> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru  (Okunma Sayısı 615 defa)
31 Ekim 2010, 15:47:18
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 31 Ekim 2010, 15:47:18 »



Riyâsette Emânet ve Mes’ûliyet Şuuru


Allâh Teâlâ, kâinâtı ve içindekileri insana emânet olarak âmâde kılmış ve bunların tasarrufu husûsunda onu mes’ul tutmuştur. Servet, evlâd, sıhhat, makâm, mevkî gibi bütün nîmetler insana tevdî edilmiş emânetlerdir. İnsan, bu emânetlere titizlikle riâyet etmek mecbûriyetindedir. Emânetlere gereği gibi riâyet edip o nîmetlerin gerçek sâhibi olan Allâh’ın rızâsı istikâmetinde tasarrufta bulunmak, ilâhî rahmet, mağfiret ve bereketi celbetmenin en mühim vesîlelerindendir.

Bir toplumun huzur, sükûn, refah ve saâdeti, diğer birçok müessir yanında, evveliyetle emânet mes’ûliyetini lâyıkıyla idrâk etmiş idârecilere sâhip olmasıyla mümkündür. Bu bakımdan her ferdi, istîdatlarına uygun tarzda yetiştirmek ve ona lâyık olduğu mevkîyi vermek, bir cemiyetin en mühim vazîfelerindendir. Aksi hâlde lâyık olmadığı mevkîlere gelen kimseler sebebiyle işler fesâda uğrar, maddî ve mânevî hayatta çöküntü husûle gelir. Nitekim idârî işlerin, o işe ehil kimselere tevdî edilmesi,

âyet-i kerîmede şöyle emredilmiştir:

“Allâh size, emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmet tiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyor...” (en-Nisâ, 58)

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu Kur’ânî düstûra hakkıyla riâyet ederek her insanı kâbiliyet ve istîdâdına göre mevkîlere tâyin etmiştir. Yâni ashâbından zâhidliği ile mâruf olan bir zâtı ordu kumandanlığına, ordu kumandanı olacak bir kimseyi de kadılığa tâyin etmemiştir.

Yine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, emânetlerin ehline verilmemesini, dünya hayatını kıyâmet sahnelerine çevirecek derecede büyük bir ifsâd sebebi olarak görmüştür. Birgün ashâbıyla konuşurken bir kimsenin:

“—Kıyâmet ne zaman kopacak?” sorusuna:

“—Emânet zâyi edildiği zaman kıyâmeti bekle!” cevâbını vermiştir.

“—Emânet nasıl zâyi olacak?” diye sorulduğunda ise:

“—İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyâmeti bekle!” buyurmuştur. (Buhârî, İlim, 2; İbn-i Hanbel, Müsned, II, 361)

Bu sebeple hayatın maddî veyâ mânevî her safhasında emânetleri ehline tevdî etmek ve daha lâyıkı bulunduğu zaman da vazîfeyi ona terk etmek zarûrîdir.

İslâm mütefekkirleri, yüce dînimizin en küçük bir cemaatten devlete kadar idârî hususlardaki en esaslı düsturlarını tespit ederken evveliyetle:

1. İdârecilerin amel-i sâlih sâhibi olmalarını,

2. Emânetlerin, yâni mevkî ve memuriyetlerin liyâkate göre tanzim ve tevzîini,

3. İstişâre ile hareket edilmesini zikretmişlerdir.

Bu üç düstûrun dışındaki hususlar, zaman ve zemînin gerektirdiği şartlara göre şekillendirilmek üzere ictihâda havâle edilmiştir.

Diğer taraftan, Allâh rızâsını tahsil ve topluma hizmet kasdı ile maddî veyâ mânevî bir sahada idârî makamlara gelenler, o makamların bir emânet olduğunu, orada muvakkaten, yâni belirli bir süre için bulunduklarını benimsemeli ve o makâma, ebedî kalacakmış gibi bağlanmaktan sakınmalıdırlar. Nitekim bu hakîkati ifâde eden, “Mahkeme kadıya mülk olmaz.” darb-ı meseli meşhûrdur.

Emâneti üstlenenlerin, onun hakkına lâyıkıyla riâyet edebilmeleri için Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyyenin ölçüleri dâhilinde bir takvâ hayatı yaşamaları îcâb eder. Kitlelerin önünde olan kimseler, her türlü hareket ve faâliyetlerinin, -tâbiri câizse- ilâhî bir kamera karşısında bulunduğu hissi içinde, gerçek bir Müslüman şahsiyeti sergilemelidirler. Olgun bir idâreci, bir yandan vazîfesini lâyıkıyla îfâ etmeye çalışırken bir yandan da; “Gökte ve yerde hiçbir şey kendisine gizli olmayan” (Âl-i İmrân, 5) “Kuluna şah damarından daha yakın olan” (Kâf, 16) Rabbinin murâkabesi altında, dâimâ ihsân kıvâmında bir hayat yaşamalıdır.

İdâreciler, rehberler ve önde gidenler, etraflarında menfaat mukâbili kendisini alkışlayanlarla, samîmî insanların telkinlerini ayırd etmeli, nefsinin hoşuna giden iltifatların girdaplarında boğulmamalıdırlar. Samîmiyetsizce ve menfaat umarak kendilerini alkışlayanlara karşı âmâ, tabasbusta bulunanlara karşı da sağır davranmalı, istikâmet üzere hakkı tevzî etmekten gâfil kalmamalıdırlar.

Ayrıca fânîlerin övgü ve iltifatlarına îtibâr ederek gurur ve kibre sürüklenmek sûretiyle hayırlı amellerinin ecrini de imhâ etmemelidirler. Bu hususta Yavuz Sultan Selim Hân’ın, Mısır seferi dönüşündeki hâli ne güzel bir misâldir:

Yavuz Sultan Selim Han, büyük zaferlerle dolu Mısır seferinden İstanbul’a döndüğünde gündüz vakti Üsküdar’a vâsıl oldu. İstanbul halkının, kendisini büyük bir tezâhürât ile karşılayacağını haber aldığından, Lalası Hasan Can’a:

“–Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın, ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Fânîlerin alkışları, iltifatları ve zafer tâkları nefsimizi gurura sevk ederek amellerimizi boşa çıkarmasın!” dedi.

Yavuz’u, o korkunç Sina çölünde kükreyen bir arslan, Mısır’a girişte gözü yaşlı, şükreden, mütevâzî bir mü’min, Üsküdar’da kendi sini bir nefs muhâsebesiyle yönlendiren ilâhî ve derûnî lezzet lere müstağrak bir derviş olarak görüyoruz.

Dünya saltanatını dâimâ kalbinin dışında taşıyan Koca Hünkâr, ömrünün son anlarında iken Lalası Hasan Can’ın:

“–Hünkâr’ım! Artık Rabbinizle berâber olma zamânıdır.” demesi üzerine hayretle Hasan Can’ın yüzüne bakarak:

“–Lala! Sen bizi şimdiye dek kiminle sanırdın!” cevâbını vermişti.

Günümüzde de, Yavuz gibi madde ve mânâ, dünyâ ve ukbâ, beden ve rûh muvâzenesine sâhip, dirâyetli idâreciler yetiştiren îmândaki aşk, ahlâktaki fazîlet ve idealdeki ulvîliğe ne kadar muhtâcız!..

Nasıl ki bir gülistanda gezen kişi, oradaki çiçeklerden akseden güzellikler sebebiyle dâimâ tebessüm hâlinde olursa, toplumun önünde yürüyenler de bu hâlet-i rûhiye içinde sabırlı, mütebessim ve insanların dertlerini omuzlamaya mütehammil olmalıdırlar. Zîrâ onlar, insanları sevk ve idârenin her şeyden önce gönül almakla, gönüllere huzur ve saâdet bahşetmekle mümkün olduğunu bilmelidirler. Hazret-i Mevlânâ

-kuddise sirruh- ne güzel söyler:

“Eğer sen de ba sî ret var sa, gönül Kâ be’si ni ta vâf et!

Topraktan ya pıl mış san dı ğın Kâbe’nin asıl mâ nâ sı gö nül dür… Şu nu iyi bil ki sen, Al lâh’ın nazargâ hı olan bir gön lü in ci tir, kı rar san, Kâ be’ye ya ya ola rak da git sen, ka zan dı ğın se vap, gö nül kır ma nın gü nâ hı nı telâfî edemez.”

Hizmet sahası ne olursa olsun her bir idâreci, vazîfesinin gerektirdiği, bedenî, rûhî ve ilmî dirâyete sâhip olmalı, gönlünü mânevî hasletlerle tezyîn etmelidir. Gönlü, Allâh, Rasûlullâh ve din kardeşlerinin muhabbeti ile meşbû olmalıdır. Hâlık’tan ötürü mahlûkâta merhamet, muhabbet ve şefkat ile bakabilme hassâsiyetini taşımalıdır. İhlâs, tevâzû, istikâmet, affedicilik, istişâre ile karar verebilme gibi vasıfları hâiz olmalı, kendisini ilmen ve ahlâken sürekli geliştirmelidir. Maiyyetinde bulunanların kusurlarını kendisine izâfe ederek, muâhezeyi nefsine, musâmahayı gayrıya yöneltmelidir. Allâh’a teslîm olmanın, O’nun verdiği imkânlara kanaat etmenin ehemmiyetini bildiren ilâhî ve nebevî beyânları şiâr edinmeli, bu istikâmette mütevâzî bir hayat yaşamalıdır.

Tevâzuun zıddı olan kibir, azamet taslamaktır. Şöhret ise insan için en büyük nefs âfetlerindendir. Kibre dûçâr olup şöhret sevdâsına tutulan bir kişi, pek çok zulümler işler de farkında bile olmaz. Netîcede kendini alçaltıp rezil eder ve zâlimlerden olur. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

“Bahar mevsiminde bir taş yeşerir mi? Toprak gibi mütevâzî ol ki senden renk renk güller ve çiçekler yetişsin!..”

Yâni baharın berekâtından asıl nasîb alan yalnız topraktır. Ondan dolayı üzerinde çiçekler bitip renk renk goncalar açarken bir taş parçası da baharı görür, fakat ondan nasîb alamaz. Kibir ve şöhrete dûçâr olan kimseler de tabiattaki kayalar gibidir. Onların üzerinden bereketli nisan yağmurları akar gider de ondan nasipsiz kalırlar. Nefs engelini aşamayanlar için nefsin böyle âfetleri onlara birer mihrab ve kıble hâline gelir.

Tevâzû ehli sâlih kulları ise Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle metheder:

“O Rahmân’ın has kulları ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler…” (el-Furkân, 63)

İnsanlık haysiyetini rencide eden menfî sıfatları bertaraf etmek için, zühd, takvâ ve ihsân kıvâmında bir kulluk hayatı yaşamak zarûrîdir. Hak dostlarının hâlleri bu hususta en güzel misâllerdir. Nitekim gönül sultanlarından Bahâeddin Nakşibend -kuddise sirruh- da, hayatı boyunca Allâh’ın lutfettiği nîmetlerin şükrünü îfâya çalışmış, senelerce muhtaç insanlara, hasta hayvanlara hizmet ederek, hattâ sokakları elleriyle temizleyerek bu âyetin şümûlüne girebilme gayret ve heyecânıyla yaşamıştır. Onun, mânevî derecelerinin yüksekliğine rağmen kendisini dâimâ kapı eşiğinde gören bir hâlet-i rûhiyeye sâhip oluşunu aksettiren şu mısraları, bizler için ne ibretli bir gönül ufku sergilemektedir:

Âlem buğday ben saman,

Âlem yahşî ben yaman!..

Bu bakımdan herhangi bir topluluğun önünde bulunanlar, mes’ûliyetini taşıdıkları insanları kendilerine hizmetçi değil, bilâkis kendilerini onlara hizmetçi mevkiinde görmeli ve onlara mütevâzî, mütebessim ve yumuşak davranmalıdırlar. Kendi hâllerini dâimâ kontrol altında tutup, insafsız ve katı kalbli olmaktan sakınmalıdırlar. Zîrâ hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulmaktadır:

“Yöneticilerin en kötüsü, insafsız ve katı kalbli olanlardır.” (Müslim, İmâre, 23)

“Allâh’ım! Ümmetimin idâresini üstlenip de onlara zorluk çıkaran kimseye Sen de zorluk çıkar. Ümmetimin idâresini üstlenip de onlara yumuşak davrananlara Sen de yumuşaklık göster.” (Müslim, İmâre, 19; İbn-i Hanbel, Müsned, VI, 93, 258)
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru
« Posted on: 23 Nisan 2024, 20:23:55 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru rüya tabiri,Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru mekke canlı, Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru kabe canlı yayın, Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru Üç boyutlu kuran oku Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru kuran ı kerim, Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru peygamber kıssaları,Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuru ilitam ders soruları, Riyâsette emânet ve mesûliyet şuuruönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes