> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Gül devrinden manzaralar
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Gül devrinden manzaralar  (Okunma Sayısı 704 defa)
21 Eylül 2010, 18:34:06
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 21 Eylül 2010, 18:34:06 »



GÜL DEVRİNDEN MANZARALAR


Şehâdet âlemini teşrifinden sekiz asır önce En Kutlu Ağız'ca müjdelenmiş Fâtih Sultan Mehmed, Rumeli Hisarı'nın inşâatını durdurması talebiyle gelen Bizans imparatorunun elçilerine şu tarihî sözü söylemişti:
"Benim iktidarımın yetiştiği yere, imparatorunuzun hayâlleri bile yetişemez!"
İslâm târihi, bırakın dar düşünceleri, sığ dimağları, sarsık irâdeleri ve ölü kalpleri, nice engin dimağların ve derin sinelerin bile idrakinden âciz olduğu o kadar çok hâdiseler ve eserlerle doludur ki, "ümit, azim ve kararlılıkla" bezenmiş "İman dolu kalpler" in gerçekleştirdiği bu eserler, çoklarınca birer mûcize, birer hârika telâkki edilebilir. Şahsen fikir, şan, şeref ve azamet dolu tarihimizin pek çok hâdisesini muhâkemeden âciz olduğumdandır ki, ne zaman bu hususta düşünmeğe dursam, dimağımın gidip bir yerlerde takıldığını ve artık öteye geçemediğini hissetmişimdir.
Dünyada en zor şeyin insanın terbiyesi olduğu en bedihî bir gerçekken, 23 yıl gibi çok kısa bir zamanda, çölleşmiş zihinler ve taşlaşmış kalplerden kıyamete kadar beşerin mürebbîlerini yetiştirmek; bir zamanların çöl bedevîlerini, bir izzet ve azamet âbidesi hâlinde, devrin süper gücünün başkomutanının çadırında, "Biz, insanları sahte dinlerin zulmünden İslâm'ın aydınlığına, kullara kulluktan Bir Allah'a kulluğa ve yerlerin basıklığından göklerin enginliğine çağırıyoruz" diyecek seviyeye getirmek.. 10 yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde, bir daha yüzgeri edilemeyecek şekilde Orta Doğu coğrafyasına yerleşmek.. yarım asırda Atlantik'ten Pasifik'e uzanmak.. kölelerden komutan, âlim ve mürşidler çıkarıp, önlerinde talebe ve asker olarak diz çökmek.. komutanken, hiç itirazsız er olmayı kabullenebilmek; kölelikten komutanlığa yükseldikten sonra, sekiz bin kişiyle İspanya'yı fethedip, sonra da, kralın hazinelerinin karşısında, "Dün köleydin, şimdi muzaffer bir komutansın; yarın toprak olacaksın.. Tarık, dikkat et!" diyerek, asıl komutanlığın ve muzafferiyetin sırrını ortaya koymak.. çengiyken Râbia, eşkiyâ iken Fuzayl ve Bişr olmak.. sultanken, tâcı tahtı terkedip, gerçek sultanlığın sırrına ermek.. bütün zaman, mekân ve hâdiseleri kuşatan bir hukuk müdevvenâtı ortaya koymak.. küçücük bir beylikten, cihangirâne bir devlet-i âliye çıkarmak.. 19 yaşında "Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u" diyecek çapta bir ideal ufkuna ulaşmak.. sekiz yıla ülkeler fethini sıkıştırıp, "dünya, bir hükümdara çok, ikisine azmış" sözünde ifadesini bulan ufuklar ötesini yakalamak.. 16 defa büyük sefere çıkıp, zirveler zirvesini temsil etmesine rağmen, zafer dönüşü bir izbede geceleyecek kadar tevâzû ve mahviyet içinde en büyük kahramanlığı sergilemek.. kendini Allah'a ve insanlığa adamışlık içinde bir ömür işkencelere göğüs gerdikten sonra, bir defa olsun 'of dememek, daima şükür halinde bulunup, kimseye bedduâ etmemek.. daha 12 yaşın içindeyken, bir elde Arapça kitabı, diğer elde 'Gül Devri'nin harikası', ötelere uzanan ideallerle yatıp kalkmak.. tek kişiyle başlanan bir hizmette, ak saçların tel tel in'ikasıyla her adımda "çil çil" müesseseler serpmek.. bunlar, aklın muhakeme cidarlarını paramparça eden öyle harikalardır ki, İslâm'la, kâinatlar Kudret ve İlmi karşısında bir damla, bir zerre olan Zat'a kullukla yoğrulmuş dimağ ve kalplerin nelere muktedir olabileceğini göstermesi bir yana, O'na kulluğun ve O'nun dini İslâm'ın da ihtişam ve azametini binbir dille ortaya koymaktadır.
İslâm'ın doğuşuyla başlayıp, 13 asır süren ihtişam medeniyetimizin öylesine pırlanta sahifeleri vardır ki, bunları hatırlamak, bir yanda kalplerimizin ümitle çağlayan çağlayan akmasına, öte yanda da, kış yağmurları gibi, siğim siğim yaş dökmesine sebep olmaktadır. Cennetleri yere indirerek, veya yeri semâlara urûc ettirerek, yerle göğü birleştiren ecdâdımızın toprağa nakış nakış işlediği o ruh, içimizde bir buhurdan gibi tüttükçe, "hayâli ve hâtırası cihan değer' o geçmişe destan mı yakmak, yoksa ağıt mı kesmek gerektiğini kestiremiyoruz. Ne var ki, soğuk bir kışla, zemheride tohum tohum toprağa düşen o geçmişin bire bin ba's'ü ba'de'l-mevtini tomurcuk tomurcuk yaşadığımız şu günlerde de güller, yaseminler, sünbüller, karanfiller, papatyalar, lâleler karşısında "talihimize tebessümler yağdırıyor"; ama bir yandan da, bu bezme gerektiği gibi katılamamanın inkisarıyla hazan hazan burkuluyoruz. Muhteşem bir bahar, "alâ rağm-i enfî" gelirken, dünkü bahardan kesitler sunmak artık ne ma'nâya gelir bilemem; yine de, kimbilir belki nefsî hicranlara kapılmışlık içinde, dünkü bahara bir defa daha bir orasından bir burasından panoramik bir bakış atalım derim:
O Altın Çağımıza 'the age of faith - iman çağı' diyen Will Durant, şöyle yazıyor:
"Eğitim, çocuğun konuştuğu andan başlardı. Çocuklara ilk defa, 'Kelime-i Şehâdet'i söylemek öğretilirdi. Kaide olarak, mekteb ücreti alınmazdı. Öğretmenler, Kur'ân tefsiri, Hadis, İlâhiyat, Hukuk öğretir; İlâhiyat derslerine Gramer, Filoloji, Belâğat ve Fesâhat, Edebiyat, Mantık, Matematik ve Astronomi de eklenirdi. Bir seyyah, herhangi bir müslüman şehrine girdiği zaman, günün hemen hemen her saatinde başlıca camilerinde ilmî ders dinleyebileceğini muhakkak addederdi.
"Yakubî (Ö.891), Bağdat’ta 100'den fazla kitapçı bulunduğunu anlatıyor. Camilerin çoğunun kütüphanesi vardı. Bağdat, Moğollar tarafından tahrip edilmeden önce 36 umûmî kütüphâneye sahipti. Husûsî kütüphâneler ise sayısızdı. Avrupa, Vatikan'ın kütüphânesindeki 27 cilt kitapla övünürken, Roma-Cermen imparatoru Şarlman'ın kütüphânesinde 900 kitap bulunurken, ansiklopedik bir ilim adamı olan Vakıdî öldüğünde 600 sandık kitap bırakıyor; onuncu asırda Salih İbn Abbas gibi ümerânın husûsî kütüphânesinde Avrupa'daki bütün kütüphanelerde bulunan kitapların toplamından fazla kitap bulunuyor; el-Mustansır zamanında Kahire'de devlet reisinin kütüphânesinde 200 bin, Endülüs'te halife II. Hakem'in kütüphânesinde ise 600 bin kitap yer alıyordu.
"Kurtuba'dan Semerkand'a kadar binlerce camide ilim adamları, o camilerin sütunları kadar çok sayıda idiler. Bilhassa büyük müctehid âlimlerin etrafında 4000'den fazla talebe bulunuyordu ve bunlardan bazen en az 400 tanesi mezhebde ictihad yapabilecek seviyede idi. Ülkenin yolları ilim ve irfanını artırmak için seyahat eden sayısız tarihçi, coğrafyacı, matematikçi.. ve ilâhiyatçı ile dolup taşardı. Müslüman tarihçiler, müslüman şehirlerini şâir, ilim adamı, fakih, tabib ve fen adamlarının arı kovanları olarak tasvir ederler.
"İslâm âleminde ilk kâğıt fabrikası 794 yılında Harun Reşid'in vezirinin oğlu el-Fadl tarafından Bağdat'ta açıldı. Kâğıt imal san'atı, Sicilya ve İspanya'ya müslümanlar tarafından götürüldü; oradan da İtalya ve Fransa'ya geçti.
"İran, Sûriye ve Mısır, tekstilleri ve tekstil tekniğinin mükemmelliği ile meşhurdu. Musul, pamuktan ma'mûl muslinleri; Şam, ketenden ma'mûl damaskları; Aden ise yünü ile şöhret yapmıştı. Şam, aynı zamanda çok sert çelikten yapılmış kılıçları; Sayda ve Sur, incelik ve berraklıkta rakipsiz camları; Bağdat, cam ve çömlekçilik işleri; Rey, yine çömlekçiliği, ayrıca iğneleri ve tarakları; Rakka, zeytinyağları ve sabunları; Fas, esansları ve halıları île tanınmıştı. Müslümanların idaresi altında Batı Asya, sınâî ve ticarî muvaffakiyet bakımından yüksek bir seviyeye erişti. Batı Avrupa, ancak on altıncı asırda o seviyeyi kısmen yakalayabildi.
"Mursia, demir işleri ve pirinç denilen madenî halitaya ait işleri: Toledo, kılıçları; Kurtuba ise kalkanları ile meşhurdu. Kurtuba, dokumacılığı ile de ün yapmıştı ve bu şehirdeki dokumacıların sayısı 13.000'e ulaşmıştı. El-Mekkârî'ye göre, İbn Firnas, dokuzuncu asırda gözlük, kompleks kronometreler ve uçmak için bir makine icad etmişti. Binden fazla gemiye sahip bir ticaret filosu, İspanya'da imâl edilen mallan Asya ve Afrika'ya taşırdı.
"Eski Asur san'atı olan maden işlemeciliği 1058-1250 yılları arasında Mısır ve Suriye'de emsâli görülmemiş bir yüksekliğe erişti ve 15'inci asırda Venedik'e geçti.
"Büyük yollar: Bağdat’tan başlayıp Rey, Nişabur, Merv, Buhara ve Semerkand'dan geçerek Kaşgar'a ve Çin hududuna; bir diğer istikamette Basra'dan Şiraz'a; Kûfe'den Medine, Mekke ve Aden'e; Musul ve Şam'dan Suriye sahillerine uzanırdı.
"Kervanlar, Çin ve Hindistan'dan İran, Suriye ve Mısır'a giderlerdi. Bir tarafta Suriye ve Mısır, diğer tarafta Tunus. Sicilya, Fas ve İspanya olmak üzere seyr ü sefer yaparlar, Yunanistan, İtalya ve Fransa'ya uğrarlardı. Müslümanlar, Hazar Denizi'nden Moğolistan içlerine ulaştılar. Volga üzerinden Astırhan ve Novograd'a; ayrıca İskandinavya ve Almanya'ya gittiler. Basra körfezinden Hindistan'a, Seylan'a ve nihayet Çin'in Kanton sahillerine ulaştılar. Bu ticarî faaliyet birçok Avrupa lisanlarına 'tariff, traffic, magazine, caravan, bazaar' gibi kelimelerle damgasını vururken, o zamanlar Batı Avrupa, her sahada olduğu gibi (barbarlık hariç), bu sahada da çok zayıf bir noktada bulunuyordu.
"Kurak topraklarda çok başarılı bir ziraat yapılıyordu. Mükemmel sulama kanalları inşâ edilmiş, bu kanallarla Fırat Mezopotamya'ya, Dicle ise İran'a bağlanmıştı. Fennî ziraatın en ileri esaslan kullanılıyordu. Topraklar ölçülür, kayıtlar sistemli bir şekilde muhafaza edilir, yollar ve kanallar çoğaltılır ve korunurdu. Taşkınları önlemek için nehirlere setler yapılırdı. Irak, yarı yarıya çöl iken, bir Cennet bahçesi haline getirilmişti. Filistin, kumluk ve taşlık bir yer olduğu halde, mükemmel bir ziraat memleketi, çok nüfuslu ve müreffeh bir ülke haline gelmişti.
"İspanya'nın madenciliği müslümanlar tarafından altın, gümüş, kalay, bakır, demir, kurşun, kükürt ve civa ile zenginleştirildi. O dönemde, maden tasfiyeciliği çok tekâmül etmişti.
"Filistin'de fakir köylerden ibaret olan yerler, müslümanların zamanında gelişmiş şehirler haline geldiler. Sur şehrinin hanları 5-6 kat yüksek...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Gül devrinden manzaralar
« Posted on: 27 Nisan 2024, 19:16:32 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Gül devrinden manzaralar rüya tabiri,Gül devrinden manzaralar mekke canlı, Gül devrinden manzaralar kabe canlı yayın, Gül devrinden manzaralar Üç boyutlu kuran oku Gül devrinden manzaralar kuran ı kerim, Gül devrinden manzaralar peygamber kıssaları,Gül devrinden manzaralar ilitam ders soruları, Gül devrinden manzaralarönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes