๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 13 Temmuz 2010, 17:26:29



Konu Başlığı: Mutluluk Cennetini Arayış Serüveni
Gönderen: Sümeyye üzerinde 13 Temmuz 2010, 17:26:29
Mutluluk Cennetini Arayış Serüveni


İBTİDA-İ KELAM

İnsanlığın mutluluğu arayış serüveni, yeryüzü tarihi kadar eskidir, belki daha da eskidir, eskilere dayanır ve ilk insan Adem Nebi ile birlikte başlar Eşiyle cennette mutlu bir hayat sürerken, şeytanın “daha fazlası” tuzağına takılmış ve o “yaklaşılması bile yasaklanan” ağacın meyvesinden yemişler, ve yer yemez de, haya yerleri açılıvermiş ve utanma duygusu içinde cennet yapraklarıyla örtünmeye çalışırken, içine düştükleri perişaniyet ve içlerinde duydukları pişmanlık halinden kurtulup yeniden önceki lekesiz ve acısız hakiki saadetlerine geri dönüşü gerçekleştirebilmek için ettikleri vicdânî yakarış ve kalbî dualar, daha cennette iken kabul görmüş, afv ü merhamete mazhar olmuşlardı (A’raf 7/23; Tâhâ 20/121-123; Bakara 2/37-38) Fakat, hükmü ezelden verilmiş bulunan yeryüzü yazgısı da bu yasak meyve vesilesiyle yürürlüğe konulmuş ve insanoğlunun yeryüzü yolculuğu başlamış oldu “Ben arzda bir halife yaratacağım!” (Bakara 2/30) i’lâmıyla duyurusu yapılan ve “Allah’ın halifesi” sıfatıyla dünyaya gönderilen insanın (Neml 27/62; Fâtır 35/39; En’âm 6/165), cennet saadetini bir müddet yaşadıktan sonra bir zelleyle ondan ayrı kalışı, ana yurttan gurbete çıkışı ile başlayan imtihan ve hicran dolu sergüzeşt-i hayatı hep o aslî vatana avdet hülya, hasret ve gayretleriyle geçmiştir
İnsanoğlunun mutlu cennet hayatından zorlu yeryüzü dünyasına ayak basışından itibaren bütün bir tarih boyunca şiddetli arzu ve iştiyakla ardısıra koştuğu şey, hep öteler ötesinde yitirdiği “cennet mutluluğu”nu, “mutluluk cenneti” halinde bu dünya âleminde yeniden bulabilmek ve nihayet ölüm, kabir ve mahşer sonrası ebedî mutluluk yurduna girip dûkevn saadetine erebilmek olmuştur Kâbil’in Hâbil’i öldürmekle yakalamak istediği; hak-batıl bütün mabedlerde dua dua, secde secde hedeflenen; uğruna savaşlar yapılan, kanlar akıtılan; dağ başlarındaki mağaralarda yıllarca beklenilen; yeraltından altın, gümüş, petrol madenleriyle esas çıkarılmak arzu edilen; ilimde-edebiyatta şiir şiir, nesir nesir, dergi dergi, kitap kitap yazılan, anlatılan, okunan, aranılan; sanatta resim resim, heykel heykel, ebru ebru çizilen, yontulan, yapılan; ziraatta alınteri ve gözyaşlarıyla bahçe bahçe, tarla tarla yetiştirilmesi düşlenen, yaz-kış devşirilmesi düşünülen şey: saadet çiçekleridir, mutluluk meyveleridir

Geçmişten geleceğe bütün felsefî izmler, doktrinler, akımlar, hareketler hepsi birer mutluluk arayışıdırlar, mutluluk yarışıdırlar Fakat ne yazık ki insanlığa mutluluk reçetesi olarak sunulan bu izmler, daha başta kurucularını bile dünya hayatlarında olsun yeterince mutlu edememiş, hele katiyen ölüm ötesi sonsuzluğu vaadedememiştir; ve hemen çoğu itibariyle normal hayattan uzaklarda kütüphane kuytularında, kitapların sayfalarında kalmış ve kültürel birer miras olmaktan öte bir hayatiyet gösterememişlerdir ki, işin doğrusu bu gayet tabii bir durum olarak görülmelidir; zira kendisi mevtâ olanın muhyî olması sözkonusu değildir, ölü olan can bağışlayamaz Bütün kara parçalarında hüda-yı nabit gibi bitmiş tapınaklar, içindeki kişiler ve kişilerin kalplerindeki inançlar

ilkokullar, liseler ve üniversiteler kütüphaneler, kitaplar, dergiler, gazeteler evler, apartmanlar, gökdelenler atlar, arabalar, trenler, metrolar ve uçaklar hepsi insanoğlunun daha derin, daha engin, daha rengin ve daha zengin mutluluk arayışının görünür olguları değil midirler?

Dahası, semavî olsun, beşerî olsun, her çeşitiyle dinler niye vardır? Rasuller ve nebiler niye gönderilmiştir? Devletler, hükûmetler, idareler neden kurulur, seçimler niçin yapılır? Binalar dolusu hukuk ve anayasa kitapları neden yazılır? Şu koşuşturmaların, araştırmaların, çalışmaların, geliş-gidişlerin gayesi nedir?

Stadyumlar, salonlar, kafeteryalar, barlar, pavyonlar, diskotekler, clubler, hapishaneler, hastaneler, çayhaneler, kahvehaneler, meyhaneler, demhaneler, birahaneler, sefahethâneler, rezâlethâneler, puthaneler bunların içlerine girilse ve rast gele herkese sorulsa: “Niye buradasın?” Hemen hepsinin ayrı lafızlarla söyleyecekleri aynı manadaki cevapları “mutluluk, haz, zevk için” olacak, ya da “acıyı, kederi bastırmak” yani bir anlamda “mutsuzluk unsurlarını unutup mutluluğu korumak için” olacaktır

Sahi insanlar, içki kadehlerinde, bira fıçılarında ne arıyor? Destanlarda, hikayelerde, romanlarda okuduğu nedir? Felsefî veya dinî eserlerin sayfaları arasında neyi koşuşturuyor? Sinemalarda, tiyatrolarda, televizyonlarda, internetlerde, seyrettiği, okuduğu, dinlediği, gördüğü, daha doğrusu bulmak istediği nedir? Neden psikologlara, medyumlara, falcılara ve cincilere akın ediyor? Ruhsal hastalıklar niçin fiziki hastalıklardan en az üç kat daha fazla? Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Kamber ile Arzu, Cemil ile Bûseyne gibi hayatlarıyla aşk destanı yaşayan ve yazan ikililerin şahıslarında, hemen bütün erkek ile kadınların birbirlerinde aradıkları sırlı, büyülü nesne: saadet cevheri değil miydi? Aşk-ı mecâzî kapısında bütünlerini ifna eden mutluluk dilencilerinin açtıkları mendillere acaba ne kadar saadet akçesi lutfedilmiştir, tabii ki o ayrıca üzerinde durulması gereken mühim bir konu Şu kadarını ikrar etmek gerekir ki, gerçekte bütün insanlar, Sevgisi Sonsuz’un muhabbet kapısında el açmış, o En Sevgili’nin kurbiyet eşiğine mendillerini sermiş birer mutluluk dilencisidirler; öyle olmalıdırlar; ve öyle oldukları takdirde hakikî ve ebedî mutluluğa erebileceklerdir

Psikologların kapısını aşındıran, medyumların önünde kuyruklar oluşturan stresli, kaprisli, çelişkili, dertli, sıkıntılı, bunalımlı yığınlar her gün akıl-cinnet arası gel-gitleri oynayan, gece-gündüz sınırlarda dolaşan bireylerden meydana gelen bir insanlık kitlesi ile karşı karşıyayız, iç içeyiz Mazideki ferdî intiharlar yerini toplu intiharlara terketmiştir Hemen hergün birilerinin intihar veya intihar teşebbüsü haberleri eksik olmuyor Kendi canına kıyabilecek kadar bu hayattan bıktıran, nefret ettiren ve ölümü mutsuzluktan kurtulabilmek için yegane çözüm haline getiren kişisel ve toplumsal şartlar ne olabilir? Ölmek nasıl bu denli ucuzlayabildi, akıl hayrette kalıyor Bilim-kurgu filimlerini aratmayacak ölçüde, onbinlerce romana mevzu teşkil edecek şekilde gerçekleşen şaşırtıcı, ürkütücü, korkutucu olaylar arenasında ne aklî muvazene kalıyor, ne de hissî denge Kalbî huzurun, ruhî mutluluğun, aklî istikametin ve hissî dengenin olmadığı bir insan mahiyetinde nefis, heva, vehim ve şeytan bayrak açar, baş kaldırır ve bütün idareyi ele geçirip şehevî-behimî arzuların emirlerine kişiyi râm ederek bir nevi çılgınlık ve delilik haletine maruz bırakır

Normal hayatta yapılagelen muhaverelerin, açılan bahislerin ve edilen muhabbetlerin herkesce en fazla ilgi-alaka göreni ve katılımı en bol olanı hangisidir? İnternet sitelerinde en çok girilen, öbek öbek toplanılan sohbet/chat odalarını kimler dolduruyor? Yoğunluk olarak cinsellik odalarıyla atbaşı giden aşk, sevgi, dostluk ve arkdaşlık gibi sohbet odalarında biriken yığın yığın insanlar, günler, haftalar ve aylarca konuşa konuşa neyi peyliyorlar? Aradığı arkadaşın, dostun veya sevgilinin nitelik ve niceliklerini en ince detaylarına kadar birer birer sayarken, o arkadaşta, dostta, sevgilide bulmak istediği nedir arayıcıların, araştırıcıların? Uğruna saatleri su gibi harcadıkları, gönüllerinin en mahrem duyuş ve düşünüşlerini bütün bir serbesti içinde dillendirdikleri ve delillendirdikleri sanal dünyada gizlelen gizemli güzel kimdir, nedir? Evet mutluluk, küçük-büyük her insanın aşık olduğu gizli ve gizemli sevgilidir, uğruna herşeyi göze aldığı ve gözden çıkardığı yegâne ma’şukudurMutluluk bir duygudur, tutkudur, ülküdür, idealdir, inançtır, ihtiyaçtır, zarurettir

İNFİTAH-I KELAM
Arapça “saadet”, Almanca “gluck”, Fransızca “bonheur”, İngilizce “happiness” kelimelerinde karşılığını bulan mutluluk, bütün diller ve dinlerce insanların dünyada ve –tabii inananların- ukbada ulaşmayı hedefledikleri en yüksek ideal olmuştur İnsanın iyilik, güzellik ve hayırlara erişinden kaynaklanan daimî hoşnutluk durumu, bedenî-ruhî meyillerin ve isteklerin karşılık bulmasından doğan memnuniyet duygusu, kendi ve çevresi itibariyle yaşanılan sürekli gönül huzuru, şuurun tatmin oluşu, kalbin maneviyatla doluşu-doyuşu, ruhun sükûnet buluşu ve razı olanın razı olunan konumu manalarına gelen ve insaniyetin önünde en birinci ve en nihaî hedef olarak duran mutluluk/saadet ufku, beşeriyetin varoluşundan itibaren yol yol ardına düştüğü, esbâb dünyasında sebep sebep peşinden koşturduğu bir kavz-ı kuzehtir, daha açıkçası ve kısacası “yitik cennet”tir Mutlak zikir kemaline masruftur prensibince, gerçek mutluluk odur ki, insanın bedenî-ruhî bütün arzularını ve meyillerini en gizlisine varıncaya kadar ziyadesiyle karşılar ve ilennihaye berdevam olur Ebediyyen mes’ud yaşama özlemi, bahtiyar olma arayışı ve mutlu kalma çabasıdır insanoğlunun bütün söz, fiil ve davranışlarındaki öz maya, hakiki niyet, esas maksat ve biricik ideal

Mutluluk, “Eski Yunan’da ve İslam düşüncesinde de ahlakın amacı ve temel kavramı”dır [“Yeni çağ’da Kant, bu amaca karşı çıkar ve mutluluğa layık olmayı bir değer olarak, erişilmesi güç bir gaye olarak koyar”] Antik çağlarda, müşrik ve putperest toplumlarda görülen ahlakî öğretilerde de “mutluluk kavramı” çok önemli bir mevkii tutmuştur ki bu etiksel görüşlere “ödemonizm” ismi verilmiştir Putperest antik toplumlarda gelişen bazı felsefî eğilimler ve ekollerin de, daimî mutluluğu gerçekleştirmek için kendilerince bir fikir ustalığı ve fiil işçiliği sergilemiş oldukları görülmektedir Kadîm Yunan, mutluluğu aşk ve sevdada; Sezar, nâm ve şöhrette; Firavun, iktidar ve mevkiide, Kârun da yığın yığın servet ve hazinelerde aramış, ama bulamamıştır Bulduklarını sandıkları azıcık dünyevî saadet ise, haklarında tam bir gaflet ve zulmete dönüşmüş ve kendileriyle birlikte çevrelerine de sonsuz uhrevî saadeti ebediyyen kaybettirmiştir

İnsanlığın mutluluk arayışı, asırlarca devam eden büyük bir “izm”e, bir ekole bile dönüşmüştür Arapça “istis’âdiyye”, Almanca “eudamoniusmus”, Fransızca “eudemonisme, İngilizce “eudaecmonizm” denilen Mutlulukçuluk (mutçuluk) akımı, “ahlakçılığı, mutluluk araştırmasından ibaret gören, faziletle mutluluğu aynı kabul eden felsefî bir okuldur Mutçuluk, hayatın manasını mutlulukta bulur; mutluluğu insanî fiillerin son gayesi olarak görür Muzdarip (ızdırap çeken) bir insan olmaktansa, arzuları tatmin edilmiş bir hayvan olmayı tercih ederDemokrit, Sokrat, Eflâtun, Aristo ve Epikur’un temsil ettiği bu okulda, şahsî mutluluk ile toplumsal mutluluk arzusu, insan davranışlarının temel sebebi olarak görülür 18 asır Fransız Maddecileri ile Faydacılığın temsilcileri de yeni çağda kendilerine göre bir saadet ahlakı anlayışına sahiptirler Mutluluk ahlakı, esas saadetin, ölümden sonra değil, yeryüzünde olduğuna inanır”

Evet ölüm sonrası dirilişe, ahiret hayatına inanmayan ve saadeti şu fâni âlemle sınırlı tutan bu ödemonizm başta olmak üzere hiçbir izm, -her ne kadar özlerinde bir takım hakikat cevherlerine sahip olsalar ve bazı mutluluk vesilelerini tespitte isabet kaydetmiş olsalar bile-, ne yazık ki mutlak anlamda saadeti derinlikleriyle bütün olarak çevreleyememiş, onu sonsuzluk sınırsızlığında kazandıracak bir öğreti halinde ortaya koyamamışlar; bunun hem sebebi hem de neticesi olarak insanı, bedenî-ruhî yapısı ve ebedî mutluluk arzusuyla dikkate alıp bütünüyle kuşatamamış; sonuçta ise tüm insanlık bir tarafa, kendi müntesiplerine bile iki cihanda yetecek bir mutluluk reçetesini yazamamış ve o mutluluğu yaşatamamıştır Dolayısıyla da Batı insanı ve onun hayat felsefesindeki toplumların amansız mutluluk arayışları modernite yüzyıllarında da devam etmiştir, etmektedir ve “büyük son”a kadar edecek gibi görünmektedir

Semâvî dinlerin beşiği Doğu’ya gelince Batı’da felsefî, siyasî ve ekonomik alanlarda “akıl ve nefis kaynaklı izmler” halinde zuhur eden mutluluk arayışı, Doğu’da, hususiyle İslam topraklarında itikadî, fıkhî ve ictimaî sahalarda “din merkezli mezhepler, tarikatler ve hareketler” şeklinde tezahür etmiştir Ehl-i sünnet tabir edilen büyük, geniş ve kolay şehrahta kol kol ilerleyen “oluşumlar” yüzyıllardır, müntesiplerine çapları ölçüsünde ukbâ merkezli dünya saadeti hazırlamış ve hazırlamaktadırlar Her ne kadar âlem-i fenâ cihetiyle bazı zamanlarda pek günyüzü görememiş olsalar da, âlem-i bekâ cihetiyle sermedî mutluluğa olan imanları ve o yoldaki amel-i salihleri sebebiyle, inançsızların yok olma korkularından azade olarak, “herşey ya bizzat ya da binnetice güzeldir” inancı çerçevesinde, “kadere iman eden kederden emin olur” düsturunca, “lutfun da hoş, kahrında hoş” ufkunda gönül inşirahı, kalp itmi’nanı ve ruh huzuru ile dopdolu bir nevi dünyevî cennet saadeti zevketmişlerdir

Bütün peygamberlerin getirdikleri dinlerin değişmez cevheri, sabit hakikati olan ve son rasûl Hz Muhammed’de (sas) mutlak mükemmelliğine ulaşan İslamiyet dini, aslî manasıyla kavrandığı ve uygulandığı devirlerde, iman, ilim, ihlas, ıslah, itaat ve sıdk gibi itikadî, fıkhî, ahlakî ve ictimaî değerler düzleminde yetiştirdiği insanlara yeryüzünde semaların izdüşümü bir cennet hayatı bağışlamıştır Nitekim ilk olarak henüz geldiği “cehalet asrı”nı “saadet asrı”na çevirmekle öyle geniş bir mutluluk şehrahı açmıştır ki, eğer inat, haset, kin, hırs ve garez olmaksızın onun sunduğu mutluluk prensipleri her ne zaman inanarak hayata tatbik edilmiş ise, muhakkak o dönem insanları gayet mes’ud ve bahtiyar bir dünya yaşamışlar ve ismi konmamış bir ikinci, veya üçüncü saadet asrını idrak ile ahirete taşımışlardır Dünyanın tadımlık mutluluklarıyla iktifa etmeyip uhrânın nihayetsiz saadetine talip olmuşlar ve onu kazanacak şekilde, gökler-ötesinin buyruklarına göre hareket etmişlerdirÖmürlenini, herşeyle birlikte kendilerini de yaratan Yüce Rahmet’ten razı olarak ve Onu razı edecek tarzda geçirmiş ve hoşnutluk makamında umutlu, mutlu, huzurlu ve sükûnet dolu bir hayatı paylaşmışlardır; yolun finalinde yitik cennetin bâki sâkinleri olmaya namzet talihliler olarak kabir kapısından öteye geçmişlerdir, geçmektedirler ve kıyamete değin geçecek gibi görünüyorlar

İçtenlikle itiraf etmek ve basiretle görmek gerekir ki: Müslümanlar da Kur’an, İnsan ve Kainat kitaplarını ihtiyaca göre ve doğruca okuyamadıkları, gerekli hakikatleri yeterince çıkaramadıkları ve asırlara göre İslam’ın yorumunu fiilen hakkıyla seslendiremedikleri zaman dilimlerinde –son üç asırda olduğu gibi– hem dünyevî hem de uhrevî açılardan ziyanda olmuşlar, perişaniyet içinde kalmışlardır Günümüz İslam coğrafyasına baktığımızda, ahirzaman fitne-fücûrlarıyla serapâ mübtela oluşun ceremesi olarak cenneti ve rıza-i ilahîyi kazanma noktasında “manen korkunç bir yeis/umutsuzluk” hastalığı göze çarpmakta; yine şu esbâb âleminin saadet sebeplerini yerine getirememiş olmanın doğal bir neticesi olarak “maddeten de talihsiz bir mutsuzluk” hal-i pürmelâline giriftâr görünmektedir Ve insanlığın saadet-i dâreyni, yani dünyada mutluluk cennetini, ukbâda da cennet mutluluğunu arayış serüveni bitmemiştir, aksine bütün hızıyla, hatta daha da şiddetlenerek devam etmektedir


HASIL-I KELAM
Neredesin ey modern çağların en büyük yitiği, görünmez sevgili! Nerdesin ey mutluluk prensi, saadet prensesi!



Musa Hub