๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 10 Ekim 2010, 10:56:37



Konu Başlığı: Kur’ân Perspektifinden Kadın
Gönderen: Eflaki üzerinde 10 Ekim 2010, 10:56:37
Kur’ân Perspektifinden Kadın

İslâm’a göre kadın-erkek, bir bütünün birbirlerini tamamlayan parçalarıdır. Biri olmadan, diğeri eksik ve yarımdır. Her bakımdan iki cins de birbirine muhtaçtır. Bu yüzden kadın erkek iki cins birlikte dünyaya gelmişler, hayatı birlikte paylaşmışlar, Yüce Yaratıcı’nın emirlerine birlikte muhatap olmuşlar, sonunda kendilerine yasaklanan meyveyi beraber yemiş ve birlikte Allah’a tevbe etmişlerdir. Bu birliktelik bu dünyada devam ettiği gibi âhirette de sürecektir. Nitekim kadın ve erkeği, bir bütünün iki parçası olarak tanımlayan Peygamberimiz, “Kadınlar da erkeklerin parçalarıdır, onlar gibidir”1 buyurarak kadınların, yaratılış ve tabiatta erkekler gibi olduğuna dikkat çeker.2 Tabiîdir ki kadın erkek, bir bütünün iki parçalarıdır, ancak bu, her iki parçanın birbiriyle her bakımdan aynîliğini gerektirmez. Her iki cins arasında fizikî ve ruhî birtakım farkların olduğu ortadadır ki bu farklılıklar, iki cinsten birinin diğerine üstünlüğü anlamına gelmez, belki bu farklılıklar her iki cinsin görev ve sorumlulukları bakımından büyük anlam taşırlar. Buna göre ne erkek kadının biyolojik olarak gelişmiş şeklidir ve ne de kadın erkeğin az gelişmiş şeklidir. Cinsiyet farkı, tamamen İlâhî irade ile belirlendiği ve bu konuda beşerin herhangi bir müdahalesi söz konusu olmadığından, tek başına bir üstünlük sebebi olamaz.

Kur’ân-ı Kerîm, insanı muhatap alır ve tüm insanları eşit görür. İslâm’ın isteklerine muhatap olma bakımından kadın bir insandır ve erkekle eşittir. Kur’ân, Allah katında üstünlüğün ancak takva ile olacağına dikkat çeker.3 Takva ise, Yüce Allah’ı hesaba katarak yaşamaktır. Nerede ve hangi şartta olursa olsun, insanın Allah bilinci içerisinde olması onu takvalı olmaya götürür. Bu üstünlük yarışında, kadın da aynı konumdadır.

Kur’ân’ın hedef gösterdiği bu yarışta başarılı olmak ise öncelikle Kur’ân’ı doğru anlama ve onun gereklerini yerine getirmeye bağlıdır. İlk dönemden itibaren kadınlar kendilerini Kur’ân’ın muhatabı olarak kabul etmişler, onu anlamak ve gereklerini yerine getirmek için gayret etmişlerdir.

Kur’ân, Arap dilinin kuralları gereği, genel olarak söylemini müzekker zamirler üzerine kurmuştur. Şöyle ki onun bütün insanlara yönelik genel çağrılarında erkeklere hitap eden kalıplar kullanılmıştır. Örneğin yüze yakın âyette geçen “Ey iman edenler” kalıbı, erildir ve “Ey iman eden erkekler” anlamınadır. Ama bu kullanım, tağlib sanatıyla4 erkekler gibi kadın cinsini de içerisine alır. Sözgelimi Hz. Meryem’den övgüyle bahseden ayet “O, gönülden itaat eden (erkek)lerle beraberdi”5 ifadesiyle sona erer. Bu anlatım, Arap dilinin özellikleri ile ilgili bir durumdur. Bu kullanım ilk dönem Müslüman hanımlarının da dikkatini çekmiş olacak ki, Peygamberimiz’den bu konuda açıklama istemişlerdir.

Peygamberimiz’in eşlerinden Ümmü Seleme annemiz, Peygamberimiz’e yönelttiği şu sorusu ile konuyu dile getirmiştir: “Ey Allah’ın Peygamberi! Yüce Allah’ın hicret konusunda kadınları zikrettiğini duymuyoruz. Neden bu konuda hep erkek kalıplar kullanılmıştır?”

Onun bu sorusu üzerine Yüce Allah şu âyeti indirmiştir:6 “Sizden erkek olsun kadın olsun, hiç birinizin amelini boşa çıkarmayacağım. Zaten siz birbirinizdensiniz.”7

Yine Ümmü Seleme, evinde bir gün saçlarını taratırken Hz. Peygamber’in (s.a.s.) mescidden “Ey İnsanlar” diye seslendiğini duymuş ve saçını taramakta olan kadına “Bırak sonra tararsın.” demişti. Kadın, “O erkekleri çağırıyor, kadınları değil” deyince de ona “Ben de insanım, biz insan değil miyiz?” diyerek Peygamber’i dinlemeye çıkmıştır.8 Görüldüğü üzere Ümmü Seleme annemiz, Peygamberimiz’in ey insanlar çağrısını duyunca, kadın olarak kendisinin de bu hitaba dâhil olduğunu düşünmüş ve ona icabet etmiştir.

Ensar hanımlarından Ümmü Umare yahut Esmâ binti Umeys yahut Ümmü Seleme Peygamberimiz’e gelip şöyle demiştir: “Bakıyorum da her şey erkeklere, kadınlar hiçbir konuda anılmıyorlar? Niye Kur’ân’da bizler de erkeklerin anıldığı gibi anılmıyoruz?”9

Onun bu sorusu üzerine şu âyet inmiştir:

“Müslüman erkekler ve Müslüman hanımlar.. imanlı erkekler ve imanlı hanımlar.. itaatkâr erkekler ve itaatkâr hanımlar.. doğru, dürüst erkekler ve doğru, dürüst hanımlar.. Allah, onlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”10

Esmâ binti Yezid, Hz. Peygamber’e gelerek şunları söylemiştir: “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın peygamberi! Ben, sana kadınlar adına geldim. Allah, seni kadın erkek herkese peygamber olarak gönderdi. Biz kadınlar da sana ve Rabbine iman ettik. Bizler, evlerimizin temeli olup erkeklerin şehvetlerini tatmin ederiz, çocuklarını taşırız. Bizler evlerde kapalı kaldık. Siz erkekler ise cemaate çıkar, Cuma kılar, hasta ziyaret eder, cenazeye katılır, tekrar tekrar hac yapar, cihad edersiniz. Bu yüzden siz bizden faziletlisiniz. Biz ise, siz bu işleri yaparken mallarınızı korur, elbiselerinizi diker, çocuklarınızı terbiye ederiz. Ecir ve hayırda biz de size ortak mıyız?” Kadının bu sözleri üzerine Peygamberimiz arkadaşlarına dönüp “Dini konusunda bundan daha güzel problemini ortaya koyan bir kadın gördünüz mü?” dedikten sonra kadına şöyle dedi: “Esmâ, git kadınlara bildir: Sizden birinizin kocasına iyi davranması, onun hoşnutluğunu kazanmaya çalışması erkekler için saydığın şeylerin hepsine denktir.”11

Aynı çerçevedeki bu rivayetler, ilk dönem kadınlarının Kur’ân âyetleri ile her türlü soruyu Peygamber’e rahatlıkla sorabildiklerini ortaya koymaktadır. Adı geçen hanımların sorusu üzerine, bu âyetlerin inmiş olması ise, Yüce Allah’ın onlara verdiği değeri net bir biçimde göstermektedir.

Kur’ân’ı okuma, onu doğru anlama ve gereklerini yerine getirme konusunda ilk dönemden itibaren kadınlar da erkekler gibi üzerlerine düşeni yapmışlardır. Şu birkaç örnek bile bu söylediklerimizi anlatmaya yeterlidir:

Amre binti Abdirrahman, minberden Cuma günü hutbe okurken Kâf sûresini Hz. Peygamber’in ağzından öğrendiğini söyler.12

Eşleri, Peygamberimiz’in yanında rahatlıkla fikirlerini söyleyebilir, onunla istişare eder ve müzakere ederlerdi. Hudeybiyye anlaşmasının yapıldığı sene, ağaç altında Rıdvan Biati yapılınca Hz. Peygamber, “Ağacın altında bana biat edenler, İnşâallah cehenneme girmez.” buyurmuştu. Orada bulunan Hafsa Annemiz, “İyi ama ey Allah’ın Rasülü! Yüce Allah, ‘Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir sözdür.’13 buyurmuyor mu?” diye sormuştu. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bir sonraki âyeti okuyarak ona cevap vermiştir: “Sonra Biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız, zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.”14 Bu olay15 hem eşi Hz. Hafsa’nın geniş Kur’ân kültürüne ve hem de dinî bir konuda fikirlerini rahatlıkla Peygambere söyleyip onunla tartışabildiğine tanıklık etmektedir.

İfk hâdisesinde Hz. Âişe, Peygamberimiz’e şöyle cevap verir: Ben yaşı küçük bir kadındım, Kur’ân’ın büyük bir kısmını ezbere okuyamıyordum. Bu sebeple şöyle dedim: Vallahi ben size nasıl bir örnek getireceğimi bilemiyorum. Sadece Yusuf peygamberin babasını örnek alıyor ve tıpkı onun gibi diyorum: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak tek merci Yüce Allah’tır.”16 Bu rivayet de Hz. Âişe’nin, zor zamanlarında Kur’ân kıssalarını kendi hayatına uyarlayarak başına gelenlere sabredip Kur’ân’daki peygamber dualarıyla dua ettiğini göstermektedir. Gerçekten de onlar, yaşadıklarını öncelikle Kur’ân aydınlığında yorumlamaya çalışıyorlardı.

Hz. Âişe, Peygamberimiz’e bir âyet indiğinde, onun ifade ettiği helâl haram, emir ve yasağı iyice öğrenmeye çalıştıklarını söyler.17 Nitekim Hz. Âişe, “Yerin başka bir yer, göklerin başka göklerle değiştirileceği gün”18 âyetiyle ilgili olarak “Bu sırada insanlar nerede olacak?” diye sormuş, Peygamberimiz de şöyle cevap vermiştir: “Bunu senden önce bana hiç soran olmadı, o gün insanlar sırat üzerindedirler.”19 Yine Hz. Âişe, ölü, ailesinin arkasından ağlaması sebebiyle azap görür, şeklindeki rivayeti, Kur’ân âyetleriyle reddediyor ve şöyle diyordu: Size bu hususta Kur’ân yetmiyor mu? Kur’ân’da şöyle buyurulur: Hiç bir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez!20

Peygamberimiz’den (sallallahü aleyhi ve sellem) 2.210 hadîs rivayet ederek en çok hadîs rivayet edenlerin arasında yer alan, kendisine iftira edildiğinde aklanması için hakkında on altı âyet inen21 Peygamberimiz’in sevgili eşi Hz. Âişe ve diğer eşi Hz. Hafsa, bütünüyle Kur’ân’ı ezberleyen hanımlardandı.22 Zeyneb binti Kays isimli hanımın, azatlısının oğlu büyük müfessir es-Süddi’nin yetişmesine büyük katkısı olmuştur.23 Sahabi hanımlar arasında yirmi kadar kadın hukukçunun ismi geçmektedir.24