๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 20 Mayıs 2010, 16:43:38



Konu Başlığı: Öldüm bana türbedar sensin
Gönderen: Sümeyye üzerinde 20 Mayıs 2010, 16:43:38
Öldüm, bana türbedar sensin!..

Böyle diyor Abdülhak Hâmid, sanki bugünleri görmüş de söylemiş gibi…
Ramazan başlıyor; insanlar melekleşecek… Diller tutulacak, nefisler tutulacak, hatta belki nefesler tutulacak… Böyle böyle oruçlar tutulacak. Oruçlarla birlikte dillerde zikirler, tesbihler çoğalacak… Ayrı bir zaman gibi, belki kutlu bir an gibi…
Mabetler dolacak ramazanda, kutsal mekânlar ziyaret edilecek… Çocukların ellerinden tutulup ait olunan medeniyet mirası içinde gezintiler yapılacak; tarih ile bağ kurulacak. Ama eyvah, eyvah ki İstanbul’da ziyaret edilecek pek çok tarihî mekân bu ramazanda kapalı kalacak. Ramazan bereketi ve rahmetiyle yollara düşecek halkımız ne yazık ki türbeleri kilitli bulacak. Çevre illerden gelenler, esef ki mahzun ve mahrum dönecekler.
Herkes bilir, milletimiz için türbelerin ayrı bir değeri vardır. Türbeler bizim için, hayatın yan komşusu olan sonsuzluk anıtları; belki maddenin yanı başında mânâ kanıtlarıdır. Diğer İslam milletlerinden farkımız burada başlar bizim. Biz, ölülerimizle birlikte yaşamayı severiz. Mezarlıklarımız, türbelerimiz hayatın içinde gibidir. Ölülerimizi putlaştırmadan, tanrılaştırmadan hayırla anan, bunun için de türbe ziyaretini dinî bir vecibe haline getiren bir anlayışımız vardır. Diğer İslam milletlerinden farklı kimliğimiz işte bu noktada belirginleşir. Onlarda olmayan tarih ve geçmiş bilincimiz, biraz da şehri donatan o zarif türbelerden üzerimize yayılır; türbeler şehre, şehir türbelere sahip çıkar.
İmdi, yalnızca kısa bir an için gözlerimizi tarihe çevirip düşünelim; bu millet kimin ölüsünü türbeye layık görmüş; kimin mezarının üstüne kubbe yapmış?!..
El-cevap, büyük adamların, hatırlanması gereken insanların, gelecek nesillere örnek sayılacak adamların… Bilimde, sanatta, yönetimde vb. bu millete hizmet etmiş insanların yani. Bunlardan pek azı ölmeden evvel kendisine türbe yaptırıp içine gömülmeyi vasiyet etmiş, ama ekseriyetinin türbesi ölümünden sonra milleti tarafından dikilmiş. Bununla da kalınmamış, büyüklüklerini tebcil ve ölülerine hürmet için kendilerinden sonraki insanlar da onların türbesinin içine veya haziresine gömülmek, onlara okunacak Fatiha’lardan nasip almak istemişler. Abdülhak Hamid’in ünlü şiirini hatırlayalım; hani Fatih’in türbesini ziyaret ettiği vakit içine dolan hissiyatı dile getirdiği şiirini. Diyordu ya:
Her dem sana açıktır ebvâb-ı arş-ı rahmet
Türbendir en azîmi fethettiğin diyârın
“Ey ulu Fatih! Arş-ı A’lâ’daki rahmet kapıları sana her an açık olduğu içindir ki fethettiğin ülkeler içinde en değerlisi senin türbendir (veya türbenin bulunduğu şehirdir).”
Böyle rahmet kapılarına açık mekânlar şehri ayakta tutan kazıklar değil midir sizce? Ve kim, ebedi uykusunu böyle rahmet akan mekânların birinde uyumak istemez ki?!..
İstanbul’da türbe deyince aklımıza şehrin kalbi Eyüp Sultan gelir. Sonra sıra sıra bütün şehri donatmış gönül sultanları… Yahya Efendi, Merkez Efendi, Sümbül Efendi, Aziz Mahmud Hüdayî, Şeyh Vefa, Yuşa Hazretleri, Nalıncı Dede, Tuz Baba, Laleli Baba, Yavedut Sultan, Zuhurat Baba… Ardından bu mülkün sultanları, Fatihler, Kanuniler, Selimler… Sonra devlet adamları, paşaları, alimleri, sanatkârlar, Mahmut Paşalar, Barbaroslar, Sinanlar… Oruç ağızlardan birer Fatiha’yı hak etmiş daha nice isimler.
Hafızam beni yanıltmıyorsa, İstanbul’da, Kültür Bakanlığı’na bağlı 120 kadar türbe var. Ve yazık ki bunlardan ancak onbeş kadarı bugün ziyarete açık.
Türbe ki yalnızca bir ölünün yattığı yer değildir; gerektiğinde bir ibret abidesi, gerektiğinde bir sanat şahikasıdır. Türbe bu topraklarda mimarinin bir başka adıdır, mermerin ve taşın dile gelmesidir. Yetkililer düşünmelidir, eğer türbeler ramazanda olsun ziyarete açılamazsa Kanuni’ye, II. Mahmud’a, Sultan Abdülhamid’e hâlâ “BBüyük atamızdır!” diyebilir miyiz?!.. Eskiden büyük adamların ölülerini türbedarlar beklerdi; böyle giderse medeniyetimizin ölüsünü türbeler beklemeye başlayacak.
Hamiş: Başka milletler türbe gibi bir zenginliğe sahip olsalardı şüphesiz bu kültür mirası üzerinde hassasiyetle titrer, kendi geçmişlerinden geleceğe uzanan çizgide çok çeşitli kültürel, tarihsel, sanatsal etkinlikler yaparlardı. Bizde ise türbeler kapatıldıktan sonra maalesef içindeki tarih yadigârı eşyalar bile korunamamış, talan ve harab edilmiştir. Eğer onlar korunabilmiş olsaydı bugün dünyada bir eşi daha bulunmayan ne muhteşem bir müzemiz olurdu. İçine girdiğimizde ölümü anlayabileceğimiz, ölüm korkumuzu yenebileceğimiz bir müze. Bilmiyorum halen Türbeler Müdürlüğü’nün depolarında bu türden asâr-ı atîka var mıdır? Ben bunların sergilendiği bir yer bilmiyorum. Ve inanıyorum ki türbelerden geriye kalan eserler bile bizi hayrete düşürecek bir müze oluşturabilir. Biraz ilgi lütfen!..
Türbe kelimesi Arapça bir kökene dayanır. Lakin Araplarda türbe geleneği yoktur. Arapçada türbe diye bir kelime olmadığı gibi. Türab (toprak) kelimesinden daha sonra bizimkiler bu kelimeyi türetip türb > terba > türbe şekline koymuş ve “Bir şeyin üzerini toprakla örtmek, bir nesnenin üstüne toprak saçmak” karşılığını vermişler.


İskender Pala