๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2010, 18:44:37



Konu Başlığı: Medeniyet ve Sünnet
Gönderen: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2010, 18:44:37
Medeniyet ve Sünnet

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan


Medeniyet ve Sünnet’in muhtelif tarif ve tanımlarını yakından incelediğimizde, tek bir olgunun biri kavram bazında, diğeri vahiy ve peygamber merkezli iki ayrı ifadesiyle karşı karşıya olduğumuzu anlarız. Çünkü medeniyet, özünde insana endeksli bir olgu ve gerçektir. Peygamber yaşayışı ve önderliği demek olan Sünnet ise, bizim medeniyetimizde bu olgunun uygulama - gerçekleşme sürecini ve biçimini anlatır. Bir başka ifâde ile söylersek, İslâm’da hem bireysel hem toplumsal dönüşüm ve gelişimin adı Sünnet’tir. Gelişimi, yani bütün boyutlarıyla medeniyeti Sünnet temsil etmektedir. Ya da İslâm medeniyeti, ilkesel bazda vahyin, uygulama ve pratik anlamda sünnet-i seniyye’nin ürünüdür. Çünkü Kitap, İslâm’ın ilkesel/teorik; Sünnet ise davranışsal/pratik kaynağı ve sunumudur. Bu açıdan bireysel ve toplumsal kimlik ve gelişim, pratik sunuma uyumla tezâhür eder. Bu da Sünnet’in inşâ/oluşturma, geliştirme işlevinin, rehberliğinin, olmazsa olmaz bir nitelik ve konuma sahip olduğunu gösterir.

Kur’an’ın ve dolayısıyla İslâm’ın 23 yıllık bir süreçte ikmal edilmiş olması, beşerî imkan ve şartların, bir başka ifadeyle, beşerî tecrübenin dikkate alındığı gerçeğini yansıtmaktadır. Beşerî tecrübe, beşer öncüler olmadan oluşmayacağına göre, onun zaman içinde nasıl değerlendirileceği de beşer elçi/öncü kılavuzluğu ile ancak mümkün olabilir.

Tarihçe

Medeniyet ve kültür tarihinde yapacağımız kısa bir gezinti bize insanlık tarihinin kaydettiği değişmeler ve gelişmelerin gerçekte hep peygamberler önderliğinde, onların tevhid’e endeksli ve inanç öncelikli bir söylem ve eylem uyumu içindeki eğitiminden geçmiş inanan insanlar tarafından benimsenen dünya görüşü ve bu görüşün sonucu olarak yaşanan hayatın ve ortaya konan gayretlerin ürünü olduğunu gösterecektir.

Daha açık söyleyecek olursak dinler, birer medeniyet kaynağıdır. Söz konusu medeniyetin inşa ve geliştirilmesi, o dini getirip kuran peygamberin yaşama tarzıyla doğrudan ilgilidir. Nitekim bütün Peygamberler “medenî” insanlardan seçilmiştir. Bizim medeniyetimizde de Kitap, Sünnet-i seniyye ve Hz. Peygamber’in kişiliği kurucu, belirleyici ve koruyucu öğelerdir. Gerek Hz. Peygamber’in kişiliği gerekse yaşama tarzı demek olan siyret ve sünnet-i seniyye, medeniyet pratiği olarak birinci dereceden önem arz eder. Zira ilkeler, uygulama ile hayatiyet kazanır. Uygulama, hem bireysel hem de toplumsal anlamda örnek ve önderlik demektir. Bunun “evrensel çapta” olması ise, bütün medeniyetlere yönelik bir örnekliktir. İşte bu son nokta bizim dinimizin, peygamberimizin ve sünnet-i seniyye’nin en belirgin ve benzeri olmayan niteliğidir.

İslâmiyet, amacı insan hayatını yücelterek onu her türlü ilkellik ve barbarlıktan uygarlığa çıkarmak olan bir medeniyet dinidir. Sünnet de bunun yol ve yöntemidir. İslâm’ın geliştirmeye çalıştığı medeniyet, hayatın sadece maddî tarafını, insanın da sadece fizikî yönünü ve dünyanın birtakım geçici zevklerini önemseyen diğer medeniyetler gibi değildir. Onlar dünya hayatını düzene koyup dünyaya ait bilim ve teknikte ulaşabilecekleri en üst noktayı elde etmeyi arzular. İslâm medeniyeti ise, “böylece sizi orta bir ümmet kıldık”1 buyrulduğu gibi insan ve eşyayı kapsayan bir kemal, bir orta yol (itidal) ve adâlet medeniyetidir. Bu medeniyette Allah emirlerine saygı (et-ta’zîm li emrillah) ve Allah’ın yarattıklarına şefkat (ve’ş-şefekatü alâ halkillah) diye ifade edilen hayat/ahlak anlayışına ilaveten âhiret inancı ve hesap verme kaygısı fevkalâde etkin iki ilkesel boyutu oluşturur.

Medeniyet-Bedeviyet

Öte yandan bilmekteyiz ki, medeniyet de bedeviyet de insan için geçerli kavramlar ve yaşama şekilleridir. Pek tabiî olarak her medeniyet kendi insan tipini oluşturur. Oluşan insan tipi, ait olduğu medeniyeti yaşatır ve geliştirir. İnsan düşünce-duygu-davranış düzeyi ve uyumu noktasında yara aldı mı, doğal olarak insan ürünü olan medeniyet de yaralanmış olur.

İnsanlığın geleceğine talip her düşünce ve inanç sistemi ise kendisini o günlere taşıyacak olan yeni nesillere kendi istikbali olarak bakar, ona göre değerlendirme, eğitim-öğretim yapar ve bu alanda sürekli gelişim projeleri hazırlar ve uygular.

Sevgili Peygamberimiz, Taif yolculuğu dönüşünde, kendisine Mekke’de âdeta nefes aldırmayan zalim Mekke müşriklerine nasıl bir ceza verilmesini istiyorsa bildirmesini, şayet isterse Ebu Kubeys ve Kayakan adındaki iki dağın Mekkelilerin tepesine geçirilivereceği ve onların toptan helak edileceklerini Cebrail bildirince şöyle diyecektir: “Hayır ben, onların toptan helak edilmelerini değil, Allah’tan, bunların soyundan yalnızca Allah’a kulluk edecek muvahhid bir nesil getirmesini diliyorum.” 2

Hz. Peygamber bu cevabıyla İslâm medeniyetinin Allah’ın birliğine inanıp sadece Allah’a kulluk edecek (muvahhid) nesiller üzerine bina edileceğini açıklamış ve İslâm’da medeniyet projesinin özünü “tevhid” inancının oluşturduğunu, bu ilkeye uygun olarak yetiştirilecek nesillerin medeniyet kuran iradeyi temsil edeceğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Çünkü medeniyetin ruhî temeli inançtır; beşeri temeli ise o inancı ve o inançtan kaynaklanan değerleri paylaşan toplumdur. Nitekim medeniyetin çekirdeğini “bir arada yaşamak” yani toplum hayatı teşkil etmektedir. Toplumun olmadığı yerde medeniyetten söz etmek mümkün değildir.

Sünnet’in Temel İşlevi

Şah Veliyyullah ed Dihlevî’nin (1176/1762) tesbitiyle söyleyecek olursak, Peygamberlerin ortak meşgale alanları ikidir:

a. Nefsin terbiyesi

b. Toplumun yönetimi

Bütün peygamberler diğer konularla, bu iki nokta ile ilgileri ölçüsünde meşgul olmuşlardır.3

Öyle sanıyorum ki Şah Veliyyullah’ın bu tespiti, medeniyet kavramının içeriğini açıklayıcı niteliktedir. Zira nefsin terbiyesi, bireysel gelişmeyi; toplumun yönetimi de toplumsal gelişmeyi ikisi birden medeniyeti ifade etmektedir.

İslâm Toplumunda Medenî Orijinalite

Mekke döneminde Tevhid (Allah’ın birliği) inancını gönüllere yerleştirmeye öncelik ve ağırlık veren Hz. Peygamber, Medine’ye hicretini takip eden ilk günlerden itibaren İslâm medinesini ve medeniyetini kurarken; kurumsal alanda Mescid ve mektep (Suffe) inşası, toplumsal bazda Muhacirler ile Ensar arasında muâhât/kardeşlik antlaşması, ekonomik sahada müslümanlara mahsus Pazar yeri tespiti, sosyal güvenlik alanında da Medine vesikası diye bilinen diğer din mensuplarıyla yaptığı yazılı antlaşma ile işe başlamıştır.

Medine döneminde gelen vahiylerle şekillenen ve bütünlenen İslâm, kendine has orijinalitesi içinde Peygamber Efendimiz tarafından hayata yansıtılmış ve on senelik bir süreçte her alandaki kural ve kurumlarıyla İslâm medinesi ve medeniyeti iyice belirgin hale getirilmiştir.

Hemen kaydedelim ki Sünnet, oluşturduğu medeniyet anlayış ve uygulamalarında herhangi bir değişme ve bozulmadan ümmet bünyesini koruyucu tedbirleri de almış ve Kıyâmete kadar geçerli prensipler vaz etmiştir. “Kim, bizim şu dinimizde, ondan olmayan bir şey ihdas ederse, o yaptığı merduddur”4 hadisi, İslâm dışı uydurmaların tehlikesine karşı ümmeti uyarmış ve temel bir koruyucu prensibi ortaya koymuştur.

Ayrıca fıtrî özellikleri koruma ile ilgili hadisler ve ehl-i kitaba muhâlefeti öngören hadîs-i şerifler, hem müslümanların etkilenme odaklarına dikkat çekmiş hem de özellikle değiştirme teşebbüslerine karşı müslümanları bilinçlendirip direnme göreviyle yükümlü kılmıştır. Allah Teâla, “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’ı seçtim”5 buyurmuş, İslâm’ın ve dolayısıyla medeniyet anlayış ve uygulamalarının kendi kendine yeter bir öze sahip olduğunu bildirmiştir. Sünnet, işte bu yeterliğin model ve metot olarak gereklerini yerine getirmiş ve tüm orijinaliteyi örneklendirmiştir. Bu sebeple bizim kültür ve tarihimizde medeniyetin oluşumunda ve yaşatılmasında Sünnet, olmazsa olmaz bir yere, role ve konuma sahiptir.

Netice olarak bir-iki noktaya dikkat çekmek konuyu bütünleyecektir:

1. Sünnet, İslam Medeniyetinin yani medeniyetimizin uygulama anlamında ilk ve gerçek formu ve oluşturucu gücü, yaşama güvencesidir. Bu sebeple, hemen her devir ve yörede pörsüyen toplum yapısı, ta başlangıçtan beri sünnetin yazılı bilgi ve belgeleri demek olan hadîs-i şerîflerden yapılan seçmeler ve oluşturulan rapor ya da reçete eserler vasıtasıyla onarılmaya, aslî çizgisine çekilmeye ve orijinal formuna kavuşturulmaya çalışılmıştır. Klasik hadis kitaplarımızın hemen bütün bölümleri yanında özellikle Edeb bölümleri, Sünnetin öngördüğü beşeri ve medenî davranış ilke ve uygulamalarını içerirler. Hatta konu önemine binaen, Buhârî’nin el-Edebü’l-müfred’i gibi müstakil eserlerde de işlenmiştir.

2. Dünya görüşleri sistemleşerek etkinlik kazanır. En temel sistem de nesil yetiştirme projeleri alanında yani eğitim-öğretimde söz konusu olan “sistem”dir. Unutulmamalıdır ki toplum da medeniyet de insan tabiatı/fıtratı üzerine inşa edilir. İnşa ise, eğitim-öğretimle mümkündür.6

3. Bireyin ve toplumun her türlü gelişmesini hem sağlayan, hem denetleyen hem de aksayan yönlerin onarım yol ve yöntemini ortaya koyan Sünnet’ten yararlanmadan insanî bir gelişimin ve medeniyetin sağlanması, yaşadığımız gerçeklikler çerçevesinde, sadece kocaman bir hayalden başka bir şey değildir.

4. İslâm pratiği demek olduğuna işaret ettiğimiz Sünnet, dönüşüm veya geliştirmede ıslahatçı bir yaklaşıma sahiptir. Geçmişi toptan inkar eden, karalayan ve bütünüyle kesip atan devrimci bir yaklaşımı kesinlikle benimsememektedir.

5. İnsan gelişmeye açık ama zor bir varlıktır. Ona yönelik çabaların kolay olmayacağı açıktır. Bu sebeple peygamberler mirasının en gelişmiş şekli demek olan Sünnet-i Muhammediyye’yi her çağda bireysel ve toplumsal değerler adına imdada çağırmak, can simidi gibi ona sarılmak, onun ortaya koyduğu gelişim şablonu ve yöntemine günün tecrübelerini de dikkate alarak başvurmak en isabetli yol olacaktır.

6. Bizim dünyamızda bireysel ve toplumsal problemlerin vazgeçilmez çâre ve çözüm kaynağı Sünnet’tir.7

Dipnotlar: 1) el-Bakara (2), 143; 2) Buhârî, Bed’ü’l-halk 7; Müslim, Cihad 11; 3) Hüccetullahi’l-bâliğa, I, 253 (Tercümesi, I, 322-323, İsanbul, 1994); 4) Buhârî, Suh 5; İ7tisâm 20; Müslim, Akdiye 17; Ebû Dâvûd, Sünnet 5; İbn Mâce, Mukaddime 2; Ahmed b. Hanbel, VI, 270; 5) El-Mâide (5), 3; 6) Bk. Mehmed Niyazi, Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği, s. 206 (İstanbul, 2001); 7) Bu yazı “Sünnet’in Medeniyetin Oluşumundaki Yeri” konulu bir konuşmamızın makaleleştirilmiş özetidir.