๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 23 Aralık 2010, 15:50:06



Konu Başlığı: Riyakârlıktan kurtulma yolları
Gönderen: Sümeyye üzerinde 23 Aralık 2010, 15:50:06
Riyakârlıktan kurtulma yolları


Bu makamın temeli, mertebe ve makam sevgisidir.
Bu makam fasıllara ayrıldığı zaman, şu üç tavrı sergilemek gerekir;
övmenin lezzeti ile kötülemenin eleminden kaçmak ve halkın elindekinden tamahını kesmek.

Bir bedevi Hz. Peygamber'e der ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Kişi (vardır ki) hamiyetten dolayı çarpışır. Bir kişi de vardır ki kahramanlığı bilinsin diye çarpışır. Başka bir kişi vardır ki zikir için çarpışır. Bu kişiler hakkında ne buyrulur?
-Kim sadece Allah'ın kelimesi (kanunu ve nizamı) en yüce olsun diye çarpışırsa, o kimse Allah'ın yolundadır. (Müslim, Buhârî), (Ebu Musa’dan rivayetle)

Ne için mücadele ediyoruz?
Niyetlerimiz belirleyicidir. Bir işe niyet ederken, riyadan uzak durmaya gayret göstermeliyiz. Ne yaparsak yapalım, Allah rızası niyetimizin belirleyicisi olmalı.
İbn Mes'ud şöyle demiştir: İki saf (Müslüman ve kâfir safları) karşılaştıklarında melekler inip halkı, mertebelerine göre yazarlar: 'Falan adam anılmak için çarpışır. Filan adam da mülk edinmek için çarpışır'.
"Kim sadece bir deve yuları için savaşa katılırsa, ona ancak niyet ettiği vardır." (İmam Ahmed, Dârimî, Nesâî, İbn Hibban, Taberanî, Hakîm ve Beyhâkî)

Püf noktası
Nefsi, ibâdetlerin gizlenmesine ve üzerine kapıları kapatmaya alıştırmalıdır. Riya için gizlilikten daha faydalı bir ilâç düşünülemez. Bu, mücadelenin başlangıcında pek kolay değildir. Bir müddet zorluğa katlanıldığı takdirde ağırlık kalkar. Allah'ın ardı kesilmez lütfû, güzel tevfîk ve te'yidiyle onu yapmak kendisine kolay gelir. "Bir kavim, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez." (Ra'd/11), "Allah ihsan edenlerin ecrini zâyi etmez." (Hûd/116)

Riyanın tehlikeleri üçtür
Birincisi: Halkın, yaptığımız iyilikleri bildiğini bilmek ve ummaktır.
Kişi nefsine şöyle demelidir: "Senin halkla ne alıp vereceğin vardır? Bilmelerinde veya bilmemelerinde ne kârın, ne zararın vardır? Allah senin hâlini bilir! O halde, başkasının bilmesinde ne fayda vardır?"

İkincisi: Nefsin heyecanla onların övgüsüne tâlip olup onların yanında büyük derece elde etmeye çalışmasıdır.
Eğer isteği, övgünün zevkine doğru kayarsa, daha önce kalbine yerleşen riya afetini, kıyâmette Allah katında Allah'ın kahrına mâruz kalacağını ve amellerine en muhtaç olduğu bir vakitte mahzun olacağını hatırlaması çare olacaktır.

Üçüncüsü: Nefsin, o övgüyü kabul edip meyletmesi ve övgünün gerçekleşmesi hususunda samimî olarak heyecanlı rağbeti gelir.
Her şeyin sahibinin Allah olduğunu hatırlamak gerekir. Veren de alan da Allah’tır. Bir başkası bize sadece bir şeyi verirken sebep olabilir. Sebeplere takılmak bizi gerçek yoldan saptırır.

Şeytana uymak veya vesvese
Allah Teâlâ kullara ancak güçlerinin yeteceği kadar yükler. Şeytanı vesveselerinden menetmek, tabiatı şehvetlere meyletmeyecek derecede dumura uğratmak, insan gücünün haricindedir. İnsanın bu husustaki en son imkânı şehvetine, neticelerin, din ilminin, Allah'a ve son güne iman etmenin usullerinin bilinmesinden doğan bir kerâhet ve istemezlikle karşı koymasıdır. Bunu yaptığında mükellef olduğu vazifenin en son noktasını yapmıştır.

Haberlerden şu rivayet buna delâlet eder:
Hz. Peygamber'in sahabeleri, ona şikayet ederek şöyle dediler:
Bizim kalbimize öyle şeyler geliyor ki, eğer biz gökten düşüp, kuşlar bizi kapsa ve uzak bir yere atmak üzere rüzgâr gibi götürse, kalbimize gelenleri söylememizden, bizim için daha sevimli olur!
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) dedi ki:

Siz bunu kalbinizde buldunuz mu?

Ashab 'Evet, buluyoruz!' dedi. Hz. Peygamber (s.a) İşte o açık imandır' dedi. (Müslim
Ashab vesveseden, kerahet getirip tiksinmekten başka bir şey görmediler.
Şeytanın hilesini vesveseye dönüştüren Allah'a hamd ve senâlar olsun. (Ebu Dâvud, Nesâî ve Tayalisî)

Vesvese ile mücadele
Ebu Hâzım şöyle dedi: 'Nefsinde olanı, nefsin senin için kerih görürse, düşmanından gelen sana zarar vermez. Nefsinden olana, nefsin senin için razı olursa, onu ondan dolayı azarla!' O halde, şeytanın vesvesesi ve nefsinle olan münâzaasına kaçınma ve tiksinme ile karşı koyduğun zaman sana zarar vermez. Riyayı tahrik eden sebepleri hayale getiren, hatırlatan ve ilimle olan hatarat (vesvese) şeytandandır (şeytanîdir). O hatarattan sonra 'rağbet' ve 'meyl' nefistendir. 'Kerâhet' (bunları istememek) de imandan ve aklın eserindendir. Ancak şeytanın burada bir hilesi vardır. Şöyle ki: Şeytan onu riyaya sevk etmekten aciz kaldığı zaman, kendisine şu hayali verir: 'Şeytana karşı mücadele ile meşgul olmakta kalbin salahı vardır!' Böylece kendisinden ihlâsın sevabını ve kalbin huzurunu almak ister. Çünkü şeytanın mücadelesiyle meşgul olup nefsi müdafaa etmek, insanı Allah ile münâcaat etmenin sırrından çevirip, dolayısıyla Allah katındaki mertebesinin eksilmesine sebep olur.

Riyadan kurtulurken
Şeytanın yüzüne çarpıp şeytanı yalanlamasıdır. Bununla durmayıp mücadele etmesidir. Çünkü böyle yapmanın kalbine daha selâmetli olduğunu sanır. Oysa bu yaptığı eksikliktir.
Çünkü Allah'ın münacaatını ve yapmakta olduğu hayrı bırakıp yol kesenlerle mücadele etmeye gitmiştir. Yol kesenlerle mücadele etmek, sülûkte eksikliktir.
-Cidâl ve kıtâlin sülûkte eksiklik olduğunu bilmesidir. O halde sadece şeytanı yalanlar, kovar ve mücadele etmekle meşgul olmaz.
-Yalanlamakla da meşgul olmaz. Çünkü az da olsa bu meşguliyet bir durgunluktur. Hatta kalbinde riyayı hoş karşılamamayı ve şeytanı yalanlamayı kararlaştırmıştır. Onların üzerinde durup mücadele ve yalanlamakla meşgul olmadan o hoş karşılamamaya devam eder.
- Riyanın sebeplerinin cereyan ettiğinde şeytanın kendisinden nefret edeceğini anlamıştır. Bu bakımdan, şeytan ne zaman vesvese verirse içinde bulunduğu ihlası daha da artırmaya azmetmiştir. Allah'a ibâdet ile daha da fazla meşgul olmalı, sadaka ve ibâdetini daha fazla gizlemelidir.

Şeytanın bizi bırakması
Fudayl b. Gazvan'a (Dedesi ed-Dubî kabilesinden Cerir'dir. Kûfeli bir zattır. Güvenilir olan bu zat, H. 40 senesinde vefat etmiştir.) 'Filân adam senin gıybetini yapıyor' denildi. Cevap olarak şöyle dedi: 'Allah'a yemin olsun, ben ona bu emri vereni kızdırıyorum!' Kendisine 'Ona emreden kimdir?' denildi. Cevap olarak şöyle dedi: 'Ona emreden şeytandır. Ya rabbî! Onu affet!'

Yani o hususta Allah'a itaat etmek suretiyle onu kızdırırsın. Şeytan bir kulun böyle yaptığını bildiğinde hasenâtının daha da artacağından korkarak ondan vazgeçer.

İbrahim et-Teymî şöyle demiştir: 'Şeytan, kulu günah kapısına dâvet eder. Fakat kul ona itâat etmediği gibi, bir de hayır işlerse, şeytan onun yakasını bırakır. (Zira hasenâtının artmasından korkar)'.
Yine şöyle demiştir: 'Şeytan seni mütereddit gördüğünde senden ümitli olur. Seni kararlı gördüğünde senden usanır ve nefret eder!'

Af dilemek
Şeytanın vesilesi de ancak dünya sevgisidir! sözleri, nerdeyse gurura yaklaşmıştır; zira Hz. Peygamber (s.a) bile şeytanın vesveselerinden kurtulamamıştır, ondan başkası nasıl kurtulabilir? Onların zannettiği gibi, şeytanın bütün vesveseleri, şehvet ve dünya sevgisinden ibaret değildir.

Aksine Allah'ın sıfatları ve isimlerinde, bid'at ve dalâletin güzel gösterilmesinde ve benzerlerinde de vesvese olur! Hiç kimse vesveseye girmekten kurtulamaz. Bu sırra binaen Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Biz senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki o bir şey arzu ettiği zaman şeytan onun arzusunun içine mutlaka bir ilkada bulunmuş olmasın. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. (Hac/52)

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki kalbimin üzerine perde geliyor ve muhakkak ki ben günde yüz defa Allah'tan af talebinde bulunuyorum.


ALINTI