> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Onun huzurunda neler düşünmeliyiz
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Onun huzurunda neler düşünmeliyiz  (Okunma Sayısı 693 defa)
11 Eylül 2010, 23:30:15
Hadice
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 5.945


« : 11 Eylül 2010, 23:30:15 »



                                                        Onun huzurunda neler düşünmeliyiz


Huzûr derken daha ziyade namaz gibi ibadetlerdeki huzûr kasdediliyor zannediyorum. Eğer sorudaki huzûr bu ma’nâda sorulmuşsa, zaten namaz bizzat kendisi huzûrdur. Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, Mi’rac gibi huzûrun en mükemmel ve en münevveriyle şereflendirilmişti.. bu çok önemli hâlin bizim mahiyet menşûrumuza aksi namaz şeklinde olmuştu.

Evet O’nun Mi’racdan bize getirdiği en kıymetli hediye namaz olmuştur. Bizler için mikro plânda namaz bir Mi’rac demektir. Bunu duyup doyabilmemiz için, bir rahmet eseri olarak, günde beş defa namazla huzura alınıyor ve Rabbimiz’e muhatap olma bahtiyarlığıyla şereflendiriliyoruz.

Efendimiz’in Mi’rac’da semaları dolaşması, Rabbimiz’le bizzat vicâhî olarak, perdesiz konuşması ve kendi idrâki vüs’atinde Cenâb-ı Hakk’ı, minvechin, perdesiz hicapsız müşâhedesi ve ardından namazı, bir armağan ve hediye olarak bize getirmesi, evet bu iki hâdise birbiriyle o denli irtibatlıdır ki,namazı Mi’rac’tan ayrı düşünmek mümkün değildir.

Evet, namaz, Mi’rac’ın ve herkes için bu kavsî urûcun, semere ve meyvesidir.
Tüccarlar, sağa-sola gider; alış-veriş yapar ve gelirken de birşeyler alır, öyle dönerler. Allah Rasulü de tamamen ebediyyet gamzeden bir mukaddes alış-veriş için Rabb’inin huzuruna çıkmıştı. Kudsî yolculuğun daveti.. bu âdetâ bir alış-verişti; Cenâb-ı Hakk’dan gelmişti. Bu alış-verişte Rabb’imizin bizden istediği de sadece itaat ve kulluktu. Buna mukabil O da, namazımızı, Efendimiz’in Mi’racı gibi kabul buyuracaktı. Biz O’nun yolunda olacaktık, O da bizim elimizden tutacak ve bizi zâyi etmeyecekti. Biz görmeden O’na inanacaktık, O’da bir ma’nâda namazımızda bize görünerek gözlerimizi aydın kılacaktı. Ortada böyle bir alış-veriş vardı; ama, hiç bir surette pazarlık yoktu. Çünkü verilenlerin hepsi bir lütuftu...

Allah (cc) lütfuyla O’nu huzûruna aldı. Ve en çok sevdiği bu insanı bizim nâmımıza konuşturdu. Tahiyyatı ile O’na selâm verdi ve bize de selâm gönderdi. Efendimiz (sav) istifade ettiği gibi, biz de o teveccühten istifade ettik. Namaz işte böyle bir huzûru sembolize eder.

İnsan namaza gelirken, bu anlayış ve bu düşünce ile gelmelidir. Böyle kudsî bir işe hazırlanma çok önemlidir. Herşeyden evvel namaza hazırlanırken abdest alınır. Bazı hallerde de abdest yerine gusül yapılır. İnsan, abdestte her uzvunu yıkayışıyla ayrı bir mesafe alır, ayrı bir aydınlık idrak eder ve ayrı bir canlılığa ulaşır.. abdest içinde okunan duâlarla da belli bir metafizik gerilim içine girer. Bu arada camiye giderken yapılacak bir kısım duâlar da vardır ki, insan bunlarla adım adım Rabb’-inin huzuruna gelişini hisseder ve yaptığı duâlarla âdeta semavîleşir. Bu kapı, herkese olmasa bile çoklara açıktır. Hz. Ali (ra) gibi insanlar her namaz vakti sararıp solar ve âdeta bayılacak hâle gelirlerdi...

Zira namaz İlâhî huzûra ermek ve o âdeta, vicâhî olarak Hakk’la görüşmek demektir.
Bir insan düşünün ki, kendisine çok mühim bir mes’elede, seçkin bir topluluk karşısında, bir konuşma teklifi yapılmıştır.. ve o insan ilk defa böyle bir topluluk huzuruna çıkacaktır. Dinleyenler arasında her sınıfın en üst seviyedeki temsilcileri de bulunmaktadır. O insan böyle bir durum karşısında nasıl sararır, solar, bocalar, kem-küm eder ve müthiş bir heyecan içine girer; öyle de kul, namazında bu kişinin durumundan bin misli daha fazla bir heyecan ve helecan içine girer.. tabiî ne yaptığının şuurunda ise... Çünkü biraz sonra onun konuşacağı meclis, sadece misâl olsun diye sözünü ettiğimiz meclisten kıyas kabul etmeyecek ölçüde daha mehabetli ve daha yücedir.

Evet bu insan, her an ayrı bir şe’n ve tecellide olan Rabb’in huzûruna girecektir. Ve daha önceki namazdan bir sonraki namaza ülfet adına intikal edecek heyecan yatıştırıcı müsekkinlere karşı dikkatli olmalıdır.
Düşünmeli ki, Hz. Musa (as) gibi ulü’l-azm bir peygamber, Cenâb-ı Hakk’a ait mehabetle dopdolu olduğu halde, yine de Firavunun yanına girmeden evvel (Rabbişrahlî..) (Tâhâ, 20/25) demek suretiyle bir iç hazırlık yapıyordu; vicdanını konuşturuyor ve mukavemetini arttırması için Cenâb-ı Hakk’a duâ ve niyazda bulunuyordu...

Mü’minin abdesti ve mescide gidişi bir ilk hazırlıktır sanki. Hayalinde Allah Rasulü (sav) temessül etmiş ve biraz sonra da namazında O’na cemaat olacaktır... Bu şuur ve bu iştiyak içinde namaza duracak.. ve namazında okuduğu Kur’ân’ı bizzat Cenâb-ı Hakk’a takdim ediyor gibi okuyacaktır. Belki yer yer, mescidin dışında bırakmaya çalıştığı uygunsuz düşünceler onu rahatsız edecek; fakat o böyle eşkiya ve yol kesicilere kat’iyyen teslim olmayacak ve yoluna devam edecektir.

Ayakta durmaya dermanı kalmadığını hissedince de, Rabb’in azameti karşısında iki büklüm olup rüku’a varacak, rüku’dan kalkarken de vicdanında Cenâb-ı Hakk’ın kendisine Rahmet nazarıyla bakışını yakalamaya çalışacak.. çalışacak ve o bakışı yakalamış gibi, hayretinden dizlerinin bağı çözülecek, tam ve ciddi bir teslimiyet içinde, kulun Rabb’ine en çok yaklaşabileceği sınır nokta olan secdeye kapanacak. Ümmetlerin âhirette diz çöküp oturmasına mukabil, o, bu ızdırarî hâli ihtiyarî olarak dünyada yapacak ve diz üstü çöküp, yalvarış ve yakarışlarla Rabb’ine müracaatta bulunacak ve gönül dünyası huzurun ışıklarıyla dolup taşacaktır. O, böyle yapıp ve bunlara mazhar olunca, âhirette böyle bir duruma düşmekten de -İnşaallah- kurtulacaktır.
Zira Allah (cc) iki korkuyu bir arada vermiyeceğini va’d etmektedir. İki emniyetin bir arada verilmediği ve verilmiyeceği gibi.
Bu seviyeyi elde edebilmenin kendine göre yolları vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamamız mümkündür:
Birincisi: Âfakî ve enfüsî tefekkürde ısrar... İnsan hiç durmadan âyât-ı tekvîniyeyi düşünmeli, âfâktan enfüse ve enfüsden âfâka düşünce mekiğini gezdirip durmalıdır.

Evet insanın tefekkürü, onu, bir taraftan semânın yıldızlarla yaldızlanmış ufuklarına götürmeli, diğer taraftan da mahiyetinin derinliklerinde seyahat ettirmelidir ki “kör ve sağırların” yediği damgayı yemiş olmasın. Çünkü böyle olanlar, kalblerini terk ve rabbanî latîfelerini ihmâl ettiklerinden dolayı, körler, sağırlar ve dilsizler gibi yaşamaktadırlar. Kendi mahiyetlerini görüp dururken de durumları daha farklı değildir.

İnsan tefekkürle, bir saatlik ibadetini bin senelik ibadet hükmüne getirebilir ve bu seviyede sevap kazanabilir. Ve işte, bu tefekkür şuuruyla namaz onu, esmâ dâiresinden sıfat dâiresine, oradan da Zât dâiresine sıçratır ve insan âdeta sonsuzluğa yelken açmış gibi olur.

İkincisi: “Râbıta-i mevt” dediğimiz ölümün düşünülmesidir. Bu yapılırken de ihtimal ve faraziyelerle değil, bizzat ölümle burun buruna gelmiş bir insan hâletiyle yapmalıdır. Zaten Kur’-ân-ı Kerim’de “Küllü nefsin zâikatü’l-mevt” (Âli İmran 3/185) âyetiyle bu hakikata arzedilen çizgide parmak basmaktadır.

Bir kısım tefsir ve mealcilerin söylediği gibi âyetin ma’nâsı “Her nefis ölümü tadacaktır” şeklinde ifade edilmesi oldukça eksik bir ma’nâdır. “Her nefis bilerek veya bilmeyerek ölümü tadıp-durmaktadır” şeklindeki ifade öncekinden daha tutarlıdır. Çünkü Türkçe’de “Her nefis ölümü tadacaktır” ifadesinin arapça karşılığı “Küllü nefsin seyezûku’l-mevt” şeklinde olur. Halbuki âyetteki ifade yukarıda söylediğimiz şekildedir. Âyetin Türkçeye en yakın ve az kusurlu meâli ise “Her nefis ölümü tatmaktadır” şeklinde olmalıdır. (Âli İmran, 3/185). Evet, her nefis her an ölümü tadıp durmaktadır ve burada başka herhangi bir ma’nâ da bahis mevzuu değildir.

Bu hususu da kısaca izâh etmek uygun olacak:
Biz her an ölüp dirilmekteyiz. Zira bizler, Cenâb-ı Hakk’ın tecellilerinin akislerinden ibaretiz. Bu tecelliler o kadar seri bir şekilde ve peşipeşine gelmektedir ki, biz, kendimizi inkıta’sız ve devamlı kabul ederiz. Bu aynen sinema şeridindeki karelerin çok hızlı dönüşüyle, oradaki nesnelerin hareketli görünmesi gibidir.

Aslında, biz, her an -ki an kelimesiyle zamanın en küçük parçası neyse onu kasdediyoruz- var olup yine yok olmaktayız. Bu tecelliler O feyz-i akdesten geliyor ve biz de daimî bir var ve yok olmayla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu durumda sanki biz, saatin akrep veya yelkovanı üzerindeymişiz gibi oluruz. Yani ilk hareketin bizi her an öbür tarafa atması ihtimaliyle karşı karşıya bulunuruz.. ve zaten sonunda da bu durum kaçınılmaz bir netice olacaktır. Öyleyse, ölümü, istikbalde vâki olacak bir hâdise gibi değil, her an yaşanmakta olan bir vak’â gibi değerlendirmeliyiz.

Bu değerlendirme bizi, daima âhirete hazır hâle getirecek ve namazımızı da, âhiret hazırlığı içinde olan bir insan edâsıyla kılmaya vesile teşkil edecektir.

Üçüncüsü: Namazı huzur dolu insanların yanında kılmak da bir yoldur. Zira, başını secdeye koyduğu zaman soluklarında Muhammedîlik esip duran birinin yanında kılınan namaz da insanın o havaya bürünmesine bir vesiledir. Ondandır ki, cemaat olma tavsiye ve emredilmiştir. Çünkü ferdin iç mukavemeti her zaman huzur temin etmeye yetmeyebilir. Bu durumda, cemaat içindeki fertlerin ma’nevî desteği onun imdadına yetişir ve ona da huzur kazandırır.

Göz yaşı içinde namaz kılan bir insanın hâl ve durumu, en azından, onun yanında namaza duran insanın da kalbini yumuşatır, hatta bazan ona da göz yaşı döktürür. Bir çoğunuz müşahede etmişsinizdir? Ravza-i Tâhire’de ve Beytullah’da öyle namaz kılan, secde ve ruku’uyla öyle ubudiyette bulunan insanlar vardır ki, bizler onları seyrederken kalbimiz duracak hâle gelir...

“Ruku’ edenlerle beraber siz de ruku’ edin” (Bakara, 2/43) âyetinin işaretinden biz bunu anlıyoruz. Kişi sevdiğiyle beraberdir. Onun için evvela bu türlü ibadetle Rabb’ine kulluğunu takdim edenleri sevecek ve sonra da hep onlarla beraber olmaya çalışacağız. Bu arada namazlarımızı da onlarla beraber kılacak ve onlarla huzur-bahş olan bir iklimde ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Onun huzurunda neler düşünmeliyiz
« Posted on: 24 Nisan 2024, 17:23:01 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Onun huzurunda neler düşünmeliyiz rüya tabiri,Onun huzurunda neler düşünmeliyiz mekke canlı, Onun huzurunda neler düşünmeliyiz kabe canlı yayın, Onun huzurunda neler düşünmeliyiz Üç boyutlu kuran oku Onun huzurunda neler düşünmeliyiz kuran ı kerim, Onun huzurunda neler düşünmeliyiz peygamber kıssaları,Onun huzurunda neler düşünmeliyiz ilitam ders soruları, Onun huzurunda neler düşünmeliyizönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes