๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 09 Aralık 2010, 16:22:43



Konu Başlığı: Köleler boyun eğmek zorunda değildir
Gönderen: Ekvan üzerinde 09 Aralık 2010, 16:22:43
        Köleler boyun eğmek zorunda değildir

Mevcut sistem içerisinde yaşayan insanlar olarak bugün hepimiz, sistemin kitleleri köleleştirme gayretinden nasibimizi almış bulunuyoruz Bir başka ifadeyle sistem, ekonomik, siyasi ve askeri organizasyonlarıyla hepimizi çepeçevre kuşatmış durumda Bu bağlamda bugün halkın, beslenme, barınma, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçları mevcut sistem tarafından alenen ipotek altına almıştır Bunun yazı sıra sitem, Firavun misali topluma kendi resmi din anlayışını dayatmaktadır Yani sistemin takdir ettiği oranda gayri safi milli hasıla'dan pay alacaksınız, sistem lütfederse başınızı sokabileceğiniz bir konut sahibi olacaksınız, çocuklarınızı Milli eğitim'e emanet edeceksiniz, sistemin sosyal kurumlarına (!)
ödemenizi yaptığınız müddetçe de sağlık ihtiyaçlarınız şu veya bu şekilde karşılanacak Hepsinden de önemlisi efendilerinizin öngördüğü şekilde inanacaksınız Bilal, Daru'n-Nedve'de imanını açığa vurduğunda Ümeyye b Halef'in söylediği şu sözler manidardır : "Unutma Bilal, sen benim kölemsin, seni satın aldığımda ruhunu da satın aldım, terbiye etmesini bilirim !" Dolayısıyla bugün yaşananlara baktığımızda aynı zihniyetin tasallutu altında bulunduğumuzu görüyoruz


Tarih bize, kölelerin bu durum karşısında iki tür davranış biçimi sergilediklerini göstermektedir : İtaat ve mücahede O halde bugün, iki ayrı tercih hakkına sahibiz : Ya efendilerimizin (!) karşısında boyun bükeceğiz ya da cihad ruhuyla hareket edeceğiz Ancak işin zor kısmı bundan sonra başlıyor İçinde bulunduğu durumun farkına varan insan, bu aşamadan sonra öncelikle tercihlerinin beraberinde ne getireceğini düşünmeye koyuluyor Efendilerine itaat etmesi halinde şöyle ya da böyle karnını doyuracak ve hayatını idame ettirecektir Başkaldırı halinde ise efendilerinin gözünde hedef tahtası haline gelecek, işkence, açlık, sefalet ve hatta ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır Bir başka ifadeyle ya onursuz bir biçimde yaşam sürecek ya da onurlu bir mücadele vererek her türlü musibete göğüs gerecek, nihayetinde ise seçim yapma hakkına sahip hür bir insan olarak yaşama veda edecektir Sahih bir inanca sahip olmayanlar için onursuzca da olsa karnını doyurmak, efendilerinin takdir ettiği ölçüde dünya nimetlerinden faydalanmak ve hepsinden de önemlisi hayatın idamesi esastır Lakin Allah'a ve ahiret gününe inananlar için durum bundan oldukça farklıdır İşin ilginç yanı, tarih boyunca sahih bir inanca sahip olmayanların arasından da hayatlarını ortaya koyarak bu uğurda sonuna kadar mücadele veren insanların çıkmış olmasıdır; adalet aşığı İran'lı Mazdekiler *, Spartaküs'ün peşine takılan köleler, Bedreddin'in yanında yer alan Sakız'lı Rum gemiciler ve Yahudi esnafları ** Örnekleri çoğaltmak mümkün


Ancak ne yazık ki biz, bugün kendimizde cihad ruhuyla hareket edecek gücü bulamıyoruz Üstelik mensubu olduğumuz inanç itibariyle (İslam), zulmü bertaraf edecek tüm dinamiklere sahip olduğumuz halde Zira bu din bize, Allah'tan başkasına kulluk etmemeyi, Allah yolunda mallarımızla ve canlarımızla cihad etmeyi, yeryüzünde fitne (zulüm ve baskı) kalmayıncaya ve yalnızca Allah'a kulluk edilinceye (din yalnızca Allah'ın oluncaya) kadar müşriklerle ve kafirlerle savaşmayı emretmekte ve yüce yaratıcı bizi yeryüzünde egemen kılacağına, inancımızı bizim için kuvvetle kökleştireceğine ve çekilen onca korku ve kaygıdan sonra bizi mutlaka güvenli bir duruma kavuşturacağına dair söz vermektedir (bknz Nur : 55) Dolayısıyla vahiy insanı özgürleştirmeyi esas alır, onu yalnızca Allah'ın kulu haline getirerek, başkaları tarafından boynuna dolanmış olan tüm zincirleri kırar ve onu kendi başına iş yapabilecek hale getirir


"Bir vakit Musa halkına : “Ey halkım !” demişti, “Allah'ın size bahşettiği nimetleri hatırlayın ki O, aranızdan peygamberler çıkarmış, sizi Melikler kılmış (kendi-kendinizin efendisi yapmış) ve dünyada başka hiç kimseye göstermediği lütfunu size göstermişti" (Maide : 20)


"Lafzen, “Sizi melikler yapmış” Müfessirlerin çoğunluğuna göre (mesela, Taberî, Zemahşerî, Râzî), İsrailoğulları'nın “efendiliği / melikliği”, onların Mısır'daki köleliklerinden sonraki özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına mecazî bir işarettir ve “melik / efendi” terimi burada “kendi işlerine hakim olan” ve bu nedenle seçtiği herhangi bir hayat tarzını serbestçe uygulayabilen “özgür kişi”yi ifade eder (Menâr VI, 323 vd)" *** Bu noktada İlahi kelamın bilgisine sahip olan Müslüman birey ve topluluklar, egemen şer güçlerin insanlığın boynuna vurduğu prangaları kırmaya yönelik bir misyon üstlenmek durumundadırlar

Öyle ki, bu aynı zamanda peygamber'in de (S) misyonudur : "o peygamber, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten yasaklar, onlara temiz ve güzel şeyleri helâl, pis şeyleri ise haram kılar Onların sırtlarına vurulmuş yükü indirip boyunlarına geçirilmiş zincirleri çözer O peygamber'e inanan, ona saygı gösterip onu destekleyen ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar; işte kurtuluşa erenler onlardır" (A'raf : 158)


Peki, bu din insanı kula kulluk etmekten kurtaracak her türlü dinamiği bünyesinde barındırmasına karşın bizim, sahih bir inanca sahip olmadıkları halde zulme karşı verdikleri amansız mücadeleyle tarih sahnesinde boy gösteren insan toplulukları kadar cesur ve etkili olamamamızın sebebi nedir ? Bu durum, dünya hayatına karşı duyduğumuz aşırı sevgiden kaynaklanmaktadır Sonradan sahip olduklarımızı kaybetme korkusu ve dünyaya tapıcılık Oysa Kur'an'ın ifadesiyle, "Bu dünya hayatı, bir oyun-eğlenceden ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir; ahiret hayatı ise Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için çok daha hayırlıdır" (En'am : 32) "Peygamber (S) ise şöyle söylemektedir : "Bu Bedir'in çocukları (Bedir'de savaşan sahabe) akıllı, uyanık ve beceriklidirler Onlar ki, Bedir'de öldürüldüler ve onlar ki, doğru dürüst ibadet etmeden, bir namaz kılamadan, bir oruç tutamadan cennet'e gittiler" Çünkü onlar yeni Müslüman olmuşlardı Henüz birtakım şeyleri öğrenme fırsatı bulamadan birden bire bir sorun ortaya çıktı ve kendilerini o sorunun içerisinde buldular Gittiler Bedir veya Uhud şehidlerinden oldular Dolayısıyla bu bir beceriklilik, akıllılık ve uyanıklıktır" (Ali Şeriati, 'Kendini Devrimci Yetiştirmek', shf 37) Biz ise bugün sürekli olarak teori geliştirmekte, söylem üretmekte ve karanlığa karşı sövmekteyiz "Çapımız bu kadar" diyerek kendimizi yetersiz görmekte, ellerimize ve ayaklarımıza vurulmuş olan zincirlerden başka kaybedecek hiçbir şeyimizin olmadığını idrak edememekteyiz Üstüne üstlük "Sayımız az, güçsüzüz" diyerek niteliği niceliğe kurban etmekteyiz Halbuki, "İslam, sayı azlığından dolayı asla darbe yiyici ve mahcup olucu değildir" (Hz Peygamber'in (S) Havazin seferine çıkacak 12000 silahlı Müslümana hitaben yaptığı konuşmasından - Ali Şeriati, 'Ne Yapmalı ?' shf 20) (Ayrıca bknz Bakara : 249, Enfal : 65-66)


Ancak ne yazık ki, Kur'an'a bütüncül yaklaşmak yerine parçacı bir anlayışla hareket etmek günümüz itibariyle adet halini almıştır 'Günümüz Müslümanı' Kur'an'a bakmakta (Dikkat edin ! 'Okumak' demiyorum) fakat ne hikmetse hergün yapraklarını çevirip durduğu kitabın içerisinde sürekli olarak hidayeti, takvayı, namazı, zekatı, orucu ve haccı görmesine karşın; kıyamı, hicreti, cihadı ve şehadeti görememektedir Daha da vahim olanı ise bu vurdumduymazlığın tedriciliğe fatura edilmesidir Bu nasıl bir tedriciliktir ki, geride kalan yaklaşık elli senelik zaman zarfı içerisinde bir aşamadan diğer bir aşamaya geçiş gerçekleşememektedir ? Oysa bütüncül yaklaşım içerisinde ne salatsız bir imanın ne de cihadsız bir hicretin hiçbir değeri yoktur Bunların tümü bir bütündür ve birbirinden ayrı düşünülmeleri mümkün değildir


Hal böyle iken, bugün halihazırda yürütülen çalışmaların öncelikli amacı, gerçek anlamda güç haline gelmek olmalıdır Zira mevcut dizilişi bozup onu yeniden kurmak ancak tam teşekküllü bir güç haline gelmekle mümkündür Aksi halde ağzı iyi laf yapan, oturduğu yerden onu bunu eleştiren, haftada bir gün sohbet için biraraya gelen, amaçsız ve anlamsız bir biçimde belde belde gezerek dost meclislerinde yer alan kuru kalabalıklar olmaktan öteye gidemezsiniz Bu durumda öncelikle samimi, akıllı, cesur (bedel ödemekten çekinmeyen), hak ve adalet aşığı insanlara ihtiyacımız var; akıl oyunları yaparak ayetler arasında gezinen, sürekli olarak teori, söylem ve eleştiri üretenlere değil !


Hasıl-ı kelam; cevaplanması gereken öncelikli soru şudur : Boyun eğmek kölelerin daimi kaderi midir ? Hayır ! Köleler boyun eğmek zorunda değildir; çünkü özgür de olabilirler Yeter ki, niyetler ve ameller salih olsun Zira "İnsana uğrunda çaba gösterdiğinin dışında başka bir şey verilmeyecektir" (Necm : 39)



alıntıdır