๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mayıs 2010, 17:23:44



Konu Başlığı: Nur ve zulmet
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 28 Mayıs 2010, 17:23:44
Nur ve Zulmet

Cenâb-ı Hakk, insan idrâkini ancak zıdlıklar yoluyla hakikate ulaşabilecek bir vasıfta yaratmıştır. Bundan dolayıdır ki, âlemimizde zıddı olmayan şeyin insan idrâkine sığması imkânsızdır. Gerçekten hayrı şer ile, güzeli çirkin ile, doğruyu eğri ile ve nûru zulmet ile kavrayabiliriz. Îmânın ulviyyetini küfrün süfliyyeti ile anlayabiliriz. Bu değerler hep zıdlarıyla kâimdir.

Bütün insanların îmân ve küfür mâcerâsı Allâh Teâlâ'nın "Hâdî"1 ve bunun zıddı olan "Mûdill"2 sıfatları arasında seyreder. Yeryüzünün, nûr ve zulmet cereyanlarına mâruz kalması hayât hâdiselerinin birbirine zıt olan "nûr ve zulmet" keyfiyetleri altında mütâlaa olunmasına sebep teşkîl eder.

Kur'ân-ı Kerîm, insanları "nûr ve zulmet" ihtilaçları karşısında irşâd etmekte ve zulmetten sakındırarak onları nûra sevk etmektedir. Allâh'ın sıfatlarının tekvînî tecellîsi ile fiilî kâinat vücûda geldiği gibi kelâmî bir tecellî zemîninde de Kur'ân-ı Kerîm ortaya çıkmıştır. Buna göre kâinat, mûcizevî Kur'ân-ı Kerîm'in bir nevî mufassal tefsiri demektir. Yani Kur'ân-ı Kerim, kelimeli bir cihân; kâinat ise kelimesiz bir Kur'an'dır. Kâinat, türlü tekvînî âyetlerle donatılmış kudret ve esrar yazılı bir kitap gibi ibret nazarlarına sunulmuştur. İnsan ise bu iki tecellînin özü, zübdesi ve tohumu mesâbesindedir. Nitekim Cenâb-ı Hakk kulun kendi katındaki mevkîini şu hadîs-i kudsîde ne güzel ifade eder:

"Ey kulum! Seni kendim için yarattım. Bütün eşyâyı da yine senin için halkettim. Benim, senin üzerinde olan hakkım, senin için yaratılanların seni -gaflete düşürerek- benden alıkoymamasıdır. Çünkü sen benim için yaratıldın."

Bu sebepledir ki, mutasavvıflar insandan "zübde-i âlem", "âlem-i sağîr" diye bahsetmişlerdir. Bu durum insanın hayra da şerre de, nura da zulmete de meyli ve iktidârı olduğunu ifâde eder. Yine bu keyfiyyet Ademoğlunun ruhlar âleminden "ete kemiğe büründürülerek" bu dünyaya gönderilmesinin hikmetini ortaya koyar.

İnsanoğlunun dünya hayatındaki mes'ûliyeti, nefsindeki zulmete karşı bir lutf-i ilâhî olarak sahip bulunduğu "nûru" gâlip getirmesidir. Bu sebepledir ki, Kur'ân-ı Kerîm, insanın iç ve dış dünyâsında ve içinde yaşadığı toplumda nûru zulmete gâlip getirmek istikâmetinde emir ve nehiylerle doludur. Âyet-i kerîmede buyurulur:

"Ey habîbim! Sana karşı gelenler hiç yeryüzünde gezmediler mi? Zîrâ gezselerdi elbette düşünebilecek kalpleri, işitebilecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur." (Hac, 46)

Kelâmî kâinât olan Kur'ân-ı Kerîm'de gâfil kalplere şöyle hitâb edilir:

"Kur'ân'ı inceden inceye bir düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?" (Muhammed, 24)

Kâinât ve Kur'ân sâhifelerini okuyabilenler; idrâk, kalp tasfiyesi, nefis tezkiyesi nisbetinde feyizlenerek Allâhu Teâlâ'nın zâhirde ve iç âlemdeki tecellîleri ile nûrânîleşirler.

Maalesef, zaman zaman gâfil beşeriyyet; Peygamberlerle başlatılan nûrânî devri türlü cehâlet, menfaat ve karanlık felsefelerle karartarak, ilâhî hakîkatlerden mahrum kalmıştır. Makam, mevkî ve servet gibi gel-geç fânî imkânları putlaştırarak Allâh'ın nûrundan uzak kalma netîcesinde zihinleri evhâm ve hayâlât yığınları hâline dönüşmüştür.

Âyette de: "Allâh göklerin ve yerin nûrudur." (Nûr, 35) buyurulmaktadır. Bu âyetin muktezâsınca Allâh tanımazlığın en büyük körlük olduğu anlaşılmaktadır.

İslâm dîni; akılda, duyguda, bedende, sanat ve ticârette, âmirlik veyâ memûrlukta, varlık veyâ darlıkta velhâsıl, bütün ferdî ve ictimâî münâsebetlerde nûr ve zulmet hakîkatini ciddî bir basîretle tâkib etmemiz ve nûrlu yaşayıp nûrlu ölmemizi emir buyurmaktadır.

Kur'ân gölgesinde birbirine zıd olan; ilim ile cehil, hak ile bâtıl, hayır ile şer, sıhhat ile maraz, selâmet ile musîbet, adâlet ile zulüm ve nihâyet îmân ile küfrün zıtlıklarında birinciler nûr, ikinciler zulmettir. İctimâî hayatta hürriyete mukâbil esâret, güzel ahlâka mukâbil süfliyyet, çalışmaya mukâbil tembellik, nikâha mukâbil zinâ, merhamet ve şefkate mukâbil, duygusuzluk ve cimrilik, afvediciliğe mukâbil kin ve emsallerinin birincileri nûr, mukâbilleri ise zulmettir. Teblîğâtları ile nur ve zulmeti tâyin ve teşhîs eden ve onlara karşı beşerî tavrın ne olması gerektiğini bildiren peygamberler ve vârisleri olan sülehâ ve ulemâ nûr, bunlara aykırılık ve direnmeler de zulmettir.

Peygamber silsilelerinin, nübüvvet ve kudsî neş'elerle cihânı aydınlatmaları, bilhassa "Varlık Nûrû Hazreti Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin cismâniyet-i Muhammediyye ile dünyaya teşrifleri, O'nun zuhûruyla ilâhî rahmetin bu âlemi kuşatması, insanlığa ebedi bir meş'ale olan Kur'ân-ı Kerîm'in nezd-i ilâhî'den kâlb-i pâk-i Muhammedî vasıtası ile beşer idrâkine intikâli, bütün zaman, mekân ve insanlığa lutfedilmiş muazzam bir nûrdur. Tarih sâhifeleri şahittir ki, hakkın ve hukukun yok olduğu, küfrün hayatı çirkinleştirip iğrenç hale getirdiği, insanlığın yüzkarası olan câhiliyye devirleri korkunç bir zulmettir."

Âyet-i kerîmede:

"Allâh'a, Rasûlüne ve indirdiğimiz o nûra (Kur'ân'a) îmân ediniz. Allâh yaptıklarınızdan haberdardır." (Teğâbun, 8) buyurulmaktadır.

Kur'ân nûrundan uzak yaşayanlar hayatın zulmet yolcularıdır. Bilhassa tahsîl çağındaki çocuklarımızın Kur'ân-ı Kerîm ve dînî bilgilere, îmân ve ahlâk terbiyesine şiddetle ihtiyaçları vardır. Dînî terbiyeyi yalnız âilelerin verebileceği kanaati doğru değildir. Nasıl fennî tahsîl âileden değil mektepten alınıyorsa dînî tahsîlin de ehlinden alınması zarûrîdir. Bununla beraber kendi çocuklarımız için dînî gayrette bulunurken civârımızdaki gençleri ihmâl etmek de İslâm'ın emrettiği diğergâmlığa uygun düşmez.

Her şey gibi insan da terbiye ile olgunlaşır, cevherini bulur. İnsanın mânevî yapısına kudret eli ile bırakılmış, kudsî istikbal tohumları vardır ki; o tohumlar açılmak, baharın renklerini ve güzelliklerini ortaya dökmek için îmân ve Kur'ânî feyizleri beklerler. Bir toprak ne kadar verimli olursa olsun, ona hayat veren bereketli yağmurlardır. İnsanın da verimli olması onun mânevî terbiyesindeki feyz ve berekete bağlıdır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

"Yedi yaşında yavrularınızı namaza alıştırın" diye emir buyurarak, dînî terbiyenin pek erken çağlardaki lüzûmuna işâret etmiştir. Çünkü küçük yaştaki çocuklara yapılan samîmi telkînât, onların zihinlerinde mermere hakkedilen yazı gibi kalıcı olur. Îman ve sevgi de lâyıkı vechile kalbe girerse hayatı boyunca devâm eder.

Hakk dostlarından Ebu Bekr Varrak Hazretleri oğlunu Kur'ân-ı Kerîm öğrenmesi için mektebe gönderirdi. Oğlu birgün dersten dehşet içinde ve benzi sararmış bir halde geldi. Bu hali gören Ebu Bekr Varrak Hazretleri;

"-Hayırdır evlâdım, bu ne hâl!" diyerek sebebini sordu. Oğlu da;

"-Babacığım, bugün mektepte Kur'ân-ı Kerîm'den "Eğer inkâr ettiğiniz takdirde çocukları ak saçlı ihtiyârlara döndürecek (kıyâmet) gününden nasıl korunabileceksiniz?" âyetini okuduk. Bunu düşündükçe dehşet ve ürperti içinde kalıyorum." dedi.

Bir müddet sonra da Ebu Bekr Varrak Hazretleri'nin oğlu vefat etti.

Ebu Bekr Varrak Hazretleri sık sık oğlunun kabrini ziyâret eder ve kendi kendine;

"-Ben bunca zamandır Kur'ân-ı Kerîm okurum. Hukûk-ı İlâhiyye'den bu çocuk kadar duygulanamadım. Bana ne yazık!" der ve üzülürdü.

İşte Kur'ân-ı Kerîm, küçücük mâsûm yürekleri dahi titreten böyle esrâr ve ibretler ummânıdır.

Allâh -celle celâlühû-'n kelâmını tilâvet, hiç şüphesiz ki ibâdetler içerisinde en faziletli olanlardandır. Namazda kıyâm ve rükûnlar mâzeret dolayısıyla tam olarak ifâ edilemese de yine namaz câizdir. Lâkin kıraatsiz namaz mümkün değildir. Bununla beraber onu en güzel şekilde tilâvet eylemek zarûreti vardır. Nitekim Cenâb-ı Hakk;

"Kur'ân'ı tâne tâne tilâvet et!" (el-Müzemmil,4) buyurmaktadır.

Âyet-i kerimede buyurulur;

"Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size merhamet edilsin!" (el-A'raf, 204)

Çünkü susmak iyi dinlemeye, iyi dinlemek basîrete, basîret ise feyzin artmasına ve rahmet-i ilâhiyeye nâil olmaya sebep olur. Hazreti Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, İbn-i Mes'ûd'a Kur'ân-ı Kerîm okumasını ister, kendileri de nemli gözlerle ve büyük bir mânevî hazla dinlerdi.

Bir anne-babanın yavrusunun okuduğu Allâh kelâmını dinleyip duygulanması ne büyük seâdettir. Bir tohumun kaderinde saklı olan çınar ağacı gibi, emek verdiğimiz yavrularımız belki Rabbimizin sâlih ve sâdık kullarından olacaktır. Böyle anne ve babalara ne mutlu!...

Her ferd, ana-babasına hürmet -hatta belli bir ölçüde muhabbet de- duyar. Lâkin evlâda karşı olan muhabbet, ana-babaya karşı olan muhabbete gâlebe hâlindedir. Cenâb-ı Hakk muhabbete muhâtap olan "evlâd" ve "mal"ı Hakk yolunda istikâmetlendirilmez ise "fitne"; evlâd sâlih ve mal da Hakk yolunda infâk hâlinde ise "zînet" olarak tavsif buyurmuştur. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu şekilde evlâdını terbiye eden ana ve babalara şu müjdeyi vermiştir:

"Kur'ân-ı Kerîm okuyanın anne ve babasının başına yarın kıyâmet günü nûrdan taçlar koyarlar. Nûrdan elbiseler giydirirler ve onları cennet buraklarına bindirirler. Melekler etraflarında dolaşır ve onları cennet tarafına gönderir-ler. Şöyle nidâ edilir: "Bunlar, dünyada çocuklarına Kur'ân-ı Kerîm okumayı öğreten ve öğrenmelerine gayret eden anne ve babalardır."

Evlâda karşı fıtratta mevcûd olan muhabbet temâyülü sebebiyledir ki, hemen herkes evlâd sâhibi olmayı arzu eder. Halbûki evlâda güzel bir istikâmet vermekteki mes'ûliyet hakkıyla düşünülebilse, ürperip titremeyecek bir insan tasavvur olunamaz. Aksine, evlâda güzel bir istikâmet vermekteki muvaffakıyet, insanın yaratılış sebebi olan "Rabbini tanıyıp ibâdetlerle O'nu tekrîm etmek" gayesine mâtuf olduğundan insan için paha biçilmez bir kazanç kaynağıdır. Çoluk çocuğu geçindirmek ve onların mânevî terbiyeleri husûsunda katlanılan ağır meşakkatler, ana-babanın günahlarına keffâret teşkîl edecek bir derecede hasenât sebebidir. Sadaka vermekten de efdaldir. Yetiştirilen o sâlih ve sâdık çocuklar âhırette ebeveyn ile cehennem arasında perde olacaktır.

Çocuklar, servetimizin en yüksek kıymetleri, Rabbimizin en büyük lutfu, ihsân ve inâyetidir.

Nesillerini muhafaza duygusu içinde çırpınan bitkiler ve hayvanlar karşısında, kâinâtın en yüksek varlığı olan insanların nesillerini mânevî duygu ve Kur'ân nûrundan bîgâne yetiştirmeleri çok acıdır. Ana ve babanın vazifeleri, onları lüzûmundan fazla yedirmek içirmek gibi ten gıdaları ile ifrata varacak şekilde gıdalandırmak değil; rûhî gıdalarla rûhî neş'elerle istikbâle hazırlamaktır.

Bir çocuğun gönlüne, Allâh Teâlâ'nın ve Peygamber-i Zîşan efendimizin muhabbeti iyice zerk edilmezse, o çocuk âdet yerini bulsun diye isteksiz, sönük bir halde dînî vazîfelerini yapar. Hatta devamlı yapması lâzım gelen namazını bile ara sıra kılar. İbâdetin zevk ve lezzetini tatmaktan mahrûm kalır.

Onları, Kur'ân ve sünnet dünyası içinde yetiştirmemiz sevgi ve merhamet muktezâsı; ihmâli ise zulmettir. Onlara gelin veya damat ararken de dünyevî kıymetlerden ziyâde îmân ve güzel ahlâk nurlarını gözetmeliyiz. Zîra dinî ve ahlâkî duygularla beslenmeyen âile yuvalarının sonu; ya ayrılık yada mezara kadar devâm eden ızdırab dolu bir hayat olur.

Çocuklarımızı havaîlikten, haşarılıktan, lüzumsuz gezi ve israflardan, eve geç gelmelerden ahlâk bozucu medya te'sîrlerinden korumalı, ruhlarını Allâh -celle celâlühû-, Kur'ân, evliyâullâh, sâlihler ve sâdıkların sevgisiyle doldurmalıyız ki, kalbleri zulmetten korunsun, nûrânî şebnemlerle ihyâ olsun.

Mâsûm gönüller, Allâh -celle celâlühû- ve Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin muhabbet ve rûhaniyeti ile dolduğu zaman ibâdetler de şevk ve hûşû haliyle kemâle doğru mesâfe alır. Kalblerindeki imânları kuvvetlendiği için gönül dünyaları zenginleşir. Kur'ân-ı Kerim'i bambaşka bir lezzet ile tilâvet ederler. Emir ve yasaklarına karşı dikkatli olurlar. Kur'ân ve Rasûlullâh ahlâkı ile ahlâklanırlar.

İlmin kötüye kullanılmaması için din ve ahlâk himâyesi şarttır. Toplumdaki anarşiyi önleyebilmek ancak îmân ve Kur'ân terbiyesiyle mümkündür. Dinsiz ve ahlâksız bilgilerin ictimâî bünyede açtığı yaralar gözler önündedir. Birtakım kişilerin bilgilerini din ve ahlâk temellerine saldırı vâsıtası olarak kullandıkları veyâ nefsî arzularına meyl ederek istismârda bulundukları günlük müşâhedeler arasındadır. Dînî terbiyenin ihmâli, maddecilik yâni dünyâ menfaatine râm olma belâsını getirir ki, bu da dinsizliğin âmillerinden ve temel taşlarındandır. Maddecilik, bir felsefe değil, fikrî zavallılıktır. Hikmet değil, illettir.

Dinsizliğin en mühim sebeplerinden biri de bâzı gâfil ve münkirlerin beşerî zekâ ve bilgilerinin selâhiyet hudûdunu kavramaktan mahrum olmalarıdır. Bunlar idrâkte âciz kaldıkları bilgileri inkâra kalkışan zavallılardır.

Haddini, cehâletini bilmeyen bu tip münkirler için Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

"İnsan görmez mi ki biz onu nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş." (Yâsin, 77)

Bu münkirler, kendilerini îkâz ve aydınlatmak isteyenlere de kalp âlemleri ölü olduğu için, "İlim asrındayız, bunlar eskilerin masallarıdır." gibi sözler söylemeye ahmakça cür'et ederler. Bu tipler hakkında âyet-i kerîmede:

"Onlara peygamberleri açık deliller ve mûcizelerle geldiklerinde; kendi ilimleriyle çalım sattılar. Dînî hakîkatlerle olan istihzâları, böbürlenmeleri onları azab çemberine almıştır." (Mü'min, 83) buyurulur.

Dinden mahrûm olan kişi; aczini kuvvet, sefâletini saâdet bilen mücessem bir gâfildir.

Yavrularımıza verebileceğimiz en mühim mîrâsımız, onların âhiret âlemini kurtarmaya yönelik gayretlerimizdir.

Hem çocuklarımıza dinî terbiye vermek, hem de talebesizlikten kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Kur'ân Kursları ve İmâm Hatip Okullarını yaşatmak ve toplumun ahlâksızlık, cehâlet, terör ve anarşiye karşı huzur ve selâmetini temin etmek için gayretlerimizi artırmamız hepimizin üzerindeki bir vecîbedir.

Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:

"Biz Kur'ân'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü'minler için şifâ ve rahmettir, zâlimlerin ise sadece ziyânını artırır." (İsrâ, 82)

Bir başka âyet-i kerîmede de:

"...Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allâh'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar." (Münâfikûn, 7) buyurmaktadır.

Yukarıdaki âyet-i kerîme mûcibince evlâdlarımızı istikbâl endîşesi ve birtakım dünyevî arzular sebebiyle Kur'ân Kursları ve İmam-Hatip okullarından uzak tutmak ve onları bu mânevî sofradan mahrûm bırakmak acı bir zaaftır. Zîrâ, istikbâli lutfedecek olan, ancak kâinâtın Hâlık'ıdır.

Tarih şâhiddir ki, Peygamber, evliyâ, sâdık ve sâlihlerin izinden giden milletler ihyâ ve âbâd olmuşlar; zıddına gidenler ise insanlık haysiyetini kaybederek berbâd olmuşlardır.

Nitekim hadîs-i ?erîfde de:

"Muhakkak ki Allâh -celle celâlühû-, şu Kur'ânla bazı kavimleri yükseltir. Bazılarını da alçaltır." (Müslim, İbn-i Mâce) buyurulmaktadır.

Dünyâ, başta "Rahmân ve Rahîm" sıfatlarının olmak üzere bütün ilâhî esmânın tecellîsine açık bir sofradır. Bu tatlı dünya sofrasına Hakk'ın lutfu ile oturduğumuzu, bir gün kalkıp gideceğimizi unutmamalıyız. Bu sofranın âdâbına riâyet etmeyi de bir zarûret bilmeliyiz.

Bu ibretli sofradan, sâlihler de, fasıklar da istifâde edecektir. Âhıret ise şaşmaz bir vaad ve hakîkattir. Orada, kudreti nâ-mütenâhî olan Hâlık Teâlâ hükmedecektir.

Hayâtın, îkâz edici ibretli hâdiseleri en hakîkî muallimdir. İlâhî hesâba çekilmeden evvel kendimizi hesâba çekmek sûretiyle, evlâd ü iyâlimizin yetiştirilmesindeki mesûliyetimizi ve bu vazîfedeki ihmâlin vebâlini iyi mîzân etmek mecbûriyetindeyiz.

Allâh'ın huzûrundaki hesâb ve teftîş günü, kaçınılmaz bir mecbûriyettir. O günün şiddeti âyet-i kerîmede:

"Sert, belâlı bir gün" (İnsan 10) şeklinde tavsîf edilmiştir.

Diğer bir âyet-i kerîmede de:

"O gün insan diyecektir." (Kıyâmet, 10) buyurulur.

Sözlerin en güzeli Allâh'ın kelâmıdır. Hidâyet yolunun en güzeli Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in nurlu, uğurlu ve mübârek yoludur.

En güzel mîrâs, bu mukaddes emânetin mâsum yüreklere tevzî edilmesidir. Bir îkâz-ı ilâhî olarak âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

"Ey insanlar! Kendinizi ve âilenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!" (Tahrîm, 6)

Rabbimiz, ittikâ ve ihsân ile kalplerimizi techîz eylesin! Temiz vicdânlar ve nûrânî kalpler ile âhiret yolcusu olmayı ihsân buyursun! Ebedî seâdetin dünyâdaki başlangıcı olan Kur'ânî ve Muhammedî bahar iklîminin vecdi içinde yaşamayı cümlemize nasîb eylesin! Cümlemizi îmân kardeşliği, Kur'ânî feyiz ve Muhammedî ahlâk ile tezyîn eylesin!

Âmîn!..
Dipnotlar: 1. Hidâyet veren. 2. Sapıklığa sevkeden.

Alıntı