๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 31 Aralık 2010, 10:53:34



Konu Başlığı: Nefsine güvenen pişman olur
Gönderen: Hadice üzerinde 31 Aralık 2010, 10:53:34
Nefsine güvenen pişman olur


İnsan, bir iş yaparken, ya kendine yani nefsine veya nefsin de sahibi, yaratanı olan Allahü teâlâya güvenir. Nefsine güvenen, kendini beğenir, bencil, egoist ve kibirli olur. Allahü teâlâya güvenen ise, tevekkül sahibi ve mütevazı olur. Nefse güvenmek, mantık ilmine de aykırıdır. Çünkü, bir güvenen bir de güvenilen olmak üzere ayrı ayrı iki şey düşünülmedikçe, güvenmek sözünün manâsı kalmaz.

Dinimiz, bir kimsenin, bilgisi, kabiliyeti ve çalışması ile kendinde bir güven bulunmasını reddetmiyor. Zira bu güven olmazsa, kişi, başkalarına muhtaç olur ve zillete düşer. Nefse itimat, kimsenin yardımına güvenmeyerek, fazla çalışmak anlamında kullanıldığı zaman, mahzuru olmaz. Çünkü, tevekkül de, böyle çok çalışmayı, akla ve mantığa uygun şekle sokuyor ve tevâzu ile süslüyor. Ve böylece tevekkül, nefse itimattan beklenilen faydayı, daha edepli ve daha kıymetli olarak temin ediyor.

Dinimiz, kişinin sahip olduğu meziyetleri, kendinden yani nefsinden bilip, nefsine güvenmesini reddediyor. Çünkü insandaki ilmin, çalışmanın ve her türlü kabiliyetin esas sahibi, Cenab-ı Haktır. Nefsine güvenen, yaratana değil, kendisi gibi yaratılmış bir varlığa güvenmektedir. Kendisi muhtaç olan bir varlık, nerede kaldı ki başkasına himmet, yardım etsin...

İnsan, elbette bir şeye güvenecektir. Çünkü güven, insanı huzurlu kılar ve başarıya götürür. Ama bu güvenmek nereye olmalı? Nefse mi yoksa, nefsin de sahibi olan Allahü teâlâya mı? Herkes kendini yani nefsini üstün bilir. Başkasının yumruğunu yemeyen, kendi yumruğunu batman taşı sanır, atasözü meşhurdur. Birbiri ile çarpışacak kuvvetler için, sebeplere elden geldiği kadar yapıştıktan sonra, nefse güven yerine Allahü teâlâya güvenerek üstünlük aramalıdır. İki taraf da Allahü teâlâya güvenince, haksız olan, hakkı kabul eder. Aksi halde kavga olur.

Allahü teâlâya güvenen, Rabbim bana yardım eder, çünkü, ben haklıyım derse, rahat eder ve kazanır. Fakat, nefsim bana yardım eder, çünkü ben haklıyım derse, kavga eder, yalnız kalır ve kaybeder. Çünkü, haksız olan egoistin nefsi, daha çok ister ve daha azgın bir şekilde karşı tarafa saldırır. Bu hâl ise, güçlülerin zayıfları ezmesine, onlara zulmetmesine ve adaletin ortadan kalkmasına sebep olur.

Allahü teâlâya güvenmek, kalbde hasıl olan bir hâldir. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanının pek çok olduğuna iman etmekle hasıl olur. Bu hâl, kalbin vekile güvenmesi, Ona inanması ve Onunla rahat etmesidir. Böyle bir insan, dünya malına gönül bağlamaz. Dünya işlerinin bozulmasından üzülmez. Allahü teâlânın, rızkı göndereceğine güvenir. Dünyada, bunun benzeri, bir kimseye iftira edip, mahkemeye verseler, kendine bir avukat tutar. Üç şeyde avukata güvenirse, bu kimsenin kalbi rahat olur. Biri, avukatın, iftirayı, hileyi iyi bilmesi. İkincisi, bildiğini iyi anlatmak için doğruyu söylemekten çekinmemesi, iyi ve açık konuşabilmesi. Üçüncüsü, avukatın, buna acıyıp, hakkı kurtarmaya candan uğraşmasıdır. Avukatına, böyle inanır, güvenirse, kendisi ayrıca uğraşmaz.

Âl-i İmran suresindeki; (Allahü teâlâ bize yetişir. O, çok iyi vekildir) mealindeki âyeti kerimenin manasını iyi anlayıp, her şeyi Allahü teâlâ yapar, Ondan başkası bir şey yapamaz diyen, Cenab-ı Hakkın ilminde, kudretinde noksan, kusur olmadığına ve rahmetinin, iyiliğinin sonsuz, çok olduğuna inanan bir kimse, Allahü teâlânın fazlına itimat ederek tedbire, sebeplere yapıştığı halde, bunlara değil Cenab-ı Hakka güvenir. Rızk takdir edilmiş, ayrılmıştır, sebeplerine yapışınca ve vakti gelince bana ulaşır der.

Bazı kimseler, ilmen bunları bilir ve inanır. Ammâ, içinde bir korku, bir ümitsizlik bulunur. Çok kimse vardır ki, bir şeye inansalar da, tabiatları, imanlarına uymayıp, evhâm ve hayâllere uyar. Hatta bu hayâllerin yanlış olduğunu bildiği halde, yine bunlara tâbi olur. Mesela, tatlı yerken, başka biri tatlıyı pis bir şeye benzetirse yiyemez. Bu sözün yanlış olduğunu, pisliğe benzemediğini bildiği halde, yine yiyemez. Yine böyle kimseler, ölü bulunan bir odada, yalnız yatamaz. Ölünün taş gibi olup hareket edemeyeceğini bildiği halde, yatamaz.

Görülüyor ki, tevekkül için, hem kuvvetli iman, hem de kuvvetli kalb lazımdır. Böylece, kalbinde şüphe kalmaz. İtimat ve rahatlık tam olmadıkça, tevekkül, güven de, tam olmaz. Çünkü tevekkül, kalbin, her işte, Allahü teâlâya itimat etmesi, güvenmesi demektir.

Tevekkül, değiştirilmesi insan gücünün dışında olan üzücü olayları, ezelde takdir edilmiş bilip, üzülmemek, Allahü teâlâdan geldiğini düşünerek seve seve karşılamaktır. İnsan, bir işin neticesinin iyi mi, kötü mü olacağını bilemez. Hayır sandığı çok şey, şerle, şer sandığı çok şey de, hayırla neticelenebilir. Muhakkak şu işim olsun diye ısrar etmemeli, “Hayırlı ise olsun” demelidir.

Kısacası, Allahü teâlâya güvenen, O emrettiği için sebeplere yapışan ve bu sebeplere tesir ihsan etmesi için dua eden, huzurlu olur, kazanır. Nefsine güvenen ise, bencil, egoist, kibirli olur. Kendisi rahat edemediği gibi başkasını da huzursuz eder ve kaybeder.

Osman Ünlü