๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 01 Temmuz 2010, 03:59:25



Konu Başlığı: Meyhaneden çıkaran prizma
Gönderen: Sefil üzerinde 01 Temmuz 2010, 03:59:25
 Meyhaneden çıkaran prizma
   
Eğitim gönüllüsü Abdülkadir Bey'le bir yolculuğumuz oldu. Yolda bana ibret alınacak hatıralarından bahsetti:

İlahiyatta öğrenci idim. Zaman Gazetesi'nin abone kampanyası vardı. Sevdiğim bu gazete için birkaç arkadaşla bir kazaya abone bulmak için gittik. Bir yere geldik, her birimiz bir caddeye ayrıldık. Sıradan, hiç atlamadan dükkanlara girip, gazeteyi anlatıyor, insanların abone olmasını sağlamaya çalışıyordum. Tabelasına bakmadan yine bir yere girdim. Karanlık diyebileceğim loş bir yerde ilerliyordum. Biraz gidince burasının bir meyhane olduğunu fark ettim. Baktım ki yüksek bir sandalyenin üzerinde oturmuş birisi, kırmızı bir içecek, muhtemelen şarap içiyordu. Tipinden çok korktum. Hemen geri dönmek istedim. Başıma bir şeyler gelecek zannediyordum. O kişi, "Delikanlı buraya gel!" dedi. Tereddüt ettim. "Ağabey yanlış gelmişim. Özür dilerim." dedim. "Gel, çekinme!" dedi. Kafamdan binbir ihtimal geçiyordu. Ürkek ürkek yanına yaklaştım. "Niçin gelmiştin?" dedi. "Ağabey, Zaman Gazetesi'ne abone ediyordum. Buranın böyle bir yer olduğunu bilmeden geldim. Kusura bakmayın. Bırakın gideyim." dedim. "Elindeki kitap ne ve neden bahseder?" dedi. "Bu, abone olanlara vereceğimiz hediye kitap... Allah ve Resulü'nden bahseder." dedim. Hemen elindeki kadehi masaya koydu ve bana "Bir yıllık abone ne kadar?" diye sordu. Ben söyleyince elini cebine attı ve bir tomar para çıkarıp verdi. Sonra da "Yalnız senden şu kitabı istiyorum." dedi. Ben de zaten kurtulup kaçmak istiyordum. Onun için elimdeki "Prizma" isimli Fethullah Gülen Hocaefendi'nin kitabını kendisine verdim. Sonra bana "Beni herkes bilir. Ben Ekrem" diyerek adres için sadece adını söyledi. Ben hızlıca o mekanı terk ettim. Bir arkadaşımla karşılaştım. "Ne oldu? Hani kitap?" dedi. Ben de olanları anlatınca "Yahu bunlar insanın başına bela olur. Ayılınca peşimize düşer. Sen şimdi git parasını geri ver, sonra burayı terk edip gidelim." dedi. Ama ben cesaret edip bir daha oraya gidemedim. Sonra da oradan ayrıldım... Uzun zaman bu korkuyu hissettim.

Aradan bir-iki sene geçti. Yaptırılacak yeni bir müessese meselesi için bir araya geldik. O topluluk içinde birisinin ısrarla ve dik dik bana baktığını gördüm... Ben de ona bakmaya başlayınca "Sizinle daha önce hiç görüştük mü?" dedi. "Hatırlamıyorum." dedim. "Mesela bir meyhanede." dedi. Arkadaşlar "Senin meyhanede ne işin olur ki?!." der gibi yüzüme bakmaya başladılar. Ben bir türlü intikal edemedim. Bu sefer "Sen abone için elinde kitapla hiç meyhaneye girmedin mi?" dedi. O zaman hatırladım. "Evet" deyince ağlamaya başladı. "Ben, içip içip gider, annemi döverdim. O gün kitabı alıp eve gittim. Annem baktı yine sarhoşum, hemen benden uzaklaştı. 'Anne korkma, ben öyle bir şey yapmayacağım. Bana bir kahve pişir de içeyim.' dedim. Zavallı kahveyi yapıp getirdi ve hemen yine yanımdan uzaklaştı. Ben kahveden sonra banyoya gidip bir gusül abdesti aldım ve verdiğin kitabı okumaya başladım. Sonra Zaman Gazetesi okuyan gençleri bulup sohbetlerine devam ettim. İşte şimdi buradayım." dedi. Hem o ağlıyordu hem de biz hepimiz ağlıyorduk.

Abdülkadir Bey'in bu sözlerini dinledikten sonra, pek çok insanımıza karşı ne derece duyarsız olduğumuzu düşündüm. Sonra da Avrupa'da bir câmiye gelip "Bir çayımızı içmez, bir hatırımızı sormaz ve bize bir şey anlatmak lütfunda bulunmazsınız." diyen Ebu Cehil lâkaplı merhum Hüseyin Bey'i hatırladım. Meseleyi kavradıktan sonra bu insanımız gece geç vakitler barları dolaşıp pek çok bedbahtımızın hidayetine vesile olmuştu
r.