Konu Başlığı: Mehdilik Meselesi Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 22 Mayıs 2010, 18:02:39 Mehdilik Meselesi
Mehdi inancının, yaratılışı gereği sadece gününü değil, geleceğini de merak eden insanın zor ve sıkıntılı dönemlerinde “bir kurtarıcı” aramasına bağlamak mı daha doğrudur; yoksa, mehdi inanç ve beklentisi dinlerle gelmiş bir gerçek olup, insan buna binaen mi bir kurtacıcı beklemektedir, doğrusu üzerinde düşünmeyi gerektiren bir konudur. Bu çerçevede dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da şudur: Modern bilim anlayışı, dünyanın farklı yerlerinde, milletlerinde ve farklı dinlerde ortak olan bazı inanç ve kabulleri mutlaka birinden diğerine geçmiş gibi ele almakta ve insanlığın ilk dinleri olarak da “ilkel dinler”i kabul ettiği için, bu inançların ilkel dinlerden geldiği gibi bir sonuca varmakta; buna karşılık, bütün insanlık için başlangıç itibariyle temelde tek bir din olabileceğini, sonra insanların bu dinden saptığını ve bu dinin, zaman zaman göِnderilen peygamberlerle yeniden aslına irca edildiğini bir ihtimal olarak bile düşünmek istememektedir. Mehdi inanç ve beklentisi, sadece Müslümanlarda, Yahudi ve Hiristiyanlarda değil, müsterek bir inanç ve ümit şeklinde bütün din ve kültürlerde, hattâ eski Çin ve İran (Goldziher, 215) kültürlerinde de mevuttur (Uludağ, 434). İslâm kaynaklarında beklenen “kurtarıcı”, “Imam”, “Müceddid”, “Halife”, “Mehdi”, gibi farklı isimler altında geçer. Bunlar, yeryüzünde ıslahat hareketinin rehberliğini yapacak olan, mânevî güce sahip, insanları zulümden kurtarip, adaleti tesis etmek üzere görevlendirilmiş kişilerdir. Mehdi, lugatta hidayete ermiş “Allah’in kendisini hakka ulaştırdığı” kişidir (İbn Manzur, “h-d-y” md.) Istılahta ise, zulüm ve haksızlıkların yaygınlaştığı zamanda, yeryüzünü adaletle dolduracak bir kişinin adıdır. Cenab-ı Hak, onu bir gecede kâmil mânâda hidayete ulaştıracak (İbn Manzur, a.y.), irşadı vehbî olacak bu zat, Allah’ın hususî inayetine mazhar olacaktır (Müsned, 1:84). Zamanı gelince ortaya çıkacak olan bu zat, başka dinlerin tesirini kıracak, onun vasıtasıyla Hıristiyanlardan bir cemaat müslüman olacaktır (Sefarınî, 2:72). Bazı araştırmacılara göre, Mehdi düşüncesinin temel kaynağı Şiîlik’tir. Çünkü hilâfet ellerinden çıkıp, Hz. Muaviye’ye (r.a.) intikal edince, ümitsizliğe düşmüşler, Mehdi vasıtasiyle tekrar eski durumlarına kavuşacaklarını düşünmüşlerdir (A. Emin, 3:241). Ancak Mehdilik fikrinin ilk defa Hz. Ali’nin (r.a.) azatlı kölesi Keysan tarafından ortaya atıldığını söyleyenler de vardır. Keysan, Hz. Ali’nin küçük oglu Muhammed b. Hanefiyye’nin ölmediğini, Cebel-i Rıdvan’da gizlendiğini, günün birinde adaleti tesis etmek üzere ortaya çıkacağını iddia etmistir. Halbuki Muhammed b. Hanefiyye, Medine’de ölmüs (H. 81) ve cenaze namazını, o zamanın Medine valisi Hz. Osman’ın oğlu Eban kıldırmıştır. Mehdilik iddia edenler ve sınırlı “Mehdi” hareketleri İlk dönem Mehdilik iddiasında bulunanlar arasında Hicri 128 senesinde kendisinin beklenen Mehdi olduğunu söyleyen Haris b. Sûreyc (Hasan, 183-184) ile Hicri 132. senesinde beklenen ve va’dedilen Mehdi olduğunu ilan ederek, Abbasilere karşı isyan eden Yezid’in torunu Ebû Muhammed’i (Uludağ, 435) sayabiliriz. İddiasını kimseye kabul ettiremediği için başarılı olamayan Haris’in “Haris isminde bir kurtarıcı çıkacaktır.” seklinde hadis bile uydurduğu bilinmektedir. İslâm tarihinde zenci ayaklanması olarak bilinen ve Bağdat’ı harap eden isyanın başını çeken Ali isminde bir Iranlı da kendisini Mehdi ilân etmiştir (Emin, 42). Haccac-ı Zalim’e karşı mücadele veren ve sonunda şehit düşen Abdullah b. Zübeyr’in de Mehdi olduğu iddia edilmiştir (İlhan, 127-129). Halife Mansur, oğluna Mehdi ismini vermiş; onun özelliklerine uyacak şekilde Mehdi tarifleri yapılmış, hatta “Mehdi bizdendir, fakat annesi dışımızdandır.” gibi rivâyetler uydurulmuştur (A. Emin, Duha’l-İslâm, 3:241). Mehdilik iddiasında bulunanların bazısı makam ve şöhret duygusuyla, bazısı menfaat sebebiyle, bazısı da millî bir takım duygularla kendilerini bu işin içinde bulmuşlardır. Bunlar arasında ilk akla gelen isimlerden Hindistan Mehdisi Seyyid Muhammed (91/1504), Hindistan’da ortaya çıkan ve İngilizlerin destekçisi olan Gulam Ahmed Kâdıyani, Magrib Mehdisi Abdullah b. Tumert (524/1103), İngiliz işgal kuvvetlerine karşı çarpışması ve onları mağlup etmesiyle tanınan Sudan Mehdisi Muhammed Ahmed (1303/1885), Somali Mehdisi Muhammed b. Abdullah Hasan (1339/1920), Amerikalı Zenci Müslümanlarin lideri Elijah Muhammed bu anlamda oluşan Mehdilik hareketlerinin bazı mümessilleridirler (S.M. Hasan, 81-273). Hz. Peygamber’in (s.a.s.) soyundan gelen es-Seyyid Muhammed es-Sünûsi (v. 1320) de Mehdi olduğu kabul edilen şahsiyetlerdendir. Tarihte Mısır’da Fatımi, Kuzey Afrika’da Muvahhidun devletleri Mehdilik fikri üzerine kurulmuşlardır. Bu konuda şarlatanlık yapanlar, fitne ve tefrikaya sebep olmuşlardır. Bu sebeple, Mehdilik iddiasinda bulunan bazi şahsiyetlerin eserlerini büyük ihtimamla batılı müsteşrikler yayına hazirlamıslardır. Meselâ, Ibn Tumert’in eserlerini büyük çaba ile Luciani ve Goldziher yayınlamıştır (S.M. Hasan, 195). Mehdilikle ilgili hadisler Yemenli meşhur âlim Şevkani, Mehdi hakkında elli kadar hadis-i şerif olduğunu söyledikten sonra bunları sahih, hasen ve zayıf şeklinde üç kısma ayırır. Ona göre, bunların toplamı mütevatir derecesindedir (Han, 114). Buhari ve Müslim’de “Imam”, “Halife” ve “Kahtani” tabirleriyle âhir zamandaki bir kurtarıcıdan söz edilmektedir. Buhari’de geçen “İmamınız sizden oldugu hâlde Ibn Meryem nâzil olduğu zaman hâliniz nasıl olur?” (Buhari, enbiya 49) şeklindeki hadisi şerheden Ibn Hacer el-Askalâni, son dönem alimlerinden e1-Keşmiri ve Abdullah Haccac gibi zatlar, bu hadiste zikredilen “Imam”dan maksadın Mehdi olduğunu ifade etmişlerdir (Askalanî, 6:570). Hz. Isa’nın (a.s.) âhir zamanda bu ümmetten bir zâtın arkasında namaz kılmasının, Mehdinin zuhurundan bahseden sahih görüşlere delil teşkil ettiğini söyleyen İbn Hacer el-Askalani, İmam Şafiî’den, Mehdi’nin bu ümmetten ve Hz. İsa’nın onun arkasında namaz kılacağı hakkındaki haberlerin mütevatir olduğu hususunda bir nakil yapmaktadir (a.y.). Meşhur Kelâm âlimi Sa’duddin et-Teftazani de, “İmam” tabirinden Mehdi’yi anlamaktadır (Taftazanî, 5:314). Müslim’de Kahtani denilen bir zattan bahsedilmekte, âhir zamandaki bir bolluk ve refah dönemine işaret edilmekte ve saymaksızın mal dağıtan “halife”den haber verilmektedir (Müslim, fiten 67-69). Bunların dışında Mehdi ile ilgili hadisler ise, Ebû Davud, Tirmizi, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i gibi hadis kaynaklarında geçmektedir. Bu meseleye çok ehemmiyet verdigi anlaşılan Ebû Davud, Sünen’inde bu konuya ayrı bir bölüm tahsis etmistir. Mehdi’nin soyu konusunda en sağlam delil olarak kabul edilen bilgi, Ebû Davud’ta kaydedilen onun “Fâtıma’nın evlâdından” ve “Hasan’in soyundan” (Ebû Davud, mehdi 1:69) olduğu rivâyetidir. Bazı hadisçiler, Mehdi’nin Peygamberimizin neslinden olması hususunun tevatür derecesine vardığını söylemişlerdir (Heytemî, 22). Hadis kaynaklarında Mehdi’nin ismi ve alâmetleriyle ilgili bilgilerede yer verilmiştir. Buna göre, ismi Resûlullah’ın ismine, babasının ismi de Resûlullah’ın babasının ismine uyar (Ebû Davud, mehdi 4; Tirmizî, fiten 52). Ibn Hacer, altmışiki alâmetini zikreder ve burun yapısından başındaki sarığın şekline kadar detaylı bilgiler verir (İbn Hacer,, 71). Hadis kaynaklarında Mehdi’nin fazileti, çıkış yeri ve zamanı hakkında da bilgiler verilmiştir. Hadislerde, Mehdi’nin, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) soyundan geleceği, isminin Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) ismine uygun olacağı, dünyayı adaletle dolduracağı, Mehdi’nin hususiyetleri olarak ön plandadır (Buhari, enbiya 49; Müslim, fiten 679; İbn Hacer, 47; Münavî, 5:301). Konuyla ilgili hadislerin pek çoğunun Buharî ve Müslim’de yer almayışını bir za’fiyet işareti olarak değerlendiren muasır yazarlardan Mevdudî (Mevdudi, 48), Mehdi ile ilgili hadislerin ravilerinin büyük çoğunluğunun şii olduğunu belirtmekte, ancak hadislerin bir kısmını doğru kabul etmekte; Mehdi’nin alâmet ve işaretlerini geniş bir sekilde anlatan hadislerin uydurma olduğunu söylemektedir. Çünkü Resûlullah, prensip olarak detaylara çok girmemistir. Mevdudi’ye göِre, Abbasîler dِöneminde hilâfetlerini desteklemek amacıyla bu türlü hadisler uydurulmuş olabilir (Mevdudi, 45, 51). Ahmed Emin ise, hadisler karşısındaki tavrını burada da ortaya koyar ve bu hususu Mehdi hadîslerinin tamamını reddetmeye gerekçe sayar. Ona göre bu konudaki hadisler, Emevî ve Abbasîler dönemindeki taht kavgalarından dolayı uydurulmuş rivâyetlerdir (Duha’l-İslâm, 3:23-78). Hadis ilmiyle meşgul olanlar, bu konuda zayıf rivâyetlerin varlığını kabul etmekle birlikte, hadis literatüründe Mehdi meselesinin gerek isim ve gerekse mefhum olarak varlığını reddetmenin mümkün olmadığı kanaatindedirler. Zira bu hadisleri rivâyet edenler arasında Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Talha, İbn Mes’ud, Ebû Hureyre, Enes İbn Malik, Ümmü Seleme, Ebû Said el-Hudrî, Ümmü Habibe, Sevban, Kurre İbn İyas, Abdullah İbn el-Haris İbn el-Cez’ ve Ali el-Hilâlî gibi ashabın en tanınmıs kişileri bulunmakta ve bu hadisler, Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mace, Bezzar, Hâkim, Taberanî gibi meshur hadis imamlari tarafindan tahriç edilmektedir. Hadislerde görülen ipham, bu hadislerin zayıflığından değil, nübüvvet dilinin vecizliğindendir (Canan, 14:227). On dört asır öncesinden Kıyamet’e kadar bütün zamanlara ve anlayışlara konuşan Peygamber Efendimiz, bilhassa gayb haberleriyle ilgili konularda teşbih, istiare, mecaz ve temsiller isti’malinde bulunmuştur. Ayrıca, gayb haberlerinde, çok açık ifadelerden kaçınmak, O’nun takip ettiği bir edep tavrıdır. Ayrıca, din bir imtihandır ve akla kapı açıp, iradeyi elden almamaya dayanan bu imtihanın gereği olarak, bazı meseleler çok açık şekilde değil de, kapalı ve yoruma açık şekilde gelir. Dördüncü olarak, Kur’ân’ın olduğu gibi, hadisin de mutlakı, mukayyedi, müteşabihi vardır. Bütün bunların dışında bir diğer husus da, hadis ravileri, bazı rivâyetlere açıklama sadedinde derclerde bulunmuşlar, meselâ, pây-i taht-ı İslâm’da meydana gelecek bir hâdiseyi, râvi kendi zamanındaki pây-i tahta uygulamış ve onun ismini vermiştir. İşte, Mehdi meselesi gibi bazı meselelerde ilgili hadislerdeki bazı farklılık ve ihtilâflar, bu hususlara dayanmaktadır. Gerçekte ise, Mehdi ile ilgili hadisler, meselâ Kettanî’ye göre, en azından mütevatiru’l-mânâdır; yani, ifade ettikleri anlam açısından mütevatirdir (Kettanî, 1:446). Mehdi meselesiyle detaylı bir şekilde ilgilenen âlimlerden biri de Müslüman tarihçi ve sosyolog İbn Haldun’dur (733/1332). Gelecekte meydana gelecek olayların gaybî meseleler olduğunu, Allah vahiy veya rüya yoluyla bildirmedikçe beşerin gaybî meseleleri bilemeyeceğini iddia eden İbn Haldun, Mehdi meselesinin, Müslümanlar arasında asırlar boyunca meşhur olduğunu, dini te’yid ve adaleti tesis edecek birisinin gelmesinin gerekli olduğuna inanıldığını, ancak bu konudaki hadislerin pek azı müstesna, tenkid edilmekten hâli kalmadığını belirtir. Mutasavvife’nin Mehdi anlayışını tenkid eden İbn Haldun’a göre tasavvufçularin Mehdi hakkındaki görüşleri şiîlikten alınmıştır (İbn Haldun, 2: 165, 787, 807, 822). Mehdi hadisleri konusunda en titiz davranan İbn Haldun dahi onları kökten reddetmemiş, “Pek azı müstesna” şeklinde ihtiyatlı bir ifade kullanmıştır. Bu ifadeden, onun bu konuda az da olsa sahih hadislerin varlığını kabul ettiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle Mehdi hakkındaki hadislerin bir çırpıda reddedilmesi doğru değildir. Aralarında zayıf hadislerin bulunması, hepsinin inkârını gerektirmez. Tarihçi ve muhaddis İbn Kesir (774/1372), Ehl-i Sünnet ile Şiîlerin beklediği Mehdi’nin farklılığını ele alarak Mehdi’nin âhir zamanda geleceğini, Hz. İsa’nin nüzulünden önce zuhur edeceğini belirtir ve hadislerin de buna delâlet ettiğni söyler (İbn Kesir, 24). Mekkeli âlim İbn Hacer el-Heytemî (v. 973/1564), Mehdi meselesiyle ilgili eserini bu konudaki Sünnî akideyi ortaya koymak, Şiîlerin Mehdi inançlarını çürütmek amacıyla te’lif etmistir. Sonuç Ehl-i Sünnet’te Mehdilik bir inanç esası olarak kabul edilmiş değildir. İlk akaid kaynaklarında Mehdi konusuna değinilmemektedir. Çünkü bir akaid konusu olarak düşünülmüş değildir. İmam A’zam’ın el-Fıkhu’l Ekber’i başta olmak üzere Maturidî ve Eş’arî’nin eserlerinde bu hususa temas edilmemektedir. Kelâm âlimleri Mehdiliği imametle ilgili bir mesele kabul etmişlerdir. İmamet konusu ise, Kelâm kitaplarına Şia’nın bu konuya gösterdiği aşırı ilgi dolayısıyla daha sonraki dönemlerde girmiştir (İlhan, 141). Mehdi meselesini, imamet bahsine ek olarak ele alan meşhur Sünnî kelâmcı Teftazanî, bu konuda sahih hadislerin varid olduğunu söyler. O, Hz. İsa’nın nüzulünü de bu konuya dahil eder (Teftazanî, 5: 312-313). Bakıllanî, Cüveynî, el-Îcî, Nesefî ve Gazzalî de Mehdi’den bahsetmez. “Ümmetimden kıyamete kadar hak üzere devam eden bir taife bulunacaktır” (Müslim, iman 247) hadisini değerlendiren Muhsin Abdulhamid, Mehdi’nin bir şahıs değil bir topluluk olacağını, bu topluluğun dinî mevzuları tazeleyeceğini, din yolunda mücadele edeceğini, adaleti yayacağını, dosdoğru ölçülere sarılacağını, zulümle mücadele edeceğini ve yeryüzüne İslâm’ı hakim kılacağını belirtmekte, yani meseleyi şahs-ı mânevîye bağlamaktadır. Onlar, dünyada yaşarlar, (gizlenmiş imam gibi) gayb âlemindeki şeylerle uğraşmazlar. Bu anlayış, sünnetullaha (Allah’ın kainattaki sünnetine), İslâm’ın ruhuna ve amelî tâlimatlarına da uygunluk arzeder. İnsanların kendi vazifelerini bırakıp, Kur’ân-ı Kerîm’in hakikatlerindan uzaklaşarak hayalî bir Mehdi beklemeleri yanlıştır (Abdülhamid, 52). Bütün bunlar yanında, Mehdi’liği dinî olmaktan çok sosyal bir hareket olarak değerlendiren ve durumları kötü olan cemiyetler için bir ümit ışığı olarak ele alan ilim adamları da vardır (Uludağ, 435). Sonuç olarak belirtmek gerekirse, hemen hemen bütün din ve kültürlerde yer alan bir “kurtarıcı” fikri İslâm’da da vardır. Şu kadar ki, Sünnî inanç sisteminde Mehdi’lik, Şiî akidede olduğu gibi, temel bir inanç esası değildir. Bu konu daha çok imamet meselesi ile irtibatlı olmuş, bu sebeple de Ehl-i Sünnet’te fer’î bir mesele olarak kabul edilmistir. Hadis-i şeriflerde âhir zamanda Mehdi’den ve mehdiyet hareketinden bahsedilmiş ve bu hadisler büyük ölçüde sahih olmuş bile olsa, bu, Müslümanları tenbelliğe itip, her şeyi Mehdi’nin düzelteceğini beklemek şeklinde bir anlayışa yol açacak mahiyette değildir. Hâdiseler, yine sünnetullah çerçevesinde ve insan sorumluluk ve iradesinin sahası içinde geçecektir. Mehdi beklentisi ile inananların vazifelerini aksatmaları ve ihmal etmeleri, en azından mükellefiyetten kaçmak ve toplumu atalet ve tenbelliğin kucağına atarak felâkete zemin hazırlamak demektir. Muhsin Abdulhamid’in de işaret ettiği gibi, Mehdi, belki bir sahıstan ziyade bir hareket, bir ekol, bir şahs-ı mânevî olmalıdır. Zira Mehdi’ye yüklenen misyonu ve vazifeyi bir şahsın gerçekleştirmesi mümkün değildir. Onu ancak bir topluluk yapabilir. Her devirde olduğu gibi günümüzde de Mehdi’lik iddiasında bulunan bazı şarlatanlar ve sahte Mehdilerin ortaya çıktığı ve halkı kandırarak bu meseleyi istismar ettiği doğrudur. Bunlar, bundan sonra da yaşanacaktır. Ancak bunlara bakarak bir kısım sahte Mehdiler çıkıyor diye, bir müesseseyi, bir fikri kökünden reddetmek te doğru değildir. Doç. Dr. Hüdaverdi Adam |