๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 01 Kasım 2010, 16:28:39



Konu Başlığı: Nefes Aldım, Veremeyebilirim
Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Kasım 2010, 16:28:39
Nefes Aldım, Veremeyebilirim

Emrullah Hatipoğlu


Bir Aylık Ömrümüz Olsaydı...


Ahiret hayatına inanmamış bir insan olsaydım -ki böyle olmaktan, bunun geçici tasavvurundan bile Allah'a sığınmak lazım- bir aylık ömrümüzün kaldığı beyanı karşısında en çok sevdiklerimle haşru neşr imkânı, onlarla beraber olma, onlardan istifade imkânı arardım. Eğer "Bazıları vardır ki Ey Rabbimiz bize dünya iyiliği ver, derler. Onların ahiretten hiç nasipleri yoktur." ayeti kerimesinde belirtilen gruptan olsaydık, dünya madem ki esas hayattır ve herşeyin en güzeli bu dünya nimetleridir, der ve onların en önemlilerine yönelirdik. Ama biz yine âyet-i kerimede ifade edildiği gibi "Ey Rabbimiz bize dünyada da ahirette de iyilik ver; bizi cehennem azabından koru" diye tarif edilen dünya ve ahiret hayatına birlikte bakan mümin bakışı ile olaya bakınca, herhalde, gafletimizi gözden geçirirdik. Eğer inandığı halde yaşamayan birisi olsaydım, hem hayatın bu dünyadan ibaret olmadığına, ebedi bir ahiret hayatının varlığına, orada cennet ve cehennemin olduğuna ve her ikisinin de insan için olduğuna inanıp, hem de Allah'ın ölçülerine göre bu hayatı yaşamayan birisi olsaydım, eyvah bu ömür boşa gitti; şu son bir ayda neler toparlayabilirim şeklinde bir bakış açısıyla neleri toplayıp götürebilirsem, onları götürürdüm. Hani bir düşman istilâsında insanlar yükte hafif pahada ağır neleri götürebilirlerse... Ben de akâid ve amel noktasında en ehemmiyetli olanlarına yönelirdim.

Ama, ölüm zaten her an bizi bekliyor. Buraya çıkarken merdivenlerde ölümle karşılaşabilirdik. İnişte de aynısı geçerli. Hatta merdiven başına gidip gitmemenin de bir garantisi yok. Eğer bir nefesi aldım, ikincisini veremeyebilirim şeklinde bir anlayışla ölümü hissedebilseydim, herhalde zaten, bir kul olarak, Allah'ın Rasulü'nün benden yapmamı istediklerini, bu uyanıklık içerisinde daha disiplinli yapardım. Tabii bunları eylem olarak yapardım da, takdire şayan olacak şekilde, Allah rızasına uygun yapabilirmiydim, onu bilemiyorum, ama en azından iman-ameli salih birlikteliği içerisinde olması gerekenleri yapmaya çalışırdım. Buna çalışıyor olurdum zaten. Bu şartlar altında da bana son bir ay haberi verilmiş olurdu, ben de elhamdülillah birşeyler yaptım herhalde, ama yine de yaptıklarım Rabbimin nimetleri ile kıyaslanmaz, derdim. Gerçekçi bir bakışla bütün yaptıklarım aslında bir hiç hükmünde de olsa, Allah bizi lütfuyla razı olduğu kullarının zümresine ilhak edecektir, diye düşünür ve ümid ederdim. Yani yaptıklarımla her an yüzyüze, içiçe ölümü yaşasam dahi bunlara garanti gözüyle bakamazdım. "Siz amellerinize güvenerek cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz?"

Belki bazı insanlara bu tür haberler, yani kaç gün ömrünün kaldığının haberi veriliyor, onlar da gereken hazırlığı yapıyorlar ama ben de akidemi yok hükmüne geçirecek kusurlardan kaçınmaya çalışırdım. Tevhide ters gelmeyecek, şirke kapı açmayacak bir imanın korunmasına önem verirdim. Ancak o imanla ben, amellerimi geçerli kılabilirim. Sonra da ona uygun amel... Daha önce bu disiplini kazanmışsam bu soru beni biraz daha dikkatli olmaya. Aslında bu son söz bir gaflet ifadesi sayılabilir. Zira ölüm her an var. Orada ben o dikkati göstermemişsem, bir ay sonrası için belki paniklerim. Hatta "Bir ay sonra ölüm olsaydı, bu bir ayda ne yapardınız?" suali tenkit edilmesi gereken bir sualdir. Çünkü ben her an ölümü beklemek durumundayım. Nefes nefes... Akşama eriştik, sabaha çıkacak mıyız? Uykuya yattık, kalkabilecek miyiz? Uyku da bir tür ölümdür. İnsan bu dünya şartları içerisinde,kendinden geçip gidiyor. Kendine has bir dünya içinde yaşıyor. Uyku veya rüyâ âleminde seyahatlar yapıyor, kısa zamanlarda ülkelerden ülkelere gidiyor. Bu da bir tür başka âlemlerde seyretmedir, ama dışarıdan görenler "Bu, uyuyor" diyor. Bir ay bile, ölümle insan arasına çok büyük bir mesafe koymuş olma anlamına gelebilir. "Nefes aldım, ikinciyi alamayabilirim" idraki ile ölüme bakabilmeliyiz. Bir aylık mesafe koyarsak, biz bunu çok daha uzatırız. Bu tür bir fırsatı, şeytanın pompaladığı boş ümitlerle "Sakın şeytan sizi Allah'ın affına güvendirerek kandırmasın" ayetinde belirtildiği gibi bir takım ümniyelerle, temennilerle daha da uzatır ve gaflete dönüştürebilirdik. Eğer ölümü "Nefes aldık, ikinciyi alamayabiliriz" şeklinde yakın görür ve kabul edersek bu iş Allah'ın rızasına uygun biçimlenir. Şimdiye kadar, bu kadar uzun bir süre bize veren olmamış, bilmiyorum. Altınoluk bunu nereden bulup veriyor; Ölümle aramıza bu kadar mesafe koyma cesaretini nereden buldunuz bilmiyorum ama tabii bazı şeyler farz-ı muhaldir.

İnsan tek başına yaşamıyor. İslâm tek başına yaşanmıyor. Bir cemaatiz, bir aileyiz, bir akrabayız, bir ümmetiz. Sorumluluklarımız buna göredir. Aileye karşı sorumluluğumuz, yakınlarımıza karşı sorumluluklarımız bizim görevlerimizi ve sosyal yönümüzü oluşturuyor. Ümmet, yani tüm insanlık, davete icabet edenler ve etmeyenler olmak üzere, hepsine karşı sorumluluklar devam edecek. Ebu Cehiller'in davetine devam edilecek. Yani tebliğ görevi sürecek. Bir ay sonra öleceğim diye bu görevlerden istifa etme hakkım doğmuyor. Belki bu son nefesi verinceye kadar devam edecektir. Bir başka şey de dünyayı imar noktasında, müminin tüm vazifeleri son nefesine kadar devam ediyor. Yaşlanmış Ebu Eyyüb el Ensari niçin İstanbul'a gelmişti? Geri de dönememiştir. Ona bu gücü veren son nefesine kadar duyduğu sorumluluktur. Kıbrıs'ta yaşlı Ebu Talha'nın hali nasıldır? Biz yaparız diyen çocuklarına, yakınlarına, "yaşlısın" diyerek onu geride bırakmak isteyenlere, "Ayet yaşlıları istisna etmiyor ki" demiştir. "Kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle düzeltsin bu ise imanın en zayıfıdır." Mücadele hep güce göredir.

Sonra âyet-i kerimede mazur görünenler mustaz'afin yani zayıf görülenlerdir. Yaşlı, adım atamayan, yataktan kalkamayacak derecede, koluna girilmesi gereken erkekleri, kadınları ve çocukları Allah ü Teâlâ istisna etmiştir. Kendilerini zayıf göstermek isteyenler, nefislerine zulmedenler olarak tavsif edilmişler. Niçin? Hicret edebilir, etmemiş; kafir toplum içerisinde yaşamayı yeğlemiş; hicret edip Allah Resûlü'nün beraberinde veya başka bir yerde yaşamayı kafirlerin toplumunda yaşamaya yeğlemiş. O kendisini mustaz'af saymış, ama Allah kabul etmemiştir. "Siz neredeydiniz?" yani "Sizin yeriniz burası mı?" olacaktı denmiştir onlara. Müşriklerin ordusuna katıldınız, Allah Rasûlü'ne karşı savaştırılmak üzere getirildiniz. Onlar da "Biz yeryüzünde zayıf duruma düşürülmüşlerdeniz." derler. O senin kuruntun. Allah bunu kabul eder mi? O, kimin mustaz'af olduğunu tayin etmiş. O halde mümin imkanları ölçüsünde o sorumluluğu taşıyacaktır. Cihad sorumluluğunu yüklenecektir. Dinin nûrunu söndürmek isteyenlere karşı bu nuru korumak üzere kendisi sorumludur. "Ben zayıflardanım" deyip geçerli olmayan mazeretlere sığınmayacaktır. Hele hele bilhassa, ölüm vakti de yaklaştıkça, bunu arkadakilere örnek olacak şekilde yapacaktır. Nasıl kötü bir sığınış örnek olarak veriliyor, kendisi de iyi bir örnek olacaktır. Biz de onu Halid İbni Zeyd gibi anacağız. O iyi bir örnektir. Ebu Talha gibi anacağız. O da iyi bir örnektir. Hem o hurmalığını "En sevdiklerinizden infak etmedikçe gerçek iyiliğe eremezsiniz" ayet-i kerimesi gelince infak etmiş, cihâd yolunda fedakarlık göstermiştir. Diğer müminler de onun gibi güzel örnekler olacaklardır. Çünkü arkadakiler bu örneklere bakarak emaneti koruyacaklardır. Zaten güzel örnek olanın akıbeti çok daha güzel olacaktır.

O halde ölüm bir panik sebebi değil, belki bir disiplin sebebidir. "Yarın öleceğinizi bilseniz elinizdeki yaş hurma dalını dikin" hükmü de var. Benim istifade etmem şart değil. Yeryüzünü imar gibi bir görevim var benim. Bu çevrecilik konusunda da çok güzel bir örnektir. Bu aslında "Yarın kıyametin kopacağını bilseniz" şeklindedir. Ölüm de kişinin kıyametidir. Yahu bu ne zaman büyüyecek, demeyeceksiniz. İnsanın dünyaya yönelik öyle görevleri var ki bunları menfaatini, çıkarını hesap etmeden yapacak. Görevi sadece onu yapmaktır; bu dünyada semeresini almayabilir. Ahirette alacaktır. Kafiri örneklerken Kuran "Yalnız dünyada ister" diyor. Ahirette onun nasibi yok, diyor. Bir hedefi yok çünkü bu adamın zaten ölümle hayatı allak bullak olacaktır. Müminin böyle bir derdi yoktur. Bazen mümin, şehit olamadım diye üzülüyor, ağlıyor. Niye? Esas özlediği hayatın güzelliklerine kavuşacak da ondan. Burada kalışı onu bu güzelliklerden alıkoyuyor. Mümine bu yüzden ölüm dehşet getirmiyor.

Bu sorunuzu mümin şu şekilde değerlendirebilir. "Ha, demek ki bir ay daha bu dünyanın derdini çekeceğiz". Askerde teskereyi iple çeken adam, orada yine görevini yapıyor. Ama onu geçici bir hayat olarak görüyor. Tabii bu bir idrak meselesi. Allah bize bu idraki nasib etsin. Hayatı, o nasıl değerlendirmemizi istiyorsa öyle değerlendirmeyi bize nasip etsin.

Mümin, her an ölümü beklemekte, her an ona hazırlanmaktadır; ama bir aylık bir süre ile ömrü mukayyed kılınmışsa da, bu onun ömründe fazla birşey değiştirmez. Bir ay gafleti artırır bilakis. Ben zaten bu dünya için yaşamıyorum ki. Hayatın bu salonunda yaşıyorum. Ölünce bir diğer salona geçeceğim. Haa, kapının adı da mezar imiş. Fakat orada bu aktif çalışmayı yapma imkânı olmadığı için buradaki görevim önemli. Bu, bir saniye olsa da aynı şey bir ay olsa da. Burada üzerine düşen bedenî, fikrî, ilmî, malî vazifemi yaparım. İnşaallah ölümü karşılayacak güzellikte amellerimiz olur da ölümü rahat karşılarız. Ömrümüz gafletle geçen, sorumluluk duygusundan uzak bir ömürse o da büyük bir ızdırap kaynağıdır.

Ama İslâm madem ki geçmişe sünger çekiyor, dur hele şu geçmiştekilerin hesabını ver diyemiyorsunuz. İnsan tevbe eder, yaptığı kötülükler yüzünden büyük bir pişmanlık içerisinde olursa, Allah da onu kabul eder. Gavur inadı ile dünyadan göçenin alacağı birşey yok. Ama burada gurur inadı da olsa, bütün dayanaklar kaybolmadan, iradesiyle amel edecek durumunu kaybetmeden, fir'avn örneğinde olduğu gibi, bu hale düşmeden dönüşler engellenmediği için istifade imkanı olur.

Allah'ın din emaneti elden ele, Hz. Adem'den bu yana bize kadar gelmişse -ki İslam'la en mükemmel seviyeye ulaşmış, -biz bu emaneti bir yarışta taşıyoruz. Ölüm bir intikal. Bayrağın arkadaki ele intikali. O yüzden bu emaneti arkadakilere, taşıyacaklara bozmadan, ketmetmeden, hıyanet etmeden, makaslamadan teslim ettiğim zaman vazifemi yapmış olurum.

A. Rıza DEMİRCAN

Suâliniz beni derinden etkiledi. İçimi ürpetti. Meğer bu suâli kendi kendime daha çok sormalıymışım. Sorulması gerektiğine yürekten inandığım için AKRA'daki programımızda dinleyicilerime de yönelttim. Aslında bir aylık bir ömür garantimiz de yok.

Daha güzel bir kul olmayışın ezikliğini ruhumda duyan bir insan olarak nefsimi aşarak cevap vereyim:

Ömrünün son bir ayına giren ciddi müslümanın hayatında köklü bir değişiklik olmaz. Zira o zaten namazlı, oruçlu ve zekâtlıdır. Kafirlik ve zulümden uzaktır. Faiz, içki, kumar ve zinadan berîdir. Yapılacak iş zikri artırmak, gece namazlarını çoğaltmak, sıla-i rahme ağırlık vermek, ahirete taalluk eden kul haklarını tazmin etmektir. Daha da önemlisi inancımızı ehl-i sünnet esaslarına göre yeniden yapılandırmak, Allah'a ve yasalarına imanı, şirkten iyice arındırmaktır.

Ömrümün son anlarını yaşadığım duygusunu verdiği için uçak yolculuğunu severim. Teslimiyet içinde oluyorsunuz. Bu anlarımda duyduğum en büyük üzüntü niçin daha güzel bir kul olamadığımdır. Gurur sebebim ise Allah'dan gayrıya bilerek kulluk yapmayışım, ilahi yasalarla çelişen ilkelere, şahıslara, kurumlara onay vermeyişimdir.

Son olarak söyleyeceğim şudur: Durumumuz ne olursa olsun keremi bol Mevlamıza karşı sınırsız bir güven içinde olmalıyız.

Prof. Dr. Hayreddin KARAMAN


Hayatının son bir ayı veya bir günü kaldığını bilen bir insan nasıl yaşarsa, mümin bütün ömründe de aynı şekilde yaşamaya çalışmalıdır. Ben şahsen böyle düşünüyorum ve bu şekilde yaşamaya çalışıyorum. Bana son bir aylık ömrümün kaldığını söyleseniz vasiyyet türü şeyler dışında hayatımda fazla bir değişiklik olacağını zannetmiyorum.

Prof. Dr. Emin IŞIK

İbadetle, Kur'an okuyarak geçirirdim. Ben Hocayım. Cennette de Kur'an okuyacağım inşaallah. Hacı'nın başka türlü bir zevki vardır. Sofiye sorsan "Namazda alsın Allah benim canımı" der. Kimisi de var "Rakı şişesinin dibinde balık olsaydım" der. Allah Teâlâ türlü türlü ibadetler yaratmış. Kimisi oruçtan hoşlanır, kimisi hayır hasenattan, kimisi de Kur'an tilavetinden... Sofrada tek çeşit yemek yok, türlü türlü yemekler var. Ben son bir ayımda diğer farz ibadetlerimi yerine getirmekle beraber bol bol Kur'an okurdum.

Prof. Dr. Yakup ÇİÇEK


Bir aylık ömrümün kaldığı haber verilmiş olsaydı ne düşünürdüm? Öncelikle şu noktaları düşünürdüm, diye tahmin ediyorum. İlk olarak mensuplarının dünya ve ahiret saadetini sağlamak üzere gönderilen İslâm Dini'nin ve onun şekillendirdiği hayatın yaşanmasının bu konuda da ne kadar önemli olduğunu düşünürdüm. Bir ikinci nokta da, ölüme hazırlıklı olmak. İslâm'ın dikkat çektiği ve özellikle Peygamber (s.a.v)'in hadis-i şeriflerinde vurguladığı bir husustur. Ölüme hazırlıklı olmak, başta peygamberler olmak üzere onların yolunu izleyen müslümanların hayatlarında pratik olarak bulunan birşeydir.

Ben böyle bir durum karşısında bu olaya ne kadar hazırlıklıydım, bu konudaki eksikliklerim nelerdir veya bu olay hakkında taşımam gereken duyarlılık hangi oranda bulunmaktadır, diye düşünürdüm. Üçüncü bir nokta olarak da, sanıyorum, şunu düşünürdüm: Hayat çok büyük bir nimet. Ama bir defa verilen ve bir daha hiç bir anının tekrar verilmesinin söz konusu olmadığı bir nimet. Hayatın çok kısaldığını düşündüğüm veya bildiğim bir sırada, bunu bütün kötülüklerden ve günahlardan dönüş için, yani dini ifadesiyle tevbe için çok önemli bir fırsat olarak görür ve bu konu açısından geri kalan günleri değerlendirmeye öncelik verirdim.

Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ


Topluma faydalı işler yapmakla vaktimi geçirirdim.

Yrd. Doç. Dr. Ali Osman YÜKSEL

Eğer bana bir aylık ömrüm kaldığı söylenmiş olsaydı o bir ayda yapacağım şu olurdu: Bir hatim indirirdim. Vasiyet türü şeylere de gerek yok; zira anlayana bu vasiyet olarak yeter.