๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 17 Eylül 2010, 13:02:05



Konu Başlığı: Öteler mülahazası
Gönderen: Sümeyye üzerinde 17 Eylül 2010, 13:02:05
Öteler Mülahazası

Muvâzene İnsanı Efendimizin (a.s) en mühim icraatından biri de kurduğu dünya nizamını "ahirette hesap verme" akidesine dayandırarak kurmasıdır. Bu hayat bir bakıma ahiretin mukaddimesi, ahirete hazırlayıcı bir tarla ve insan gönlünde ahiret şule ve şem'asının yakılması için verilmiş bir fırsattır. Onun İçindir ki, buraya "yevmüddünya", öbür tarafa da "yevmülahir" denilmiştir. Bu dünyada yapılanlar, doğacak öbür dünya için yapılmış olacaktır.

İşte Allah Rasulü (a.s.) bütün gönülleri tatmin edecek ve iz'an şulesini yakacak şekilde herkese bu dersi vermiştir.

Gönüller ahiret inancıyla Öyle dolmuştur ki sahâbî dünyayı istihkar edip âdeta gözleri dünya namına hiçbirşeyi görmez hale gelmişti. İşte bir misâl: Meâlen takdim ediyorum.

"Allah Rasûlünün (a.s.) huzuruna aralarında taksimi gereken bir maldan dolayı murafaa olmak için iki sahâbî geldi. Her İkisi de kendisine daha fazla hak iddia ediyordu. İki Cihan serveri bunları dinledikten sonra:


- "Şimdi sizden biriniz, derdini daha güzel anlatarak beni ikna edip hükmü lehine verdirebilir. Ben de sizin gibi bir beşerim; kimin delili daha muknî olursa ona göre hüküm veririm. Fakat ahirette işin hakîkatına göre hüküm verilecektir. Zâlim cezasını, mazlum da mükâfatını bütünüyle orada görecektir."deyince her ikisi birden:

-Ya Rasulallah! Benim hakkım da onun olsun, ben vazgeçtim, diyorlardı.


Daha sonra da Allah Rasulü (a.s) onlara şu hususu tavsiye buyurdu:

-Gidip malınızı âdil şekilde taksim edin,sonra da kur'a çekin. Kimin hissesine neresi
.düşerse payına razı olsun. Karşılıklı olarak
birbirinize de hakkınızı helâl edin. (11

Görüldüğü gibi ahirete iman sayesinde hayat bu şekilde tanzim edilmiş oluyordu. Öyle bir tanzim ki, ferd, bir günah işlediğinde kendisini bir direğe bağlıyor, affına ferman gelinceye kadar kendisini bu şekilde cezalandırmış oluyordu. Mesele o kadar ciddi ele alınıyordu ki, işlenen günahın ancak şehadet kanıyla temizleneceğine İnanan sahâbî, tereddütsüz canını Allah yolunda feda ediyor ve şehadet şerbetini içmek için akıttığı kanıyla Ötelere tertemiz olarak gitmeye çalışıyordu.

Saad b. Rebi' (r. a) Uhud'un eteğinde ruhunu Allah'a teslim edeceği sırada Allah Resulünden selâm getirdiğini söyleyen Muhammed b. Mesleme'nin fısıltılarını duyuyordu. Buna karşılık Saad b. Rebi de: "Allah Rasulüne benden selam söyle.

Vallahi Uhudun arkasında cennetin kokusunu duyuyorum!.." diyordu.

Evet; insana ölüm anında dahi bu saadeti tattırabilecek olan ahirete imandan başka ne olabilir? Beşerî hangi imkân, ferde, aileye ve cemiyete bu saadeti takdim edebilir?

Şimdi, kâinatın medâr-ı İftiharı yüce Nebi (a.s)'nın ümmetini haşr inancı noktasında nasıl eğittiğini bir parça anlayabilmek için onun femi mübarekinden çıkan inci mercanlardan birkaç numune verelim.

Allah Rasulü (a. s.) buyuruyor:
"Ey insanlar! Sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolacaksınız" Zerrat-ı asliyeniz, ervah ve esbabınızla yeniden dirileceksiniz. Hem cismânî hem ruhanî bir haşre mazhar olacaksınız. Vicdanınızda duyup kendisini göremediğiniz cenneti; bunun da ötesinde cilvelerini müşahede edip hakika-tına eremediğiniz Mevlâ'yı görmek için haşrolacaksınız. Allah Rasulü (a. s) devamla: "Dikkat edin! Ahirette ilk defa elbise giydirilecek Hz. ibrahim'dir. Dikkat edin! O gün ümmetimden bir takım insanlar sol taraflarından yakalanmış olarak getirilir. Ben: Ya Rabbi! Bunlar benim ashabım!., derim. Cenab-ı Hak bana hitaben: Ya Muhammed (a. s.)! Bilmiyorsun onlar senden sonra neler işlediler." der. Ben de artık salih kul Hz. İsa (a. s.) gibi derim: "Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şahittim, beni aralarından aldığında onları sen gözlüyordun. Sen her şeye şahitsin. Onlara azap edersen doğrusu onlar senin kulların, onları bağışlarsan güçlü olan, Hakîm olan şüphesiz ancak sensin!.
(2)
Ahmet b. Hanbel'in Hz. Enes'ten (r.a) rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte de Allah Rasulü (a. s) şöyle buyuruyor:

"Ademoğlu, Allah onu yarattığından bu yana ölümden daha şiddetli bir hadiseyle karşılaşmamıştır. Sonra ölüm, Ölümden sonrakilere nazaran daha hafif gelir. O gün öyle bir şiddetle karşılaşırlar ki, çenelerine kadar terlerler. Adeta ter, onların çenelerine gem gibi olur. öyle ki o ter denizinde istense gemiler bile yüzdürülebilir.(3)

Buhari ve Müslim'in Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet ettikleri şu hadis.yukandaki hadisi biraz daha tafsil eder mahiyettedir. Allah Rasulü (a. s) şöyle ferman ediyor:

"İnsanlar (kıyamet gününde) üç hal üzere haşrolurlar. Bunlardan birinci sınıf; dünyada havf ve reca muvazenesini kurmuş insanlardır." içleri her an Allah ile dolup taşan ve işlerini ahirette hesap verme şuur ve idrâkine göre ayarlayanlardır. En ümitsiz hadiseler karşısında dahi Cenab-ı Hakk'm rahmetinden ümit var olanlardır. Alabildiğine Allah'tan korkmalarına rağmen, küfrün bir şiarı olan ye'se ve ümitsizliğe düşmeyenlerdir. Ve böylece rağbet ve rehbet içinde hayatlarını geçirenlerdir.

"Diğer ikinci sınıf; cennete girebilmek için iki, üç, dört... ve on kişi bir bineğe binmiş olanlardır." Bir hayvanın üzerine bu kadar kişi binerek düşe kalka Cenab-ı Hakk'ın huzuruna gitmeye çalışmaktadırlar. Burada düşe kalka gittikleri, masiyet ve günahlarla yüzüstü düştükleri gibi orada da düşe kalka gideceklerdir.

"Üçüncü sınıfa gelince onları cehennem sevkedecektir. (Cehennemin içinden gelen kıvılcımlara göre mecburi istikamet takip edecekler.) Onlar kuşluk uykusuna yatmak isteseler cehennem onlarla kaylûle yapar;ne zaman geceleseler cehennem onlarla beraber geceler; ne zaman sabahlasalar cehennem onlarla beraber sabahlar. Ve yine ne zaman akşamı idrâk etseler cehennem de onlarla beraber akşama girer..."(4)

Çünkü onlar ruh ve vicdanlarında cehennemin çekirdeğini böyle taşıdılar. Cehennemin çekirdeğiyle geceleyip onunla sabahladılar. Binaenaleyh nasıl yaşadılarsa Öyle muamele görecekler. O çekirdek bir ağaç halinde neşv-ü nema bulacak ve yakalarını bırakmayacak.

İşte bunlar ve bunlara benzer dersler ile Allah Rasulü ümmetini ciddi bir ahiret şuuru İçinde yetiştiriyor ve bilhassa kendi devrinde şahabı, perdenin verasında bütün dehşetiyle cehennemi ve bütün debdebesiyle cenneti müşahede eder bir hava İçinde hareket ediyordu.

Evet, hayatı istikâmet ve faziletlerle geçirmenin tek çaresi bu edeb ile edeblenmek ve âhiret hayatını dünyada ahlâk haline getirmektir. Yoksa ahirete imanı olmayan fertlerde ve bu fertlerin meydana getirdiği cemiyetlerde fazilet ve İstikâmet düşünülemez. Eğer onlarda da faziletten bir iz görülüyorsa, bu sadece İnsanlık fıtratının cevherine ve çekirdeğine Cenab-ı Hak tarafından yerleştirilmiş olan fazilettir. Fıtrata yerleştirilmiş olduğundan dolayı da aksini yapmaları mümkün değildir. Bu imkansızlıktır ki, onları böyle faziletli işler yapmaya zorlamıştır. Bu İse hiçbir zaman çalışmak ve kazanmakla elde edilen fazilet seviyesinde değildir.

KUR'AN-I KERİMİN HAŞRİ İSBAT METODU:

Kıyametin vuku bulacağı hususunda hiç kimsenin tereddüdü yoktur. Hatta günümüzün müsbet ilmi ve ilim adamları da bu mevzuda ittifak halindedirler. Ancak onlar bu gerçeği çok uzun bir zaman sonra beklemektedirler.Halbuki fevkalâde hadiseler o kadar çoktur ki, bunlardan birisiyle kıyamet kopabilir.

Meselâ bidayette dünyadan koptuğu kabul edilen "ay" neticede anasının sinesine dönmek istese, işte dünya, atomik kanunlar İçinde müthiş bir infilaka maruz kalır... Ve kıyamet kopu verir.

Bir hadis-i şerifte Allah Rasulü (a.s.) Hz. Âişe'ye (r.a.) "Ay"ı göstermiş ve: "Ya Aişe! Şu zulmetle buru yen ayın şerrinden Allah'a sığın!" buyurmuştur.(5) Ondandır ki, ehlullah rüyada ayı görmeyi şerre; güneşi görmeyi ise hayra alâmet sayar ve öyle tabir ederler.


Bir kuyruklu yıldız gelip küre-i arza çarpıp kıyameti koparabilir. Veya yanlış bir atom denemesi bu kıyametin kopmasına sebep olabilir. Zahiri sebep ne olursa olsun bütün bunların ardında sebepleri elinde tutan Zât, sûr'a üfleme emrini verecek ve kıyameti koparacaktır.

Kur'ân-ı Kerim, bizim tespit edebildiğimize göre, öldükten sonra dirilme hakikatini iki gurupta toplamıştır.
Birincisi: Kıyâs-ı temsili
ikincisi: Nazirini gösterme metodu.


Kur'ân bu iki şıkkı ele alırken bîr makro alemden, afaki delillerle haşrin meydana geleceğini, bir de normo (enfüsî) dediğimiz âlemden bunu anlatırken mikro âleme de İnerek haşri İsbat ediyor. Ayrıca Kur'an-ı Kerim makro ve mikro alemi birden ele alarak meseleyi anlatır ki, biz buna âlemşümul delil de diyebiliriz. Bu son kısımda ise mutlak yaratılış nazara verilir.

Şimdi bütün bu kısımları sırasıyla arz etmeye çalışalım:


Kur'ân-ı Kerim, kıyâs-ı temsili usulüyle makro alemden misaller vermek suretiyle haşri isbat ediyor:
"Allah odur ki gökleri, görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti, sonra Arş üzerine İstiva etti (bütün mülkünün, bütün yaratıklarının yâni tahtına, yönetimine hâkim oldu, herşeyi düzenleyip yönetti), güneşi ve ay ı irâdesine boyun eğdirdi. Hepsi belli bir süre için akıp gitmektedir. (Yaratma) İşini düzenler, âyetleri- açıklar ki, Rabb'inizle karşılaşacağınıza kesin olarak inanasınız."'6'

Haşirle İnsanları yeniden diriltecek olan Cenâb-ı Hak semayı direksiz olarak tutmakta, koyduğu nizam ve intizam sayesinde de yıldızlar seyr ve seyahatlerine devam edebilmektedir. Siz bu muhteşem semânın direksiz bir şekilde hareket halinde olduğunu ve kendisinde hiçbir füturun müşahede edilmediğini görüyorsunuz. Semayı böyle direksiz yükselttikten sonra Allah, arşa istiva buyuruyor ve hükmünü oradan infaz ediyor. Sonra da güneş ve ayı teshir edip adeta istifade etme, faydalanma zimamlarını sizin elinize veriyor. Her şeyi bir hesapla yapıyor ve böylece size sonsuz ilminden hikmet pırıltıları gösteriyor.

Evet, gökte ve yerde olan bütün işleri düzenleyen, herşey in alnında kudret mührünü gösteren Allah size haşri vaad ediyor; tafsil ettiği ayetleriyle size güç ve kuvvetini gösteriyor. Belki bütün bunları düşünür, tedebbür eder ve bîr günOVıa kavuşacağınıza hakkalyakîn inanırsınız.

Gerçekte, biz âhirete inanırken, bütün rubûbiyet ve şuûnatıyla kendisini gösteren ve hissettiren bir Allah'ın haşri dilediği şekilde var edeceğine inanıyoruz:

"O gün göğü, kitapları dürer gibi (toplarız) . İlk yaratmaya nasıl başladıksa onu, yine Öyle çevirir (yok eder)iz. Üzerimize söz; biz bunu mutlaka yapacağız."(7)


Semâyı bir kitap gibi dürer ve bugünkü mahiyetinden uzaklaştırırız. Hareket ve hararet kalmaz, bir duraklama ve bir donma baş gösterir. Mahfazasından çıkarıp enzârınıza arzettiğimiz kâinat kitabını kapatıp, evvelce olduğu gibi yine mahfazasına koyarız. Bütün mükevvenat bidayette nasılsa o hale döner. İlkinde sebeblerin sükût etmesi gibi bu ikinci yaratışta da sebebler sükût edecek ve kitabı durduğumuz gibi tekrar açacak ve zerratı yeniden yaratacağız.

"Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeğe de kaadir olduğunu görmüyorlar mı? Evet O, herşeye kaadirdir."(8 )


"Andolsun, biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık, bize hiçbir yorgunluk dokunmadı."(9) şeklinde anlatılır.

İşte böyle bir Allah ölüleri yeniden diriltmeye muktedir değil midir?



A. Nâsih