem ‘şehir’ hem de ‘yönetim/devlet’ mânâlarını çağrıştıracak şekilde kullanmıştır. İdeal devlet ve yönetim modelini ise şehirde yaşamanın erdemlerinden hareketle belirlemeye çalışmıştır. Ona göre her insan yaratılıştan birçok şeye muhtaçtır. İhtiyaçlarını karşılamak ve mükemmel bir insan olabilmek için başka insanların yardımına ihtiyaç duyar. İnsanlar arasındaki yardımlaşma ve iş bölümü şehirlerde daha kolay mümkün olduğundan, en üstün iyiliğe ve tam mükemmelliğe ancak şehirlerde ulaşılır. İnsanların mutluluğu elde edebilmek için birbirine yardımcı olduğu şehirler, ‘el-medînetu’l-fâzıla’dır; yani erdemli ve mükemmeldir. Erdemli şehirdeki insanlar, iyiliği elde etmek için iradelerini kullanır ve birbirine yardımcı olurlar. İyilik ortak paydasında birbiriyle yardımlaşan insanlar, erdemli şehirleri, mutluluğu gerçekleştirmek için şehirleri birbiriyle yardımlaşan milletler, erdemli milletleri, ortak özelliklere sahip milletler de evrensel faziletli yönetimi meydana getirirler. Böylece Farabi, faziletli şehir kavramından hareketle evrensel bir medeniyet telâkkisi ortaya koymaya çalışır.

Medeniyet kelimesi ile ifade etmemiş olsa da ‘medeniyet’ kavramını sistemli bir şekilde ilk ele alan tarihçi İbn Haldun’dur (ö.808/1405). O da Farabî gibi insanların bir arada yaşamalarının fıtrî olduğu düşüncesinden hareket eder. Filozofların “İnsan, yaratılış itibarıyla medenîdir” (Medeniyyün bi’t-tab’) sözünde belirttiği gibi insanların kendilerini korumak ve ihtiyaçlarını karşılamak için toplum hâlinde yaşamalarının zarurî olduğunu söyler. Ona göre, toplum hayatının devamı için gerekli bir başka unsur ise ‘egemenlik’ kavramıdır. Zîrâ insanların bir arada yaşayabilmeleri belirli kurallara uymalarına bağlıdır. İnsanların birbirine zarar vermemesi için kuralların uygulanmasını temin edecek bir idare etme gücüne (mülk) ve toplumu bir arada tutan ortak bir dayanışma duygusuna ihtiyaç vardır. İşte bu dayanışma duygusu bedevilerde ‘asabiye’ yani kan bağıdır. Ancak asabiye yalnızca kan bağından ibaret değildir. Bir topluluğu belirli bir gayede birleştiren onları topluluk kılan her bağ asabiye kavramı içinde değerlendirilebilir. Bu durumda asabiyeyi ‘içtimâî dayanışma duygusu veya şuuru’ şeklinde tanımlamak mümkündür.

İçtimâî dayanışma duygusu (asabiyye) bütün insan topluluklarında ortaktır. İbn Haldun, toplumsal dayanışma duygusu ile hareket eden toplulukların hadarî/şehirli, bedevî/göçebe olmak üzere iki ayrı ekonomik-toplumsal örgütlenme biçimine sahip olduklarını öne sürer. Hadarî olsun bedevî olsun her toplumun bir umranı vardır; bedevî umran zamanla gelişerek hadarî umran hâline gelir. Hadarî/şehirli umran ifadesi ise bugün bizim medeniyet dediğimiz kavrama yakın bir mânâ ifade etmektedir. Bu takdirde İbn Haldun’un medeniyet telâkkisinin temelinde Farabî’de olduğu gibi şehir yani medine olduğu söylenebilir. O şehirli olmayı topluluk bilinci üzerinden temellendirerek, şehirlilerin ortaya koyduğu maddî-mânevî gelişmişliği umran (imar etmek) olarak ifade etmiştir.

Batı dillerinde medeniyet anlamına gelen civilization (şehirleşme) 1835 yılından itibaren sözlüklerde yer almış yeni bir kelimedir. Başlangıçta İslâm geleneğine bağlı olarak civilization/medeniyet, ‘kültürün şehirlerde ortaya çıkan şeklidir’ diye tanımlanmıştır. Medeniyet konusunu tarih araştırmalarının merkezine yerleştiren ünlü tarihçi Toynbee, bu tanımı kapsayıcı bulmaz. Zîrâ tarihte şehir kurmamış medeniyetler de vardır. Ona göre her medeniyetin arkasında vahiyle belirlenmiş bir vizyon vardır. Bu sebeple o, medeniyetleri din eksenli sınıflandırmayı tercih eder. Ona göre kültür “bir toplumun üyelerinin, açıkça soya çekimden gelen düzenli davranışları dışında kalan içsel ve dışsal davranış düzenlilikleri”; medeniyet ise “içinde bütün insanlığın, herkesi kapsayan tek bir ailenin üyeleri olarak, tam bir uyum halinde yaşayabilecekleri bir toplum durumunu ortaya koymak için girişilmiş bir çabadır.” (Toynbee, 1/45, 46) Ancak Toynbee’nin arzu ettiği bu ideal durumun gerçekleşmesi için diğer medeniyetlerin her türlü iddiasından vazgeçerek Batı medeniyeti içinde eritilmesi gerekmektedir. Nitekim o, Batı Medeniyeti ile İslâm Medeniyeti’ni karşılaştırdığı bir makalesinde, İslâm’ı tarihten tamamen silinmesi gereken bir rakip olarak değerlendirir. (Canan, s. 40)

Farabi ve İbn Haldun’un yaklaşımlarında birleştirici ve mücerret bir medeniyet tanımı yapılmışken Toynbee, özellikle farklı medeniyetler arasındaki ilişkileri incelediği yazılarında medeniyetlerin ayrıştırıcı nitelikleri üzerinde durmuştur. Ayrıca medeniyet, Batı’nın maddî refah ve teknik açıdan ileri olduğu bir dönemde tedavüle sokulmuş bir kavram olduğundan, kısa zamanda teknoloji ve kalkınmışlık anlamları ile özdeşleştirilmiştir. Böylece seküler Batı dünyası hem kendi farklılığını ifade edecek hem de kendi dünya görüşüne evrensel bir imaj sağlayacak sihirli bir kavrama kavuşmuştur. Bu düşünceden hareketle bazı yazarlar, Batı medeniyetinin insanlığın ulaştığı nihai zirve olduğunu iddia ederek, diğer medeniyetleri geri ve çağdışı saymışlardır. Hattâ Huntington, tarihin sonunun medeniyetler çatışması ile gerçekleşeceğini iddia ederek, kültür ve medeniyet farklılıklarını siyasî hedeflerin gerçekleşmesine engel teşkil eden ve ortadan kaldırılması gereken hususlar olarak iddia etmiştir.

Kendi Medeniyetimize Doğru

Medeniyet yeni bir kavram olmakla birlikte modern dönemlerde siyaset ve tarih felsefesinde son derece önemli hâle gelmiştir. Bu sebeple İslâm dünyasında da birçok âlim ve aydın medeniyet kavramına ilişkin tahliller yapmışlardır. Meselâ Cezayirli düşünür Malik b. Nebi’nin (ö. 1973) fikirlerinde medeniyet kavramı önemli bir yer tutar. O, medeniyeti, antropolojik açıdan ele almak yerine fonksiyonel açıdan ele almak gerektiğini söyleyerek, kendi medeniyet anlayışını şöyle dile getirir: “Medeniyet, maddî ve mânevî şartlar bütünüdür. Bu şartlar, bir cemiyete ve o cemiyetin her ferdine çocukluktan ihtiyarlığa, hayatının her devresinde, gelişmesinin her safhasında, ona lâzım olan desteği sağlarlar.” Ona göre, medeniyet birtakım ürünler meydana getirir, fakat ürünleri onu meydana getiremez. (Malik b. Nebi, 30, 31)

Günümüz âlimlerinden Fethullah Gülen Hocaefendi, medeniyetle alâkalı görüşlerini “Medeniyet veya Mefhum Karmaşası” ve “Kendi Medeniyetimize Doğru” adlı makalelerinde, ayrıca farklı eserlerindeki yazılarında dile getirmiştir. Hocaefendi, eskilerin medeniyeti “köy, kasaba, şehir nerede olursa olsun, insanî duygu ve düşünce etrafında toplanmış ruhların, insan olmalarını idrak şuuruyla bir arada yaşamaları” şeklinde tarif ettiklerini söyleyerek, birçok konudaki görüşlerine katılmadığı hâlde Farabi ve İbn Haldun’un yaklaşımlarına atıf yapmıştır. Böylece o, medeniyet kavramının kendi kültür dünyamızdaki köklerine işaret ederek, medeniyet kavramının Batı kökenli bir kavram olmadığına dikkatlerimizi çekmiştir.

Hocaefendi, değişik telakki, anlayış ve felsefelere göre pek çok varyasyonu olduğunu belirttiği medeniyet kavramının antropolojik bir yaklaşımla, “gelişmişlik veya az gelişmişlik açısından herhangi bir toplumda, insan hayatının her türlü organizasyonu ya da bir milletin düşünce, inanç, sanat telakkisi veya o milletin maddî-mânevî varlığına has evsâfın bütünü” şeklinde basitten mürekkebe doğru bütün tanımları kapsayacak şekilde üç farklı açıdan ele alarak tanımlamıştır. Ancak Hocaefendi de Malik b. Nebi gibi bu tür antropolojik tanımların meseleyi izahta yetersiz kalacağı düşüncesinden hareket ederek “bir medeniyetin bütün muhassalası ve verileri, o medeniyetin ta kendisidir.” diyerek, medeniyeti, amelî (fonksiyonel) bir fenomen olarak ele almak gerektiğine dikkat çeker. Bu takdirde medeniyeti onun kanaatine göre “maddî-mânevî bir kısım şartların bütünü ve bu şartlar da herhangi bir toplumda, o toplum...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 01 Temmuz 2017, 03:16:29 Gönderen: ღ۩ Bilgin ۩ღ »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Ruh ve mânâ medeniyetine doğru
« Posted on: 23 Nisan 2024, 10:53:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Ruh ve mânâ medeniyetine doğru rüya tabiri,Ruh ve mânâ medeniyetine doğru mekke canlı, Ruh ve mânâ medeniyetine doğru kabe canlı yayın, Ruh ve mânâ medeniyetine doğru Üç boyutlu kuran oku Ruh ve mânâ medeniyetine doğru kuran ı kerim, Ruh ve mânâ medeniyetine doğru peygamber kıssaları,Ruh ve mânâ medeniyetine doğru ilitam ders soruları, Ruh ve mânâ medeniyetine doğru önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes