๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 03 Aralık 2010, 15:40:31



Konu Başlığı: Kurumsal ve bireysel kimliğimize bir özeleştiri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 03 Aralık 2010, 15:40:31
Kurumsal ve Bireysel Kimliğimize Bir Özeleştiri


Müslümanlar olarak her ne kadar nicelikte pozitif gibi görünen manzaramıza rağmen, nitelikte çok vahim yanlışlar ve hatalar üzerine bir özeleştiriyi hep birlikte gerçekleştirmezsek, yüklendiğimiz misyonu temsil noktasında problemlerimizle, nihai sonuca pek de hoş varacağımız beklenemez. 

Dernekler, vakıflar,  gruplar veya kişiler olarak iki noktada yanlışa düşmekten korunamıyoruz:

1-                    Bir kısmımız özellikle camiamız dışındaki insanlarımıza son derece hoşgörülü, nazik ve anlayışla yaklaşabildiği halde –ki güzel olan da budur- ne yazık ki yanı başımızdaki kardeşlerimize aynı müsamaha, nezaket ve anlayış gösterilemiyor. Aynı çizgiyi paylaştığımız insanlarımızın ufak tefek usul ve nüans farklılıklarına karşı son derece kırıcı ve tahripkar olunabiliyor. Eleştirebileceğimiz, yapıcı olarak tamir edilebilecek noktaları göz ardı edilerek, birlikte daha pek çok yükü omuzlayabileceğimiz kardeşlerimizin, küskünleştirilerek, hareket, fikri üretim ve performansının atıl hale gelmesine sebep olabiliyoruz. Camiamız dışındaki insanlarımıza da elbette anlayışlı, nazik ve hoşgörülü olacağız. Bu erdemli insan olmanın gereğidir ve bu insani özellikler evrenseldir. Fakat zafiyetli ilişkilerimiz, iletişimlerimiz sonucu, her ne hesapla olursa olsun, dışımızdakileri kazanalım derken birbirimizden mes’ul olduğumuzu göz ardı ederek,  insanımızı çok daha kolay harcamaya karşı dikkatli ve titiz olmak, erdemi ve ahlakını kuşanmakta gecikmeyelim.

Ailenin erkeği veya hanımı, dışarıda insanlara karşı hareketlerinde çok kibar, nazik, centilmen-hanımefendi olabildikleri halde; evlerinin içinde bu güzel davranış ve meziyetlerini birbirlerinden esirgiyorlar. Sanki dışarıdaki insan o değilmişçesine, saldırgan, kaba ve kırıcı olabiliyor. Aile içinde yaşadığımız bu tutarsızlığımız, camiamız insanlarına karşı da bu minvalde devam ediyor.

”Muhammed Allah’ın elçisidir ve onun safında olanlar, hakkı inkâr edenlere karşı kararlı ve ödünsüzdürler, birbirlerine karşı ise çok merhametlidirler.” 48/29

2-                    Kendilerinden başkalarına karşı hayat hakkı tanımayanlar dindarlığı son derece dar bir perspektifle yorumlayarak, sadece İslami camia dışındaki insanları değil, kendi grup ve camialarından olmayan dindar insanlara bile, “insanlık hak ve hürriyetini” fazla görenlerimizde ayrı bir kronik ve kritik vakıa.

Yaşamlarıyla, üslup, slogan, tavır ve iletişimleriyle, kendilerini seçilmiş, kurtuluşa erdirilmiş kabul eden bu zihniyetin insanları ne yazık ki etiket ve görünümleriyle İslamı çağrıştırdıklarından telafisi zor bir şekilde, insanlarda yanlış kanaat ve “Korku İslamı” anlayışı oluşturmaktadırlar.

Bu insanlara bakıldığında, İslam’ı bir korku, tehdit ve kabalık dini gibi algılayanlar az değildir. Başlı başına bu nokta bile Allahın gazabını celb edebilecekken maalesef bu tarzı  “takva “ kabul edebilmeleri de ayrı bir vahamet.

 

Meydanlardan Yansıyan Korku

İslami camia olarak, eylemlerimiz bile bir kısır döngüden kurtarılamadı. Sloganlarımız bile tacizkar. İnsanlara, İslamın umut, sevgi ve müjdesini taşımıyor; üstelik tehdit ve taciz yansıtan haykırışlar bizim bireysel yanlışlarımızın ifadesi olarak değil, İslam’ın ve Kur-an’ın bir yansıması olarak anlaşılıyor. Dolayısıyla sebep olunan önyargılar ve korkularla İslam’a ve Kur’an’a yönelik bir itham ve kötü bir imaja sebep oluyor.

Eylem otoriteleri, eylemlerin ne sebeple yapılacağı, kimlere, hangi mesajların verilebileceğini, hangi meydanlarda sloganlara kadar nasıl olması gerektiği noktasında daha titiz ve inisiyatif sahibi olmalıdırlar.

Daha lokal alanlarda biz bize yapılan eylemlerde ifadelerimiz kendi kendimize olacaktır ama genel ve büyük ortamlarda – Müslümanlar adına – diye sloganlar atılacaksa, bu sloganlar grup, örgüt gibi yapılanmaların histerik heyecanlarını değil, insani –Kur’ani- mesajı yansıtmalıdır.

“Eğer sen kaba ve katı olsaydın şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi…”

Bu eylem ve hareket içinde meydanlarda bulunan kadın ve erkekler, her adım, her bakış ve insani duruşlarından mesuldürler.

Eğer eylem, mazbut ortamların dışında, daha kozmopolit meydanlardan gerçekleştiriliyorsa atılan sloganlar ve mesajlarda buna uygun olmalıdır. Şayet bu yapılamayacaksa eylemin bu meydanlarda ortamlarda gerçekleştirilmesi yarardan ziyade yanlış önyargı ve ziyan getirecektir.

Bu anlamda Müslümanlar olarak pek de Kur’ani bir imaj ve mesaj derdimizin olduğu da söylenemez. İstiklal caddesi gibi bir ortamda “Müslüman, Filistin’e sahip çık.” Gibi yalıtıcı ayırımcı tahripkâr bir slogan neye hizmet eder. Buralarda daha kapsayıcı kuşatıcı bir ifade olabilir, örneğin “ Türkiye, kardeşler veya insanlık Filistin’e sahip çık” gibi. Her çeşit inançtan milletten insanların bulunduğu ortamlarda ‘’İnsan”ı muhatap alan, ortak değer ve erdemlerimizden yola çıkarak, kuşatıcı daha sevgi ve umut mesajı taşıyan, daha insani sloganlar oluşturulabilmeli.

Daha insani, daha kardeşçe, daha Kur’ani bir ahlakla üslup ve hareketler geliştirebilmeliyiz. Veda Hutbesi’nde sevgili peygamber (sav) ; iki defa   ‘Ey Mü’minler ‘, üç defa   ‘Ey ashabım’  , on defa ‘Ey İnsanlar’ diye hitab etmektedir.

Kur’an-ı Kerim de sadece mü’minlere, Müslümanlara inmemiştir.  Tüm insanlığadır.

Artık biz bize değil, daha insani ve evrensel değerler üzerinden mesajımızı bütün dünyaya ulaştırmalıyız. Dolayısıyla bütün insanları, ‘İnsan kardeşlerimiz’ olarak kabul ederek, onları Kuran’ın Ahlak, Adalet ve Tevhid mesajıyla tanıştırabiliriz.

Birbirimizle ve tüm insanlarla daha insanca ve daha kardeşce ilişkiler kurabilmek umudu ile.


Hüda Kaya