๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2010, 14:31:59



Konu Başlığı: Meal ve Tefsir Farkı
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 03 Mayıs 2010, 14:31:59
    Meal ve Tefsir Farkı

    Allah Kelamı’nı okuma ve anlama çabasında yanlışa düşmemek için “meal” ve “tefsir”in ne olduğunu, ikisi arasındaki temel farkı bilmek gerekir.

    Meal, her yönü ile aynen çevirme olmaksızın, Kur’an ayetlerini başka bir dile aktarmaktır. Kur’an ayetlerini, kelimesi kelimesine, hiçbir anlamını eksik bırakmadan başka bir dile çevirmek mümkün olmadığı için, Kur’an’ın başka dillere çevirisine tercüme değil, meal adı verilmiştir. Bu yüzden meal Kur’an olarak algılanamaz. Son devir Osmanlı şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi, mealin çok kısa bir tefsir olarak algılanması gerektiğini söylemiştir.

    Tefsir ise, Kur’an ayetlerinin belirlenmiş usul ve kriterlere göre ne anlama geldiğini açıklamaktır. Ayrıca bu maksatla doğan İslâmî bir ilmin adıdır.

    İslamî ilimlerin en önemlilerinden biri olan tefsir, Mukaddes Kitabımızın yalan yanlış yorumlanmaması için son derece önemli usul ve kriterler koymuştur. Muteber bir tefsir ancak bu usule göre yapılır. Kur’an’ın tarihi, ayetlerin iniş sebepleri, birbiriyle olan münasebetleri, ayetlerin söz ve anlam olarak tasnifi, Hz. Peygamber Efendimiz’in ve sahabilerin bir ayetle ilgili açıklamaları, Arapçanın incelikleri gibi unsurlar tefsir usulü içindedir.

    Meal ile tefsir arasındaki farka gelince: Tefsir, bir ayetin bütün bu unsurlara göre geniş bir açıklamasını sunarken, meal ise bir ayetin Arapça dışındaki bir dilde sadece sözel anlam karşılığını vermeye çalışır. Başka ayetlerin ya da hadislerin o ayetle ilgili açıklayıcılığını, sahabilerin nasıl anladığını, ayette geçen bir hükmün emir mi tavsiye mi olduğunu ve başka pek çok hayatî unsuru -mecburen- göz ardı eder.

    Bu bakımdan, muteber bir tefsir Allah Tealâ’nın bir ayette ne buyurduğuna dair sağlam bilgiler verirken, meal ise sadece yüzeysel bir fikir verir.

    Meal Okunacaksa

    Fatih dersiamlarından Osman Raşit Efendi başkanlığındaki ilmî bir heyete yazdırılıp 1927’de neşredilen mealin takdiminde, Ahmet Cevdet Paşa’dan bir alıntı yapılarak farkı fark etmemizi sağlayacak unsurlara dikkatimiz
    çekilmiştir: “Kur’an’ı Kerim’in meziyetlerinin az bir kısmına vakıf olabilmek için, Arap dilinde pek çok maharet lazımdır. Zaten kişi bildiği kadarıyla onun zevkine varır.

    Kur’an’ın bütünüyle yani tam hakkıyla başka bir lisana tercümesi de mümkün değildir.

    Ancak Arapça bilmeyenlere sathice (yüzeysel olarak) ilk manasının kavratılması için bazı kıymetli zatlar meal hazırlanmasında sakınca görmemiş ve onu Türkçe’ye tercüme etmişlerdir.”

    Mustafa Sabri Efendi merhum da mealin Kur’an telakki edilerek değil, kısa bir tefsir gibi okunması gerektiğine dikkat çekmiştir.

    “Kur’an’ı baştan sona bir okuyup Rabbimin bana ne indirdiğini görmek istiyorum gibi bir maksatla yola çıkan okuyucunun dikkat etmesi gereken birtakım hususlar olduğunu belirtelim:

    1. Öncelikle Ehl-i Sünnet itikadını sağlam kaynaklardan okuyup eksiksiz öğrenmelidir.

    2. Meal yazarının Ehl-i Sünnet olmasına, ayrıca meal yazacak birikim ve ilmi kudrete sahip bulunmasına dikkat etmelidir.

    3. Okuduğu metnin Allah kelamı değil, meal yazarının Allah Kelamı’ndan anladığı şey olduğunu sürekli hatırda tutmalıdır.

    4. Okuduğu metnin, Kur’an’ın lafız özelliklerini hiç yansıtmadığını, mana özelliklerini ise kısmen yansıttığını bilmelidir.

    5. Meal okumalardan elde edilecek şeyin, Kur’an’ın muhtevası hakkında yüzeysel bilgi olduğunu, daha fazlası için mutlaka muteber bir tefsiri ciddi biçimde mütalaa etmek gerektiğini asla unutmamalıdır.”

    (Ebubekir Sifil, Muradullah mı, Meal Yazarının Kanaati mi, Rıhle Dergisi, 4. Sayı)

    Kur’an’dan Hüküm Çıkarılır mı?

    İslâm’ın ilk sıradaki delili şüphesiz Kur’an-ı Kerim’dir. Müslüman anlayışının ve yaşantısının ana kaynağı odur.

    Allah’ın kitabıyla irtibat noktasında günümüz müslümanı kendi seviyesini ve yerini bilmelidir. Saadet Asrı’ndan 14 asır sonra yaşadığını, ahir zamanın sınır tanımaz fitnelerinin tam ortasında bulunduğunu, bu dönemde imanı korumanın bile avuçta kor ateş tutmak gibi olduğunu unutmamalıdır.

    Bu sebeple herhangi bir müslüman, Kur’an’ı anlama konusunda şu noktalara dikkat etmelidir.

    Kur’an’ı en iyi anlayan, yaşayan ve anlatan Allah Rasulü s.a.v.’dir. O’ndan sonra sahabe, tabiîn ve diğer takva sahibi alimler gelir. Herhangi bir ayeti bir konuda delil olarak kullanmak istediğinde kendi görüşünü değil, onların anlayışını esas almalıdır.

    Eğer ayet-i kerimenin işaret ettiği manalar, hüküm çıkarma yani içtihat sahasına giriyorsa, doğrudan fıkıh kaynaklarına başvurulmalıdır. Okuyucu müçtehit olmadığına göre o konudaki mevcut içtihada tabi olmalıdır.

    Bir ayetin hangi manalara işaret ettiğini güvenilir kaynaklarından tamı tamına öğrenmeden şahsi kanaatine göre konuşmamalıdır.

    Bu konuda Merhum Elmalılı Hamdi Yazır Hocaefendi şunları söyler:

    “Doğrusu Kur’an’ı cidden anlamak, tetkik etmek isteyenlerin onu usulüyle Arapçasından ve tefsirlerden anlamaya çalışmaları zaruridir. Kur’an’ın falan tercümesinde şöyle demiş diyerek hükümler çıkarmaya çalışmamalıdır. Bunu imanı olanlar yapmaz. Kendini bilen insaflı insan da yapmaz.

    Kur’an’dan bahsetmek isteyenler onu hiç olmazsa harekesiz olarak yüzünden okuyabilmelidir. Mamafih öyle kimseler görüyoruz ki Kur’an’ı harekesiz olarak okumak şöyle dursun, harekesiyle bile düzgün okuyamadığı halde onun hükümlerinden ve manalarından içtihada kalkışıyor. Öylelerini görüyoruz ki Kur’an’ı anlamıyor ve ‘tefsirlere müfessirlerin yorumları karışmıştır’ diye onları da kaale almak istemiyor da, eline geçirdiği tercümeleri okumakla Kur’an’ı tetkik etmiş olacağını iddia ediyor. Düşünmüyor ki okuduğu tercümeye, alim müfessirlerin tevili (yorumu) değil de cahil mütercimin görüşü ve yorumu, hatası ve noksanı karışmıştır.”

    (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)

    Kur’an Okumaktan Maksat

    Halkın Kur’an’ı anlamadığı ve bu yüzden meal okunması gerektiği üzerinde duruluyor ve meal okuyarak hem okumuş hem de anlamış olacak deniliyor. Yine onlara göre sadece yüzünden okumakla bir fayda hasıl olmuyor.

    Oysa edeple tilavet olunan Kur’an’ın manevi bir fayda sağlamayacağını söylemek, bizzat Allah Kelamına haksızlık ve saygısızlık olacaktır. Ayetlerde de, Kur’an okumanın müminlerin kalbine sükûnet verdiği bildirilmiştir. Ayrıca Allah Rasulü s.a.v. de bazı vakitlerde bazı sure ve ayetlerin okunmasının faziletinden bahsetmiştir.

    Zaten Kur’an’ın lafız olarak okunması, dinimizin direği olan namazın da rükünlerindendir. Nitekim sadece tilavet için bile bir okuma adabı vardır.

    Buna göre;

    Okumaya “euzü” ile başlamak,
    Temiz yani abdestli olmak,
    Güzel koku sürünmek,
    Ağız temizliğine dikkat etmek,
    Kıbleye yönelmek,
    Huzur ve vakar içinde olmak,
    Mushaf tertibine göre okumak, tilavet adaplarındandır.

    Allah Kelamının lafız olarak müminin gönlündeki yeri başkadır. Çünkü manası kadar lafzı da önemlidir ve böyle de olmalıdır. Bu yüzden meal okumakla, Kur’an’ın asıl lafzını okumak farklıdır

    Kur’an’dan Delil Getirmek

    Kur’an ayetlerini delil getirme noktasında, aşağıya aldığımız misalin oldukça anlamlı, yolumuzu belirlemede faydalı olacağını düşünüyoruz:

    Hz. Ali r.a. Haricîlerle konuşmak üzere gönderdiği İbn Abbas r.a.’a şöyle demiştir:

    – Onlarla münakaşa ederken Kur’an’dan delil getirme.

    –  Niçin ey Müminlerin Emiri? Ben Kur’an’ı onlardan daha iyi bilirim. Kur’an bizim hanelerimizde nazil oldu.

    – Doğru söylüyorsun, ancak Kur’an ayetleri çok anlamlı bir yapıya sahiptir. Buna göre sen bir ayet okursun, onlar da kendi davalarını destekleyecek bir ayet okur. Sünnetlerden delil getir. Sünnetlerden delil ve tevil yoluyla kaçamazlar.

    Tarihi kaynaklar, “hakem tayin etme ve verdiği hükme razı olma meselesi etrafında cereyan eden” bu münakaşada İbn Abbas r.a.’ın Sünnet ve sîretten (hadislerden ve Efendimiz’in uygulamalarından)deliller getirerek binlerce Haricî’nin tevbe edip Hz. Ali r.a.’ın safına geçmesini sağladığını kaydeder. Yine Zübeyr b. Avvam r.a. da oğluna şu tavsiyede bulunmuştur: “Sana karşı koyanlara karşı Kur’an’la mücadele etme. Onları iknaya güç yetiremezsin. Sünnet’e sarılmaya bak.”

    Burada yanlış anlaşılacak şu noktayı da açıklayalım. Kur’an’ın çok anlamlı ve çok boyutlu oluşu, -hâşâ- onun birbiriyle çelişik hükümler içermesi anlamında değildir. Sadece dinimizi yaşamada, sahabe başta olmak üzere, Nebevî anlayış üzere yürümüş olan Selef’i göz ardı ederek, Allah Tealâ’nın muradına ulaşmak mümkün değildir. Buradaki tespit de buna dikkat çekmektedir.”

    (Ebubekir Sifil, Muradullah mı, Meal Yazarının Kanaati mi, Rıhle Dergisi, 4. Sayı)