๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 01 Kasım 2010, 16:23:51



Konu Başlığı: Kuran İnşirah Verir
Gönderen: Zehibe üzerinde 01 Kasım 2010, 16:23:51
Kur'an İnşirah Verir

Sâdık Dânâ

- Efendim yeniden bize bu sohbet fırsatını verdiğiniz için teşekkür ediyoruz. Biliyorsunuz, Altınoluk'un Ocak sayısı Ramazan'a denk geliyor. Biz de o sayımıza kapak olarak "Bir aylık ömrümüz kaldığını bilseydik nasıl bir hayat yaşardık" diye bir soruyu koyalım istedik. Biz zatıalinize gelsek ve "Efendim bir aylık ömrümüz kaldığını öğrendik, bize nasıl bir hayat yaşamamızı tavsiye ederdiniz?" diye sorsak ne buyururdunuz acaba?

- Bu, şahısların kabiliyetlerine göre, sıhhatlerine göre değişebilir şüphesiz. Ama ne var, işte o ömrü heder etmemeye gayret edeceğiz. Hem ibadet sahasında hem mücahede sahasında elimizden geldiği kadar sa'y-ü gayret göstereceğiz. Nusret Cenâb-ı Hak'dan. Tabii böyle bir durumda telâş içinde değil de, gene sükûnetle davranmak gerekir. Elhamdülillah, Cenâb-ı Hak kimsenin ölümünü bildirmemiş. Ne büyük nimet. Yoksa bildirmiş olsa, meselâ şuradaki üç-beş kişiye "yirmişer sene ömrünüz var" dense, hepimiz birden şaşırıp kalırdık. Halbuki kim yirmi sene daha yaşayabilir ki? Onun için zamanı sükûnetle, en lüzumlu şeylere hasretmeli. Kendi kabiliyetine, bilgisine göre, kendi sahasına göre hareket edilir. ALLAH'a karşı vazife namütenâhî, yani sınırlı değil. Kul her sahada, kulluğunu yapacak.

Mümkün olduğu kadar insan yetiştirmek, talebe yetiştirmek, maddi bakımdan müsaitse her sahada hayır hasenat yapmak, ibadetini de gene huzurla ifa etmek, bunlar mühim şeyler. Telâşa kapılmak uygun olmuyor. Cenab-ı Hak'dan ümidi kesmemek şartıyla herkes vazifesini ifa edecek.

- Efendim, insanoğlu sanki ilânihaye yaşayacakmış gibi bir hisle hareket ediyor.

- O da bir nimet sırasına göre. Cenab-ı Hak bildirmiş olsa, gayrı ihtiyârî herkes heyecanlanır. Artık iple çeker günleri, şu kadar kaldı, bu kadar kaldı diye. Gafil olan kuru kuru ölümden korkar, üç-beş gün ömrüm kaldı der ve zevk ü sefahat yoluna kendini verir.

- Hatta efendim bir rivâyet var, Hz. Musa aleyhissselâm bir dervişe rastlar ve ne işle meşgul olduğunu sorar. Derviş de "Beşyüz senelik bir ömürde dünyaya dalmaya değer mi?" der. Musa aleyhisselam da "Son peygamber zamanında ömürler iyice kısalacak. Ömürler 60-70 seneye sığacak" der. Derviş der ki, "Eğer ben o zaman dünyaya gelseydim, başımı secdeye koyardım ve son nefesimi beklerdim." Yani insanın mizacına göre bu işler farklılık gösteriyor.

- Ama o bir secdelik ömre de her şeyi sıkıştırmaya çalışacak. İnsanoğlu ömrünün kıymetini bilmeye, değerlendirmeye dikkatli olacak.

- Efendim Ramazan'da Umre yolculuğunuz var inşaallah.

- İnşaallah.

- Medine'yi özlediniz herhalde?

- Evet, çok.

- Ramazan Medine'de mi geçecek efendim?

- İnşaallah niyetimiz öyle, nasip olursa.

- Herhalde her sene orada geçiyor. Nasıl bir coşku var efendim Ramazan umresinde?

- Esasında gidenlerin, görenlerin coşkusu daha ziyade oluyor. Türlü türlü hadiseler oluyor. Halkın samimiyet, ibadet şevki hepsi birbirine inzimam ediyor. Fakir zengin herkes aynı seviyede oluyor; o hale geliyor.

- Sâmî Efendi üstadımızla böyle bir Ramazan umresi beraberliğiniz oldu mu?

- Evet, olmuştu. Hatta bir seferinde ramazandan evvel gitmiş, haccı müteakip dönmüştük. Ramazanda yine Muhterem Üstadımız beş vakit namaza devam ederlerdi. Yalnız akşamları evde validemizle iftar ederlerdi. Aile hukuku tabii; o da mühimdir. Diğer vakitlere devam ederlerdi. Tabii o zaman şimdiki gibi izdihamlı olmuyordu. Mahduttu. Umre hadisesi sekiz-on sene evvel -patlama tabir ediyorlar ya- ortaya çıktı. Hakikaten Hacdan hiç farkı olmuyor. Hatta aşr-ı ahirde tavaf dahi zor yapılıyormuş. İlk gittiğimiz zamanlar teheccüd namazı birbuçuk saf olurdu. Sonra sonra o üç safa, beş safa çıktı. Şimdi maşALLAH tamamen doluyor. Hatta teheccüdü baştan sona kadar da bitiriyorlar galiba. Milletde daha bir şevk, daha bir uyanıklık var. Orada çok büyük bir huşu içinde ibadet edenler görülüyor. Allahualem evvelce bu kadar değildi.

- Efendim tasavvufî terbiyede, teheccüd ve seher vaktinin hususi bir önemi var. Nedir seher vaktinde olan biten? Teheccüdde bulduğumuz nedir?

- O vakitlerde Cenabı Hakk'ın rahmeti çok şiddetli, yağmur gibi iniyor. O zaman ibadetler, emsali şeyler ve tecelli daha başka türlü oluyor. Daha canlı, daha hareketli, diğer vakitlerle mukayese edilemeyecek kadar farklı oluyor.

Orada imam teheccüdü ağır ağır, tane tane kıldırıyor, öyle yatıp yatıp kalkmıyor, ona rağmen cemaat sonuna kadar huşu içinde iştirak ediyor maşALLAH. Genci yaşlısı hepsi. Bu da güzel bir işaret meselâ. Evvelce cemaat o kadar az olurdu ki, eski binanın, ilâve yapılmadan önce Harem'in arka kısmı boş kalırdı. Orada itikaf çadırları kurulurdu. Orada yerler, içerler itikafta kalırlardı, haremin yarısını teşkil ederlerdi. Müsaitti. Şimdi maşALLAH bina beş misli yükseldi. Evvelce 20 dönümdü, şimdi Allahualem aşağı yukarı 100 dönüm oldu, tahmin ediyorum. Buna ek olarak dam da ilâve oldu. Damda 6 merdiven var, cuma namazlarında görüyoruz, damı tamamen dolduruyor. Cemaat pek çoğaldı. Bu da yetmez gibi çoğunlukla dışarda kılan gene var. Halkın ibadete karşı güzel bir meyli var.

- Efendim Harem'deki iftar sofraları da farklı herhalde. Eskiden de bugünkü gibi sofralar kurulur muydu? Bugünkü heyecan var mıydı o sofralarda?

- Evvelce basit sofralar kurulurdu. Sekiz-on kişi toplanırdı, bir çul sererlerdi yere, hurmaları atı atıverirlerdi yerlere gelişi güzel, hiç intizamlı değildi. Orada otururlar, öylece iftar edilirdi. Ama şimdi çok kaliteli, düzgün, intizam içinde yapıyorlar. Hatta geçen sene oranın idaresi daha ziyade dikkat etti, en ufak bir çıkıntıya falan izin vermediler. Herkese parsel parsel ayırmışlar, herkes kendi parselinde davetini yapacak, orada yiyecek sonra gidecek. Oranın idaresi de bu konuda çok dikkatli. Yer de tabii daha müsait olmuş oluyor. Koskoca meydan.

- Efendim zatıâlinizin de sofraları var. Onun çoşkusundan da bahsediliyor.

- MaşALLAH orada herkeste samimi bir hava var. Ne kadar anlatılsa oradaki samimi hava tarif edilmez. Evdeki bal tatlı, ama yiyen bilir derler. Bakıyoruz sekiz on yaşında ufacık çocuklar vazifeli. Hicazda kapıda bekliyorlar, hacıları böyle yakalıyorlar -hacı neye uğradığını şaşırıyor- sofraya götürüyorlar. O kadar güzel bir hava var. Herkes sofrasının dolmasını istiyor. İçerde yalnız hurma yoğurt, dışarda herşey serbest.

Namazlara çok dikkat ediyorlar. Namazları vakitlerinde kılıyorlar; beş dakika tehir etmiyorlar. Vaktinde ezan okunuyor. Namaz kılınıyor. Efendim devlet reisleri teşrif etmedi, kral teşrif etmedi vesaire alakadar etmiyor oranın idaresini. Muhakkak namaz vaktinde huşu içinde kılınıyor. Kralın ayrı bir statüsü yok camiide.

- Efendim umrede bir Ramazan boyunca vakit nasıl değerlendiriliyor?

- Teheccüdle başlıyor. Sahur yemeği yeniliyor. Sabaha kadar devam ediyor ve yatılıyor. Öğle namazına kalkılıyor. İkindiye çok yakın kalkan da oluyormuş. Gündüz hayatı herkes istirahatte. İkindiden sonra tekrar hayat başlıyor. İftar hazırlıkları, çarşı pazar alışverişleri, şunlar bunlar...

- Efendim bağışlayın belki fazladan bir soru ama, İstanbul'da bir Ramazan geçirmekle Medine'de Ramazan geçirmenin farkı ne?

- Cenabı Hakk bazı insanlara imtiyaz verdiği gibi bazı yerlere de imtiyaz veriyor. Fahri kainat sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin ruhâniyeti bütün orayı isti'lâ ediyor. Manevî tasarruf. Kimse kimseye hırçınlık yapmıyor. Köylü-şehirli, genç-ihtiyar, cahil-bilgili herkes müsâvî. Fakir bir çok defa haccettik, onbeşi mütecaviz, Rabbımız kabul etmiştir inşALLAH, bir insanın diğer insana elini kaldırdığını görmedik. Orada sıcakta insanın asabı daha ziyade bozulur. Bakıyorsunuz adamın birisi arabasını yolun üzerine koyuyor. Burada olsa ne yaparlar, arabayı parçalarlar, adamı bir güzel döverler. Orada yok, herkes hakkına razı. Adam yarım saat sonra, bir saat sonra geliyor, kimse de sen şunu yaptın, bu sana yakışır mı demiyorlar. Arabayı çekiyor gidiyor, arkadakiler de onu takip ediyor. İstisnâî bir nezâket. Manevî bir nezaket, tasarruf.

- Hırçınlaşmalarda bile Rasûlullah hakem oluyor efendim. Hemen "Sallu alennebî" diyorlar.

-Sonra işte onlarda küfretmek falan yok, ben hiç duymadım.

- Rasûlullah'ın hukuku herşeye hakim, değil mi efendim?

-Evet, oradaki zevk, aşk ve vecd çok farklı oluyor. İnsandaki ruh hali de farklı oluyor. Aynı insan burada değişiyor, orada değişiyor. Orada daha rûhânî bir havaya giriyor. Orayı terkedip buraya, İstanbul'a gelince, o ruh halini muhafaza edemiyor.

- Rasûlullah Efendimiz ile bizim aramızda 14 asırlık bir zaman farkı var. Sanki diyorum, bu zaman farkını kapatabilmek için, Rasûlullaha komşu olma arzusu insanı kamçılıyor herhalde.

- Şüphesiz mücavir olmak daha şerefli birşey. Herkes oraya tahammül edemez, sıkılır. İklim bakımından, maddi bakımdan, tabii bir çok hukuki zorluklar gösteriyorlar. Meselâ adam çocuğunu orada okutamıyor. Başka yerde okutacak. Ona rağmen göğüs geriyor, kalan kalıyor.

- Efendim seyr ü sülûktaki rabıta, Rasûlullah'la beraberlik duygusunu sağlayan bir disiplin midir? İnsanın ruhunda, o terbiyeyi uzakta da olsa, araya zaman da girse, sağlayan bir disiplin midir rabıta? Fenafirrasûl nasıl gerçekleşir insanda?

- Merkez orası, yani Fahri kainat efendimiz olmuş oluyor. İnsanda aşkı ilâhî arttıkça derecesi, evvelce Cenabı Hak sonra Fahri Kainata olan aşkın derecesi, elinde olmayarak artıyor. Ama ne var, insan gene muhakkak rabıtasını Üstadımızın tertip ettiği şekilde yapacak. Rabıtada, Ravzada Rasûlullah efendimiz oturuyor; mihrapta arkası kıbleye doğru, yüzü cemaate karşı, yarım daire şeklinde Hacegân hazeratı O'nu takip ediyorlar. Üstadımızın rabıta tertibi bu. Ama ne var, başka zamanda da üstadını kalbinde bırakmak zorunda, sevecek muhakkak. Hatta murakabe dersinde dahi tamamen terkedilmez, derste bırakılır rabıta. Darda kaldıkça insan rabıtaya devam eder. Rabıta Fahri Kainat Efendimize doğrudan doğruya yapılamaz. Fakir onu bir defa ashabı suffede otururken denedim, bir iki saat bir hal geldi bana, tahammül edilebilecek gibi değil. Vücudum böyle zangır zangır, her zerrem böyle başladı hareket etmeye. O devam etse insan tahammül edemezdi. Çünkü herşeyin âdâbı var. Böyle kalsa insan boğulur gider.

- Bu hadise efendim, Sâmî Efendim üstadımızın sağlığında mı oldu?

- Sağlığında oldu. Rabıtada elde edilecek neticeyi verecek olan yine Cenabı Hak. Bir kuluna kuvvetli sevgi verirse Cenabı Hak, onun rabıtası kuvvetli olur; sevgi zayıf olursa, o kadar gayret de etse olmuyor. Ya da bazıları gibi, "Ben on senedir, yirmi senedir intisablıyım, ama bir türlü tutturamıyorum rabıtayı" diyor. İşe tam tatminkâr olupta, sevgi olmayınca, tabii, zayıf oluyor. Maddi hayatta bile insan, herhangi bir şeyi sever -hayvan, kadın vesaire- kalbinden atamaz onu bir türlü. İyice yerleşti mi o, imkânı yok, yatarken uyurken, helâda, her yerde hep öyle onu hatırlar. Rabıta da iyice inkişaf etti mi o hale gelir. İnsan şeyhine rabıtalı olduğu zamanlar daha ziyade edebini muhafaza eder, ağzından çıkan söze dikkat eder, yatarken dikkat eder. Ama o rabıta zayıf oldu mu, dikkat edemez. Zaten intisab eden bir insanın tekâmül edip etmediği bazı hadiselerde görülür. Rabıta teslimiyetin kuvvetine göre oluyor.

- Efendim Ramazan aynı zamanda Kur'an ayı. Seyr ü sülûke başlamış kişinin hayatında Kur'an ne kadar yer almalı? "Seyr ü sülûkun ilk zamanlarında müride Kur'an okutulmaz, daha sonra okutulur" diye bir şey söyleniyor. Bu nasıldır? Ama daha genelde bir insanın hayatında Kur'an nasıl olmalı, nasıl yer almalı?

- Şu vardır tabii, gafilane okumaktansa, onu daha uyanık olarak okutmaya gayret ederler. O da işte seyr ü sülûke kendini verip te kalp uyanırsa ALLAH'ın izniyle, o zaman okuduğu Kur'an-ı Kerim'in mânâsını daha iyi anlar ve daha iyi çözer. O bakımdan işte, yeni başladığı zaman üç-beş ay Kur'an-ı Kerim okumasını tehir ettirirlermiş. Yoksa iş kıvama girdikten sonra okusun da okusun, okusun da, okusun. Ama ne var; bilerek, içten, o ruhu sezerek okur. Bazıları vardır çok Kur'an-ı Kerim okur, hatta ben şu kadar okumazsam diye ileri geri konuşur. İlle ben günde yirmi cüz okuyacağım diye bakıyorsun, gelişi güzel mırmırmırmır diye böyle gider. Keşke böyle yirmi cüz okumasa da bilerek iki sahife okusa daha faidelidir.

Hakikaten Kur'an-ı Kerim insana inşirah verir. Hatta benim gözlerim o kadar seçmiyor, sabahları teyipten takip ediyoruz. Her gün yarım cüz dinliyoruz. Yarım cüz de adeta beş dakika sürmüyor. Akışı çok güzel.

Sonra, Cenabı Hakk'a giden yollar nihayetsiz. Bazı insan vardır, Kur'an-ı Kerim'i çok okur, oradan Cenabı Hakk'a takarrub eder, yükselir. Kimisi daimi zikrullah halinde, kimisi daima salavatı şerife getirir, kimisi daima hayır işleri yapar. Herkesin yolu kendine göre ayrı. Hepsi de faideli, ille şu ibadet yapacaksın diye onda da bir hudud yok.