๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 10 Ekim 2010, 16:26:56



Konu Başlığı: Mantık fıkıh münasebeti üzerine
Gönderen: Sümeyye üzerinde 10 Ekim 2010, 16:26:56
MANTIK-FIKIH MÜNASEBETİ ÜZERİNE

Her medeniyetin iftihar ettiği, nevi şahsına münhasır bazı değerler vardır. Fıkıh ve Usûlü Fıkıh da, bizim medeniyetimizin en belirgin değerlerindendir Öyle ki, eğer geçmişimiz itibarıyla bizim medeniyetimize bir isim bulmak icap etseydi, ona "Fıkıh" veya "Usûl-ü Fıkıh" medeniyeti demek uygun olurdu...


Fıkıh usûlü, şer’î hükümlerin delillerini ve bu delillerden hükümlerin nasıl çıkarıldığını incelemeyi konu edinir. Bundan dolayı da Kitap ve Sünnet’teki ibarelerin mantuku, delâletleri, ibarelerde geçen kavramların tanımları; kavramların birbiri ile ilişkisi, türleri, olumlu ve olumsuz karşılık ve karşıtları; terimlerin hakikat, mecaz, hass, âmm, müşterek, hakikat ve mecaz kısımları; hangi hükümlerden nelerin nasıl çıkartılacağı, bu yapılırken illetin tespiti; naslar arasında tearuz, istisna; çıkan hükmün veya ortaya konulan delilin kuvvet ve bağlayıcılığının vs. incelenmesi gerekir. Bunu başarmak için mantık gücü de devreye girer. İşte fıkıh usulcüleri eserlerini kaleme alırlarken, genelde, bu gücü yer yer devreye sokmayı başarmışlardır.
Biz burada, mantığın fıkıh usûlündeki yeri ve önemini kavramlar, önermeler, dil-mantık ve deliller alt başlıkları halinde inceleyip, sonunda bir genel değerlendirmede bulunmaya çalışacağız.

1. Kavramlar Açısından

Fıkıh ve Usûl-ü Fıkıh kitaplarında (mesela, lafız, delil, nikah, talak, hadd, vergi, bey’, icâre, vekâlet, şirket gibi) çok sayıda kavramın tanımı, tasnifi ve tahlilinin yapıldığını görmekteyiz. Bunlar yapılırken yer yer kavramın diğer ilimlerdeki uzantılarına veya yerine işaret edilerek fıkıh usûlünün, tefsir, hadis, belagat, dil bilim, mantık ve münazara (tartışma ilmi / ilm-i âdâb) ile olan ilişkisi kurulur.
Fıkıh usûlünde bazı kavramlar mantıkta işlenen boyutu aşılarak açıklanır. Bi’l-ibâre, bi’l-işâre, bi’d-delâle ve bi’l-iktizâ delâlet örneklerinde, beyan çeşitlerinde bunu görebiliriz.1 Re’y-kıyas, kaza-fetva, ta’zir-hudûd sözcüklerinde görüldüğü gibi, bazı kavramlar arasındaki farka da işaret edilir. Mantıkta “kavramlar arası ilişkiler” konusunu ilgilendiren bu işlem, kavramlar mantığı açısından önemlidir.
Fıkıh usûlünde Kitap ve Sünnet’teki nassların delâlet ve sübûtları açısından dört grupta değerlendirilmesi, hükümlerin bilgi değeri ve mantıksal gücü açısından derecelendirilmesine imkan açtığından dolayı, önemli görülmektedir. Usul kitaplarında yer alan şu cümleler kavramlar mantığı (lafızlar) açısından ayrı bir önem arz etmektedir:
“Âmmın hükmü, efradı hakkında kat’ıyyü’s-sübût olmasıdır. Yani âmm bir nassın hükmü, delâlet ettiği fertlerin hepsine birden şamil olur.
Yine âmm, delil-i zannî ile tahsis edilemez. Çünkü âmm kuvvetlidir, fertlerin hepsi hakkında birden sabit olur, zayıf olan bir delil ile kayıt altına alınması uygun değildir.
Âmm olan lafızlar, yalnız üçe kadar tahsis edilebilir, ondan fazla edilemez. Çünkü çoğulun en azı üçtür.2
Nass zâhire, müfesser nassa, muhkem de müfessere tercih olunup diğeri istidlalden sâkıt olur.
Bir lafızda hakikî mana ile mecazi mana ictima’ edemez (birleşemez).
Dâl bi’l-ibâre ile dâl bi’l-işâre arasında tearuz görülse baştaki tercih olunur. Çünkü sevk-i kelamdan asıl maksat olan, dâl bi’l-ibâredir.
Dâl bi’d-delâleyi kıyas-ı celî kabilinden saymak doğru değildir.
Dâl bi’l-iktiza ile istidlal, geçerli bir akıl yürütmedir.
İsimde iştirak hükümde müsâvâtı müstelzim değildir. (Yani bir lafza verilen hükmü onun eşseslisine de vermek gerekmez.)
Beyan-ı tağyir, daima tağyir ettiği söze muttasıl olur, ondan ayrılmaz.”3

2. Önermeler ve Dil-Mantık Açısından (Lafız-Mânâ)

Cümlenin içerdiği anlam veya ifade ettiği mana, harflere göre değişeceğinden bazı fıkıh usûlü kitaplarında, harf ve edatların (ba, min, an, alâ, fî gibi meânî harfleri ve zarflarının) özellikleri, cümleye kattıkları anlam ve kullanım şekilleri üzerinde önemle durulmaktadır4 ki bunu önermeler ve çıkarım mantığı açısından önemli görmekteyiz.
Söz konusu kitaplarda ikrar, bey’, şirâ, icare, hibe, vakıf, vasiyet, talak, liân, zıhar konularında kullanılan sözcükler ve ifadelerin çoğu ince dil tahlillerini içermekte ve bu tahlilleri bilmeyi gerektiren nitelik arz etmektedir. Yine lafız-mana ilişkisi (lafızların manaya vaz’ları, açık/vâzıh bir tarzda delâletleri, açık veya kapalı halde kullanımları, hangi maksatlarla söylenmiş olduklarını) çeşitleri ve örnekleri ile birlikte incelenir ki bunun dil ve mantık açısından önemli ve değerli olduğunu belirtmek gerekmektedir. Dinde önemli yeri olan emir ve nehiy lafızları üzerinde daha ayrıntılı bilgi verilir.
Fıkıh usûlü kitaplarında, mutlak ile mukayyedin mahiyetleri ve hükümleri ile ilgili aktarılan bilgiler, mantıkta “Mutlak Olarak Söyleneni Bazı Kayıtlamalarla (veya tersi) Söyleme” (Secundum Quid)5 yanlışını anlamamıza yardımcı olacak niteliktedir.
Söz konusu kitaplarda, deliller arasında tearuz ortaya çıkınca neyin neye tercih edileceği konusunda da kesin kurallar sunulmaktadır. Burada yer alan, “İki delilin metinleri arasında tearuz bulunsa, nass zahire, müfesser nassa, muhkem müfessere, hakikat mecaza, sarih kinayeye, dâl bi’l-ibâre dâl bi’l-işâreye, dâl bi’l-işâre dâl bi’d-delâleye dâl bi’d-delâle dâl bi’l-iktizâya tercih olunur.” ifadesinin dil ve mantık açısından önemli olduğunu düşünmekteyiz. Zira bunlardan, önce gelen ikinciye göre daha açık, daha sağlam, daha belirgindir. Mantık da tabii ki açık olanı kapalı olana, sağlam olanı zayıf olana, belirgin olanı da belirgin olmayana karşı üstün tutacaktır.

3. Deliller Açısından


İlgili kitaplarda fıkıh usûlünün konusunun, “Şer’î hükümleri ispata vasıta olmaları itibariyle şer’î delillerdir; bu ilimde bütün şer’î hükümlerin ve delillerin ahvalinden bahis olunur.” Usûl-ü fıkhın konusu bazı âlimlere göre edille bazılarına göre ise ahkâmdır. İkisini cem ederek usûl-ü fıkhın konusu edille ve ahkâmdır, (Bkz. Seyyid Bey, Medhal, s. 72) şeklinde belirtilmesi, bu ilimde asıl vurgunun yargı (hüküm, hükmün delilleri, hüküm çıkarma metotları, hüküm çıkaran) ve delillere yapıldığını göstermektedir. Mantık da geçerli delilleri incelemeyi konu edindiğine göre, fıkıh usûlü için mantık vazgeçilmez olacaktır. Bundan dolayı Gazali, İslâm Hukukunda Deliller ve Yorum Metodolojisi olarak görülen meşhur el-Mustasfâ’sının Mukaddime’sini Mantık İlmi’ne ayırmış ve bu ilmi yeterince bilmeyenin ilmine güvenilmeyeceğini belirtmiştir.6
Klasik mantık, akıl yürütmede esas olarak (dedüksiyonun en önemli kısmını oluşturan) kıyası almıştır; asıl gâye kıyası incelemektir. Diğer iki akıl yürütme şekli7 tümevarım ve analojiye klasik mantıkta fazla önem verilmemiştir. Fıkıhtaki kıyas analojiyi esas alır. Fetva veya hükümlerde ağırlıkla temsil (analoji) metodu kullanılmaktadır.8 Mesela bu, ganimet, bey’, icâre, gasp ve itlâf gibi konularda daha açık bir şekilde görülmektedir. Mesela nikâhta denklik konusunda olduğu gibi, bazı hükümlerin delilleri, yanlış analojiye veya yanlış nedene9 dayandırıldığı için bazı fukaha tarafından reddedilir veya reddedenlerin görüşleri nakledilir.10
Analoji, tümevarıma dayanan bir dedüksiyondur. Fakat varsayımsal bir dedüksiyondur. Yani hareket noktası olan genel fikir varsayılmıştır. Aralarında benzerlik görülen iki olay arasında fark olabilir. Bu nedenle analoji ile elde edilen sonuç daima zanni (olası, muhtemel) olarak kalır, zorunluluğu gerektirmez. Fakat bu varsayım ispat edilirse kanun halini alabilir. Aşağıdaki fıkhî kıyasta, biranın haram olduğu hükmü, sarhoş edici özelliğinden dolayıdır. Ama sarhoş etme illetinin tespiti için bira yoklanır (istikra) veya incelenir; onda bu özellik bulunursa, genele (sarhoş edici maddelere) verilen hüküm (haram) ona da verilir. Bu yapılırken hem tümevarıma, hem de tümdengelime başvurulduğu doğrudur. İçeceklerin bir bir yoklanarak hangilerinin sarhoş edici olduklarını tespitte endüksiyon, bundan şu şekilde dedüktif kalıba sokularak bir çıkarımda bulunmak ise dedüksiyondur.
Tüm sarhoşluk veren maddeler haramdır;   (B.Ö, Asl)
Bira şarhoşluk veren bir maddedir;   (K.Ö, Fer’) O.T. Altı çizili olan “sarhoşluk verme”
O halde bira da haramdır.   (Sonuç)

Fıkıhtaki kıyası, analojiyi temel alıyor diye sağlam olmayan bir delil getirme tarzı olarak görmek yanlıştır. Yukarıda bira örneğinde belirttiğimiz gibi, fakihler kıyaslarını dedüktif kalıba dökerek ifade ederler. Onu, doğrudan, bilimlerde kullanılan analoji gibi görmek doğru değildir. Onda da kıyasın formel şartlarına veya bilinen sekiz kuralına uyulur. Örneğin hiçbir fıkhi kıyasta üçten az terimle kıyas kurulmaz, orta terim sonuçta bulunmaz, yine orta terim iki öncülde de tikel olarak alınmaz, olumsuz iki öncülden sonuç çıkarılmaz veya olumlu öncülden olumsuz sonuç çıkarılmaz vs. Fıkıh usulcüleri, kelâmcılar ve bu konuya hassasiyetle eğilen İbn Teymiyye, fıtrata, dine ve kullanıma daha uygun ve daha sağlam olduğu gerekçesiyle temsili, gerçek kıyas olarak görmektedirler.11
Fıkhî kıyasta dedüksiyon ve analojinin kullanıldığını, analojide de endüktif yoklamanın varolduğunu haliyle bu tür kıyasın, akıl yürütmenin üç şeklini de içerdiğini; biçim olarak geçerli olduğunu, içerik olarak ise konunun fıkıhçıların değerlendirmesine bırakmak gerektiğini belirtmek isteriz.
Usul kitaplarında, içtihatta12 bulunurken, fetva verirken, daha genel bir deyişle hüküm verirken önemle altı çizilen hususlar, mantıksal açıdan değerli ve önemli görülmektedir. Şöyle ki, kişi kafasının estiği şekilde keyfî fetva vermemelidir. İslâm geleneğinde ulemanın bu konuda ne kadar dikkatli davrandıkları ortadır. Karar verecek konumda olanların bilgili, dirayetli, samimi, maddi ve manevi sorumluluk hissiyle dolu, konuyu ciddi araştıran, alternatifleri iyi değerlendiren, ihtiyatlı ve konuştuğu alanda ihtisas sahibi olmaları gerekmektedir.
Fıkıh usûlü kitaplarında, varlığına delil bulunamayan herhangi bir şeyi kabul etmeme “İstidlal bi ademi’l-medârik”13 olarak tanımlanıp, bunun yanlış bir akıl yürütme şekli olduğu belirtilir. Çünkü delilin yokluğundan medlulün yokluğu lazım gelmez.
Deliller arasında tearuz konusu açıklanırken “Herhangi bir hadise hakkında delillerin kesretine değil kuvvetine bakılır. Bir kuvvetli delil, birçok kuvvetsiz delillere tercih edilir. Mesela bir kat’î delil yanında zannî delillerin hükmü olamaz.”, “İki rivayet mütearız olunca, bunlar ile ihticac sâkıt olur. Bir şey hakkında ihtimal sabit olunca onunla istidlâl sâkıt olur.” gibi cümleleri içerik mantığı açısından önemli görmekteyiz.
Yine Fıkıh Usûlü kitaplarında, (fıkhın esaslarını teşkil eden usûl ve delillerin birer zübdesi mesabesinde olan ve sağlam delillere istinat eden, birçok hadiselerin hükümlerini belirlemeye yardım ederek hukukçular için birer rehber mesabesinde bulunan) Kavâid-i Külliye’nin maddelerinin örnekleri ile açıklanışını usûl ve mantık açısından önemli görmekteyiz. Mecelle’de, mantıksal açıdan bize daha çarpıcı gelen veya mantıkçının dikkatini daha celbeden bazı ifadelere burada yer vermek istiyoruz:
“Alâ hilâfi’l-kıyas sabit olan şey, saire makîsun aleyh olamaz.”
“İçtihat ile diğer içtihat nakz olunmaz.”
“Adetin delaleti ile mana-yı hakiki terk olunur.”
“İtibâr, galib-i şayiâdır, nadire değildir.”
“Asl sabit olmadığı halde, fer’in sabit olduğu vardır.”
“Kelamın i’mali (kullanımı) ihmalinden (terkinden) evlâdır.”
“Mânâ-yı hakikî müteazzir oldukta mecaza gidilir.”
“Tevehhüme i’tibar yoktur.”
“Zahiren sabit olan bir ilim ile, yakinen sabit olan bir ilim arasında fark vardır.”
“Bir hükmün illeti ile hikmeti arası tefrik olunur.”
Ayrıca şu kaidelerin14 de dil ve mantık açısından tahlil edilmesi ve öneminin açığa çıkartılmasının gerekli olduğunu düşünmekteyiz.
“Şek ile yakîn zail (yok) olmaz.”
“Asıl sâkıt olduğunda fer’i dahi sâkıt olur.”
“Bir şey bâtıl oldukta anın zımnındaki şey dahi bâtıl olur.”
“(Eğer nass yahut delâlet yoluyla kayıtlama bulunmuyorsa) mutlak, ıtlakı üzere cari olur.” “Burhan ile sabit olan şey, ıyanen sabit gibidir.”
“Tenâkuz ile hüccet kalmaz.”
“Şartın sübutu indinde ona muallak olan şeyin sübutu lazım olur.”
“Meçhûlü dava fâsittir.”
“Bir kimse hakkında ‘muradı, maksadı şudur’ diye vuku bulacak dâvâ bâtıldır.”15
“Dâvâda tenakuz bulunmaması şarttır; bulunursa dâvâ sahîh olmaz.”
“Tenakuz, müddeînin kizbini gösterir.”
“Beyyinelerin tearuzu, dâvânın istimaına mâni olur.”
“ Şehadetin mahsûsa ve mütevâtire muhalif olmaması şarttır.”
“Şehadette tenakuz bulunmaması şarttır.”
Sonuç olarak söyleyecek olursak, Fıkıh Usûlü kitaplarında, lafız, mefhûm, delâlet, hüküm, kıyas terimlerinde olduğu gibi bazı kavramların, çeşitleri ve örnekleri ile birlikte ayrıntılı biçimde açıklanması, mantığın fıkıh, özellikle fıkıh usûlü için son derece önemli olduğunu göstermektedir. Zira kavramlar, önermeleri/hükümleri iyi anlamamıza, bunu başarmak da, daha sağlam çıkarımlarda bulunmamıza hizmet etmektedir. Söz konusu kitaplar kaleme alınırken, bu bilinçle, mantığın sürekli devrede tutulduğunu düşünmekteyiz. Böylece, bu eserlerde delâlet, hüküm, mübahase, istidlal, illet, mefhum, lafız, münazara, muaraza, men, münakaza (nakz), mukaddime ve çeşitlerinde olduğu gibi birçok kavram aynen mantıktaki gibi ve buna ilave olarak fıkıh ilmiyle ilişkisiyle birlikte tanıtılır. Bu tanım ve tanıtma yapılırken, büyük ölçüde, mantıktaki tanımın formel şartlarına uyulduğu görülmektedir.
Ayrıca, fıkıh usûlü eserlerinde yer alan şu bilgi ve açıklamaları, mantıksal açıdan önemli, değerli ve mantıktaki konuları anlamaya katkı verici nitelikte görmekteyiz:
1) Âmm
2) Lafz-ı Müşterek
3) Delâlet (-i lafz)
4) Harfler, edatlar ve zarflar
5) Bazı kıyas (analoji)ları red ve def’e müteallik mübahase yolları
6) İlm-i münazara (tartışma)nın şartları ve âdâbı

Fıkıh kitaplarında ikrar, bey’, şirâ, icare, hibe, vakıf, vasiyet, talak, liân, zıhar konularında kullanılan sözcükler ve ifadelerin çoğu ince dil tahlillerini içerdiğinden, bunlardaki bazı incelikleri anlama ve anlatmada mantık birikimi kendini hissettirmektedir.
Yine söz konusu kitaplarda harf ve edatların özellikleri, cümleye kattıkları anlam ve kullanım şekilleri ile ilgili olarak sunulanlar, dil ve mantık açısından, özellikle önermeler mantığı açısından, oldukça faydalı nitelikte görülmektedir. Ayrıca, kitapta, deliller arasında tearuz ortaya çıkınca hangi delilin diğerine tercih edileceği konusunda sunulan kuralların da dil ve mantık açısından önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Fıkıhçıların, içtihatta bulunurken, fetva verirken, daha genel bir deyişle, hüküm verirken önemle altını çizdikleri hususlar, mantıksal açıdan çok değerli ve önemli görülmektedir. Kavaîd-i Külliye’nin maddelerinin örnekleri ile açıklanışını da usûl ve mantık açısından faydalı görmekteyiz.

* Dokuz Eylül Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi


DİPNOTLAR
1. Örneğin bkz. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-ı İslâmiyye ve Islahat-ı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Basımevi, İstanbul 1967, c. I, s. 87-91, 95-98.
2. Bkz.: Bilmen, Kâmus, c. I, s. 71
3. Buna Kur’ân’dan bir örnek gösterilebilir: “Güç yetiren kişiye Allah için haccetmek gerekir.” (Âl-i İmrân, 3/97)
4. Bkz. Bilmen, Kamus, I, 108-132.
5. Bkz. Emiroğlu, İbrahim, Mantık Yanlışları, Ankara, 2004, s. 130.
6. Gazali, Ebu Hamid Muhammed, el-Mustasfâ min İlmi’l-Usûl, Mısır, 1937, c. I, Mukaddime, s. 7.
7. Akıl yürütmenin bu üç şekli için bkz. Emiroğlu, İbrahim, Ana Hatlarıyla Klasik Mantık, Bursa 1999, s. 153 vd.
8. (Fıkıhta) kıyas bir delil-i zannîdir. Kıyasın hükmü, ta’diyedir; asıldaki hükmün, fer’e de nakledilmesidir.
9. Mantıkta buna, Neden Olmayanı Neden Olarak Alma (False Cause, el-ahzü mâ leyse bi illetin illeten) Yanlışı denir. Bkz. Emiroğlu, Mantık Yanlışları, s. 161 vd.
10. Zira eş adaylarında başta dini olmak üzere, sosyal, kültürel yakınlık, eğitim seviyesi, ekonomik imkanlar vs. aranacağına, sözgelimi, boy ve kilonun ön plana çekilmesi, meselâ, “Bir önceki gelinimiz güneyliydi ve biraz kiloluydu; bu gelin adayımız da güney illerimizden ve hafif kilolu, öyleyse bu da birinci gelinimiz gibi iki senede ayrılır.” şeklinde yanlış bir analojide bulunmayı tabiî ki bir fıkıhçı kabul etmeyecektir. Zira o, isabetli bir evlilik kararı ve evliliğin huzur içinde devam etmesi için fıkıhta belirlenen kefaet (denklik) ölçülerini büyük bir hassasiyetle günümüze de uyarlama çabası içinde olacaktır.
11. Bu hususta çeşitli fıkıh usûlü kitaplarına ve kelâm eserlerine bakılabilir. Ayrıca bkz. İbn Teymiyye, er-Redd ale’l- Mantıkiyyîn, Lahor 1976, s. 364 vd.
12. Kıyas ile içtihat arasında tam eskilerin ifadesi ile umum husus min vechin girişimlilik vardır. Yani her kıyas içtihattır, ama her içtihat kıyas şeklinde değildir; içtihat daha e’amdır.
13. Bu tür delillendirmeye mantıkta Argumentum ed Ignorantiam (İspat Edilmemiş Olmayı Lehte Delil Kullanma) deriz. (Bkz. Emiroğlu, İbrahim, Mantık Yanlışları, s. 187)
14. Bu külli kaidelerin açıklamaları için bkz. Yıldırım, Mustafa, Mecellenin Küllî Kaideleri, İzmir, 2001.
15. Bugünkü moda tabirle biz buna “niyet okuma” diyebiliriz.


Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu