๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 01 Eylül 2010, 12:51:30



Konu Başlığı: Resûl-i Ekremin amcasını islâma dâveti
Gönderen: Hadice üzerinde 01 Eylül 2010, 12:51:30
                                                     Resûl-i Ekremin, Amcasını İslâma Dâveti
Ebû Tâlib, müşriklerle arasında geçen konuşmadan sonra Peygamberimize,
"Vallahi, ey kardeşimin oğlu! Senin onlardan istediğin şeyi, ben hak ve hakikatten uzak görmedim" dedi.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, sevdiği ve saydığı amcasının Müslüman olacağı ümidiyle sevinç içinde,
"Ey Amca!" dedi. "Gel, bari sen `Lâ ilâhe illallah` de de, onunla sana âhirette şefaat edebileyim."
Fahr-i Kâinatın bu candan ve samimi arzusuna ne yazık ki, amcası gönlünü ferahlatıcı bir cevap vermedi.
"Yeğenim," dedi, "vallahi, benden sonra, sana ve atalarının oğluna, çok yaşlanmaktan dolayı bunaklık atfetmeleri korkusu olmasaydı, istediğin şeyi söyleyip, sana tabi olurdum. Kureyş, o istediğin sözü; ölümden korkarak söylediğimi zannedecekleri için, söyleyemeyeceğim."
Fakat, buna rağmen, sevgili Peygamberimiz, amcasını İslâma dâvetten ve teşvikten vazgeçmedi. Mübârek kalbi, kendisini canı gibi seven amcasının îmânsız gittiği takdirde uğrayacağı dehşetli akibetin ızdırabıyla çarpıyor ve devamlı,
"Ey amca, `La ilâhe illallah` de ki onunla âhirette sana şefaat edebileyim" diyordu.
Yine böyle bir dâvet ve teşvikte bulunduğu sırada, Ebû Talib`in başucunda Ebû Cehil ile Abdullah bin Ebî Ümeyye de vardı. İkisi de,
"Yâ Ebû Talib! Sen, Abdülmuttalib`in milletinden, onun dininden yüz mü çevireceksin?" dediler.
Resûl-i Ekrem, müşriklerin bu sözlerine aldırış etmedi ve kelime-i tevhidi amcasına arza devam etti. Onlar da aynı şekilde sözlerini tekrarlayıp durdular. Sonunda Ebû Tâlib kendisinin Abdülmuttalib`in dini üzere olduğunu söyledi.289
Buna rağmen Peygamberimizin mübârek gönlü, kendisini çok seven amcasının, kendisine her türlü eziyet ve hakareti revâ gören müşriklerle aynı âkibete uğramaktan derin ızdırab duyuyor ve
"Ey Amca, şunu bilmelisin ki, Allah tarafından alıkonuncaya kadar, senin affedilmeni isteyip duracağım"290 diyordu.
Nihâyet, Ebû Talib, makbul bir îmâna nâil olamadan 87 yaşında iken dünyaya gözlerini yumdu.291
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, indirdiği âyet-i kerime ile Resûlullahın şahsında bütün mü`minlere hitap etti:
"Sen, sevdiğin kişiyi hidâyete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidâyet verir. Doğru yolda olanları en iyi bilen de Odur." 292
Resûl-i Ekrem Efendimizin mübârek ve nazik kalbi, amcasının vefatıyla fazlasıyla acı duydu. Gözleri yaşla doldu ve mübârek dudaklarından şu cümleler döküldü:
"Allah ona rahmet etsin. Mağfiretini ihsan buyursun."
Vefatı sırasında Hz. Abbas da Ebû Tâlib`in başucunda bulunuyordu. Hz. Abbas o sırada henüz Müslüman olmamıştı. Tam öldüğü sırada dudaklarının kımıldadığını görünce, kulak verip dinledi ve "Lâ ilâhe illallah" dediğini işitti. Resûl-i Ekrem Efendimize,
"Ey kardeşimin oğlu! Vallahi, kardeşim Ebû Tâlib, senin söylemesini istediğin tevhid kelimesini söyledi" dedi.
Resûl-i Kibriyâ, gözyaşları arasında,
"Ben işitmedim" buyurdu.293
Amcasını kaybedişinden dolayı, bütün insanlığa rahmet hazinesi olan kalbi teessür içinde olan rahmet Peygamberi Efendimiz, cenâzesinin arkasından da şöyle duâ etti:
"Amca, Rabbim seni rahmetine eriştirsin, hayırla mükâfatlandırsın."294
Bu sırada yine mevzu ile ilgili şu âyet-i kerime nazil oldu ve mü`minlere değişmez bir ölçü verdi:
"Akrabâ bile olsalar, onların Cehennemlik oldukları ortaya çıktıktan sonra müşrikler hakkında Allah`tan af dilemek, ne Peygambere ve ne de îmân edenlere uygun düşmez." 295
Amcasının vefatı Resûl-i Ekremi hem üzdü, hem de derinden derine düşündürdü. Zira kendisine o âna kadar zahirî hâmilik eden, müşriklerin şirretliklerinden muhafaza etmeye çalışan o idi.
Gerçekten en zor ve çetin şartlar altında bile çok sevdiği yeğeninin koruyuculuğunu esirgememiş, akrabalarının düşmanlıkları pahasına himâyeden vazgeçmemişti. Bu himâye sebebiyle Kureyş müşrikleri Peygamber Efendimize fazla ilişememişlerdi.
Ama şimdi ortada Ebû Tâlib yoktu. Müşriklerin dinmek bilmez kin ve husumetlerinin eseri olan taşkınlıklarına karşı kendisini zahîren koruyacak kimse kalmamıştı. Ama, Cenâb-ı Hakkın muhafaza ve himâyesi de hiç bir maddî himâyeci ve koruyucuya ihtiyaç bırakmayacak tarzda sevgili Resûlünün üzerinde bundan böyle de eksik olmadı.