> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > İhlâs ve takvânın bereketi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İhlâs ve takvânın bereketi  (Okunma Sayısı 836 defa)
03 Kasım 2010, 12:24:30
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 03 Kasım 2010, 12:24:30 »



İhlâs ve takvânın bereketi


Mü’minin hayatına mânâ ve kıymet katan en mühim vasıflar, ihlâs ve takvâdır. Çünkü ihlâs ve takvâ ile Cenâb-ı Hakk’a kulluğu zirveleştirmek, hayatın ana gâyesi ve kulun varlık hikmetidir.
Takvâ, nefsânî arzuları köreltmek, rûhânî istîdatları inkişâf ettirmektir. Yani mü’minin sadece Allâh’ın rızâsını araması ve bu sâyede Cenâb-ı Hak ile dostluğun teminidir.
Zîrâ mü’minin en mühim rehberi, takvâdır. Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“…Takvâ sahibi olun ki, Allah size gerekeni öğretsin!..” (el-Bakara, 282)
Demek ki, takvâ en güzel muallim, en şaşmaz rehberdir. Hak da, bâtıl da; hayır da, şer de takvâ ile netleşir. Böylece takvâ ile Cenâb-ı Hakk’a dostluk ve vuslatta mesâfe alınır. Bu dostluk ve yakınlığın neticesinde, Cenâb-ı Hak, kulunun gören gözü, işiten kulağı, akleden kalbi hâline gelir.
Bu kıvâma ulaşanlar, cihanın bir imtihan dershânesi olduğunun idrâki içinde bir hayat sürerler. Kalpleri, ilâhî azamet ve kudret akışlarına âşinâ olur. Mallarını ve canlarını Hak rızâsına vâsıta hâline getirirler. Îmânın lezzetine kavuşurlar, merhametleri enginleşir. Hakk’a ve O’nun yarattıklarına hizmet, hayat tarzı ve büyük bir lezzet hâline gelir.
Bu hâli yaşayan, târihimizdeki büyük zâtlardan birisi de Yavuz Sultan Selim Han’dır. Osmanlı padişahlarının dokuzuncusu olan bu büyük zât, sekiz yıllık kısa iktidârı döneminde, 620 senelik Osmanlı Devleti tarihine ve aynı zamanda 1400 küsur yıllık İslâm tarihine en büyük fazîlet imzâsı atanlardan biridir. Onun hakkâniyete meftunluğu, zaman zaman görülen celâdet ve sertliği, sanki Hattâb’ın oğlu Ömer -radıyallâhu anh-’ı hatırlatır.
Bu büyük mücâhid, İslâm birliğini temin etmek için doğu üzerine birçok sefer yapmış, bu seferler neticesinde Diyarbakır, Şam, Filistin, Sûriye havâlisi ve Mısır’ı fethetmiş, Haremeyn-i Şerîfeyn’i de hudutları içine alarak “Osmanlı tarihinin ilk halîfesi” ünvânına nâil olmuştur. Kendisine hutbede “Haremeyn-i Şerîfeyn’in Hâkimi” olarak hitâb eden imâma îtiraz ederek:
“–Hayır, hayır!.. Bilâkis Haremeyn-i Şerîfeyn’in hizmetkârı…” diye düzeltmiş ve böylece yüklendiği vazîfenin şerefini ve bu büyük şerefi nasıl bir rûhî kemâl ile taşıdığını ifâde etmiştir.
Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:
“…Kim Allâh’a karşı takvâ sahibi olursa, Allah Teâlâ ona bir çıkış yolu ihsân eder.” (et-Talâk, 2) buyurmaktadır.
Bu âyet-i kerîme mûcibince Yavuz Sultan Selîm Hân’ın zâhirî zafer ve muvaffakıyetlerinin temelinde de, sâhip olduğu müstesnâ gönül dokusunun bulunduğu âşikârdır. Nitekim o, ihlâs ve takvâsı berekâtıyla pek çok hususta ilâhî te’yîd, yardım ve yönlendirmeye mazhar olmuştur. Yaşanmış, târihî bir vak’a olan aşağıda nakledeceğimiz hâdise, onun bu hâline ne güzel bir misal teşkil eder:

* * *
1516’da Mercidâbık Meydan Muhârebesi ile Memlûklar’a gâlip gelen Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’a girip fitne merkezi hâline gelen Memlûklu Devleti’ni tarihten silmeden önce, üç ay kadar Şam’da kaldı. Bu müddet zarfında Sûriye ve Filistin havâlisinin idârî düzeni ile meşgul oluyor, civardan gelen heyetleri kabul edip onlara ihsanlarda bulunuyor, bazen de şehirde dolaşarak Şam’ın tarihî yerlerini gezip görüyordu. Ancak bütün bunlar, Şam’da bu kadar oyalanmasının gerçek sebebi değildi. Bir rivâyete göre o, İstanbul’da kendisine haber verilen bir müjdenin tahakkuku için bütün gayretini seferber etmişti. O müjde, Şam’da medfun bulunan Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri’nin vaktiyle ortadan kaldırılmış, hiçbir izi bulunmayan mezarını keşfedip ortaya çıkarmaktı. Çünkü İstanbul’daki Hak dostları, Muhyiddin-i Arabî’nin eserlerinde geçen; “«Sin», «Şın»a girince benim kabrim bulunacak!...” ibâresini, «Sin»den murâd «Selim», «Şın»dan murâd ise «Şâm-ı Şerîf» şeklinde te’vîl etmişler ve Yavuz Sultan Selim’in Şam’ı fethiyle İbn-i Arabî’nin kabrinin bulunacağını haber vermişlerdi.
O kudretli padişah, bu sırrı, en yakınlarından bile gizlemiş, kendisi zaman zaman tebdîl-i kıyâfet halkın arasına karışarak bu kabr-i şerîf hakkında bilgi toplamaya çalışmıştı. Fakat aradan üç ay geçtiği hâlde, kimseden net bir şey öğrenememişti. Artık onun da canı sıkılmaya başlamıştı. Çünkü bir an önce Kâhire üzerine yürüyerek Memlûk gâilesini tamamen ortadan kaldırmak istiyordu. Bunun için kıyafet değiştirerek son bir defa daha şehirde dolaşıp araştırmalar yapmak istedi. Bu düşünceyle halkın arasına karışıp gezerken yolu üstündeki bir hamamı fark etti. Burada yıkanıp ferahlanmayı düşünerek içeriye girdi.
“Tesâdüfen hamam pek tenhaydı. Sadece bir ihtiyar, tek başına yıkanıyordu. Sessizce bir kenarda yıkanmaya başladı. Bu sırada ihtiyar adam, elindeki hamam tasını kurnanın kenarına vurarak ses çıkardı. Hamamlarda bu hareket, tellâk çağırmak için yapılırdı. O ihtiyar da bunu, aynı maksatla yapıyordu. Fakat epey bir müddet hamam tasını kurnanın kenarına vurmaya devam ettiği hâlde ortalıkta hiçbir tellâk görünmeyince, Sultan Selim Han:
“–Nasıl olsa, benim kim olduğumu bilen yok!.. Şu ihtiyara bir iyilik yapayım.” diye düşündü ve:
“–Baba!” dedi. “Galiba tellâk çağırmak için şu tası, kurnanın kenarına vuruyorsun değil mi?” diye sordu. İhtiyar:
“–Evlâdım, pek tabiî tellâk çağırıyorum.” deyince Sultan Selim:
“–Ondan talebin nedir?” diye sordu. İhtiyar:
“–Ne olacak oğlum, sırtımı keselettirecektim.” deyince Sultan Selim Han:
“–İstersen ben senin sırtını keseleyebilirim.” dedi. İhtiyar:
“–Memnun olurum!” deyince Sultan Selim yerinden kalktı ve bol köpüklü lifle ihtiyarın sırtını keselemeye başladı. Bunu yaparken de onunla dereden tepeden konuşmak ihtiyacı hissetti. Önce dedi ki:
“–Baba! Sen gençliğinde bir Hak dostuna hizmet etmedin veya muhtaçlara yardımda bulunmadın mı ki, şu hamam tasını dakikalarca kurnaya vurduğun hâlde bir tellâk gelip de senin ihtiyacını görmedi.” dedi.
Bunu duyan ihtiyar:
“–Hele başımdan aşağıya bir tas su dök de gözlerim açılsın, bunun cevabını vereyim.” dedi.
Sultan Selim, birkaç tas su dökerek onun başını ve yüzünü sabun köpüklerinden arındırdı. İhtiyar:
“–Bak! Senin vücudunda tam yedi tane ben vardır. Onları sana göstereyim.” dedi ve Sultan Selim, ihtiyarın bunu nasıl bilebildiğine şaşarak:
“–Allah Allah!” diyerek hayretle ihtiyara baktı.
İhtiyar, sözlerine devamla:
“–Eğer ben, gençliğimde bir Hak dostuna hizmet etmemiş veya etrafımdaki muhtaçların imdâdına koşmamış olsaydım, bunca tellâk varken, onlar bunca çağırmama gelmemelerine rağmen, iş başa düştü diyerek koskoca Cihan Sultanı bana tellâllık eder miydi?!” deyince, Sultan Selim karşısındaki ihtiyarın sıradan bir kimse olmadığını anladı ve önce:
“–Sus!” diyerek eliyle onun ağzını kapadı. Sonra edeb etti, özür diledi ve kendisine şu suâli sordu:
“–Hadi benim tebdîl-i kıyâfet gezen bir sultan olduğumu bildiniz diyelim, o da kolay bir şey değil ama, vücudumda yedi ben olduğunu nereden bildiniz?! Çünkü beni ilk defa görüyorsunuz.”
İhtiyar şu cevabı verdi:
“–Senin annen Dulkadiroğlu Şehsuvar Bey’in kızı Gülbahar Hatun mübârek bir kadındı. Şimdi Trabzon’da, İmâret Câmii’nin yanında, ebedî istirahat hâlindedir. Makamı cennet olsun. Sen ondan duymadın mı ki, doğduğun 10 Ekim 1470 tarihinde Amasya’daki evinizin kapısına bir fukara derviş gelip bu gün bu evde, bir şehzâde dünyaya gelecektir. Onun vücudunda yedi ben vardır. O padişah olacak ve yedi devleti ortadan kaldıracak haberini vermiştir. O derviş, bu sözleri konağınızın kapısını açanlara söylerken sen doğmak üzereydin. İşte bu sır, o sırdır. Bu biliş, o biliştir. Sen bu vâkıayı rahmetli annenden duymadın mı?” dedi.
Sultan Selim Han:
“–Evet efendim, çocukluğumda duymuştum. Fakat unutmuşum. Anam sık sık derslerine çok çalış, iyi yetiş!.. Sen padişah olup ümmetin mes’ûliyetini üzerine alacaksın!..” derdi.
Sultan Selim Hân’ın gerçekten Sina Çölü’nü geçip geçemeyeceği husûsunda endişeleri vardı. Böyle kalp gözü açık bir adamı yakalamışken, ona Kâhire’ye ulaşıp ulaşamayacağını sormayı düşündü.
“–Efendim, siz belki de zamanın kutbu veya Hızır’sınız. Bana bu kadar askerle Sina Çölü’nü geçip geçemeyeceğim husûsunda bir müjdeniz olur mu?” diye suâl edince, ihtiyar:
“–Sultanım, Efendim!.. Size bu hususta iki müjdem var.” dedi ve anlatmaya başladı:
“–Hiç çekinmeyip yola giriniz. Siz, çölün hudûduna gelmeden bir gün evvel şiddetli bir yağmur yağacak bununla çölün kumları sıklaşacaktır. Toplarınız da, askerleriniz de kumlara batmadan, kolayca bu korktuğunuz kum sahrâsını geçeceksiniz. Zira başta Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm- yanında dört büyük halîfe olduğu hâlde sizin önünüzde yürüyecek ve ordunuz en kestirme bir sûrette, hem de emniyetle Kâhire’ye ulaşacaktır.”
Sözün bu noktasında Sultan Selim Han atılarak:
“–Ben, onları görebilecek miyim?” diye sordu. İhtiyar:
“–Şu anda beni gördüğün gibi onları da aynen göreceksin!.. Korkma, atından in ve edeben onları yaya olarak takip et!” dedi ve devam etti:
“–Bu, sana verebileceğim müjdelerden birincisidir. İkincisine gelince, Kâhire’ye vâsıl olduğunda sana İslâm Tarihi’nin mukaddes emânetleri teslim edilecek. Bunlar arasında iki tanesi sana müjde ihtivâ etmektedir. Onların biri, eski bir Mısır tabletidir. Onun üzerinde, senin Mısır’a girerek İslâm Hilâfeti’ni devralacağın yazmaktadır. Bunun için ordunla muzafferen Kâhire’ye gireceksin!.. Onu al, İstanbul’a götür. Diğer emânetlerle birlikte muhafaza altına al. Sana takdîm edilecek olan mukaddes emanetlerden biri de Dâvud -aleyhisselâm-’a âit bir kılıçtır. Dikkat et, bir metre uzunluğunda olan bu kılıcın kabzasında, bir elinde kılıç, diğer elinde kesilmiş bir kafa tutan bir insan resmi vardır. O resimde temsil edilen sensin. Müstesnâ bir madenden yapılmış olan bu kılıcın kabzasına yakın bir kısmında bakırdan bir plâket vardır. Bunun üzerindeki Arapça...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İhlâs ve takvânın bereketi
« Posted on: 02 Mayıs 2024, 23:54:40 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İhlâs ve takvânın bereketi rüya tabiri,İhlâs ve takvânın bereketi mekke canlı, İhlâs ve takvânın bereketi kabe canlı yayın, İhlâs ve takvânın bereketi Üç boyutlu kuran oku İhlâs ve takvânın bereketi kuran ı kerim, İhlâs ve takvânın bereketi peygamber kıssaları,İhlâs ve takvânın bereketi ilitam ders soruları, İhlâs ve takvânın bereketi önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes