๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Eflaki üzerinde 10 Ekim 2010, 10:42:54



Konu Başlığı: Kişilik ve Din
Gönderen: Eflaki üzerinde 10 Ekim 2010, 10:42:54
Kişilik ve Din

Dünyaya teşrif eden insanoğlu, bir “tabula rasa” olarak, yani “hiçbir şey bilmez” (Nahl, 78)  olarak gelir. Daha sonra burada bazı şeyler öğrenir. “Taallüm” ve “tekemmül“ünü burada tamamlar. Bu taallümle tekemmülü ve insanın ruhî şahsiyetinin oluşmasını ise din tekeffül eder.

1-Ferdî farklar ve kişilik

Psikoloji, birtakım özel olaylardan genel kaidelere ve kanunlara gitmek ister. Ayrı ayrı olayların benzer taraflarını görerek değerlendirir ve bir kaide halinde sonuç çıkarır. İnsanlar şöyledir, şu gibi durumlar karşısında şöyle bir davranış gösterirler gibi. Halbuki ferdî farklar konusu, psikolojinin bu kaidelerine birer istisna getirir. Böylece bir noktaya kadar psikolojinin ilim olma iddiasına da gölge düşürür. Ancak, ferdî farklar konusundaki bildiklerimiz de psikolojinin bir başarısı olduğuna göre psikolojinin ilim olmasına katkısı da olmaktadır.

İnsanların parmak izleri ne kadar taklitten uzak bir orijinallik arzediyorsa, onların yüzleri ve ruhî kimlikleri olan şahsiyetleri de o kadar orijinaldir. İnsan, bu benzer ve farklı tarafları ile sosyal çevrede şahsiyetini ortaya koyar. Bu durum onun verasetle getirdiği özelliklere olduğu kadar, aile çevresinde, okulda ve içinde bulunduğu toplumda yaşadığı tecrübelere de bağlıdır.1

İnsanlar birbirinden farklıdır, bu fark onların derece derece zekâlarında, duygu ve heyecanlarında, özel kabiliyetlerinde vs. kendini gösterir. Aynı durum ve şartlar altında farklı duyuş, düşünüş ve davranış içinde bulunabilirler. Halbuki çoğu zaman biz, başkalarının da bizim gibi düşünmesini; aynı durum ve olaylar karşısında bizim gibi tavır takınmasını bekleriz. Hattâ başkalarını, bizim gibi düşünüp bizim gibi davranmadıkları için suçlarız. Bu yüzden kendimizi haklı, başkalarını haksız görürüz. İnsanlar arası ilişkilerde birtakım problemler de hep bu yüzden çıkar. Yani başkalarını anlayamamak yüzünden.

Eğer kendimizi dinlemeyi, bencil duygularımızı tatmin etmeyi bir tarafa bırakarak biraz da kendimizi başkalarının yerine koyarsak, meselelere ve hâdiselere o açıdan bakarsak, o takdirde farklı düşünce ve davranışların sebebini anlamak, insanlarla olan ilişkilerimizde daha yapıcı olmak mümkün olacaktır. Hedeflerin farklı istikametlerde olduğunu görerek sosyal bütünlük içerisinde kendimize tanıdığımız hakları başkalarına da tanımak suretiyle sosyal uyum sağlanmış olacaktır. Elbette bu durumun ferdî olduğu kadar sosyal bir yönü de vardır. Bu konudaki başarı tek tek fertlerin başkalarını düşünmeleriyle değil, bu fertlerin işbirliği halinde oluşturduğu sosyal uyumun bir sonucu olarak elde edilecektir. Yani mesele fertte başlasa da fertte bitmemektedir. Toplumun uyumlu bir yapıya sahip olması da gerekmektedir. Bu da fert olarak sağlıklı bir şahsiyet, toplum olarak da ahenkli, mütecanis (homojen) bir kültür ve toplum işidir.

Şahsiyet, ferdî farklar konusunun özünü teşkil eder. Çünkü her fert bir şahsiyete sahiptir demek; başkalarına benzeyen, onlarla ortak özellikleri taşıyan yönleriyle birlikte kişiyi diğerlerinden ayıran özelliklerin bulunduğunu da ifade etmektir. Bu bakımdan şahsiyet, “bir kimseyi başkalarından ayıran ve onu “kendisi” yapan devamlı özelliklerin meydana getirdiği yapı,”1a olarak tarif edilebilir.

Şahsiyetin bir sosyal, bir de ferdî yönü vardır. Buna kişinin toplum içindeki kimliği ile yalnız kaldığı zamanki kimliği de diyebiliriz. Sağlıklı bir şahsiyette bu iki yönün bir bütünlük arzettiği görülür. Bütünlük derken hem bir davranış uyumu, hem de bunun devamlılığı söz konusudur. Bunun için de gerek ruhî yapıda (duygu, düşünce, inanç, kanaat, motivasyon ve davranış) bir bütünlük, gerekse sosyal hayatta bir ahenk, toplumla uyum ve toplumla bütünleşme olmalıdır.

Şahsiyet gelişmesinde kişinin bir değişen, bir de değişmeyen, devamlılık arz eden yönü vardır.2 Bunlar bir denizin yüzeyi ve altı gibidir. Denizin yüzeyi zamanla çeşitli etkilere göre değişir, dalgalanır, ancak alt kısmı değişmez. “Can çıkar, huy çıkmaz,” ata sözü kişiliğin işte bu değişmeyen yönünü anlatmaktadır. Burada kişilikle yakından ilgili, çoğu zaman karıştırılan mîzaç ve karakter kavramlarından da bahsedelim: “Mîzaç dediğimiz zaman, insanın kendine mahsus heyecan halleri akla gelir; insanlar durgun, neşeli, sakin vs. mîzaçlı olurlar. Karaktere gelince, bu daha çok insanın ahlâkî tutum ve davranışlarını belirtir.”3 Şahsiyetin vasıfları ise çalışkanlık, doğruluk, sabırlılık, sorumluluk sahibi olmak, esprili olmak, saldırganlık ve utangaçlık gibi özelliklerdir.

2-Kişilik ve din ilişkisi

İnsanoğlunun maddî varlığı olarak bir bedeni, bu bedenin birtakım ihtiyaçları, özellikleri, istidat ve kabiliyetleri olduğu gibi; manevî varlığı olarak da bir ruhu, bu ruhun ihtiyaçları, özellikleri, istidat ve kabiliyetleri vardır. Kişilik deyince de bunların bir bütün olarak tezahürü söz konusudur. Gözünün renginden yürüyüş tarzına, anlayış seviyesinden duygu ve irâdesine kadar her şey bu kişilik kavramı içindedir.4 İşte bu yazımızda ruhî ihtiyaçlardan biri olarak dînin insan şahsiyeti üzerindeki etkilerini belirtmeye çalışacağız.

İnsanoğlu, tıpkı bir çiçeğin tohum olarak toprağa ekilmesinden bir filiz vererek topraktan çıkmasına; daha sonra gerekli bakım ve uygun çevre şartları altında gelişip büyümeye; nihayet bütün varlığıyla kök, gövde, dal, yaprak ve çiçek olarak ortaya çıkmasına; bütün renk, koku, ve özellikleriyle kendini göstermesine kadar, tohumunda bulunan potansiyel güçleri ve imkânları bir çevre ortamında gelişerek ortaya koyması gibi bir gelişim sürecinden geçerek kişiliğini bütün özellikleriyle ortaya koyar. İşte bu şahsiyetin gelişip her yönüyle ortaya konabilmesi için bütün ihtiyaçlarının karşılanması, gereken eğitimin verilmesi ve elverişli gelişim ortamının sağlanması îcab eder. Nasıl ki, çiçeğin gelişmesi esnasındaki birtakım ihmaller (suyunun zamanında ve yeterince verilmemesi, gübre ve ilâçların ihmâli gibi) o çiçeğin gereği gibi gelişmesini engellerse; insanoğlunun da gerek bedenî, gerekse ruhî ihtiyaçları ve gereken ilgi ve rehberlik ihmâl edilecek olursa onun kişiliğinin de gelişmesi aksamış, sağlıklı ve tam bir şahsiyet olarak bütün istidat, kabiliyet ve özellikleriyle kendini gerçekleştirememiş olacaktır. Yani şahsiyetinin bir tarafları eksik kalmış, bazı yönleri tam gelişmemiş olacaktır. İşte insanın temel psikolojik ihtiyaç ve istidatlarından biri de dindir. Bu ihtiyaç tam karşılanmaz ve bu İstidat tam geliştirilmezse kişinin bu yönü zayıf kalacak, bu yönü zayıf olan bir kişi de kendinden beklenen bazı görevleri gereği gibi yapamayacaktır. Sözgelişi, bacakları tam gelişmemiş, kemik gelişimi tam olmamış bir kimse nasıl normal yürüyemez, sağlıklı insanlar gibi ağır yükleri taşıyamazsa; sağlıklı din eğitimi almamış, dînî yönü tam gelişmemiş bir kişi de mesuliyet duygusu tam gelişmediği için kendinden beklenen sağlıklı ve güvenli kişiliği geliştiremeyecek ve gösteremeyecektir.

Çünkü din, kişiyi Allah’a bağlayan, O’nun irâdesine teslimiyetle hayatını disiplin altına alan, mesuliyetin, mükellefiyetin ve buna bağlı olarak fazîletin kaynağıdır.5 Kişi bu kaynaktan beslenerek sahip olduğu ferdî ve sosyal bir takım istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek faziletlerini zenginleştirecektir. Nerede fedakârlık yapacağını, nerede kendini ve sahip olduğu maddî ve manevî değerleri savunacağını dinden öğrenecektir. Yine hayatın manâsını, gayesini ve hedefini dinden öğrendiği gibi, aynı inanç ve aynı gaye etrafında toplanarak millet olmanın şuurunu ve gerektiğinde mukaddes bildiği değerler uğrunda ölmesini de dinden öğrenecektir. Din bir kültür, bir yaşama biçimi;6 sosyalleşmenin, birlik ve bütünlük içinde yaşayabilmenin mayası, esası ve harcıdır. Kişi dinle hayatının mânâsını kavrar, toplum ise dinle düzenini sağlar. Bu sebeple din, hem psikolojik, hem sosyal bir gerçektir.

İnsanın insanlığının nirengi noktası dindir. Din olmazsa insan, insanî özelliklerinin birçoğunu tam geliştiremez; duygu, düşünce ve irade arasındaki dengeyi kuramaz. Meselâ, kişi ne kadar menfaatçi, ne kadar fedakâr olacak? Hasbîlik, minnettarlık ve şükran duyguları nasıl gelişecek? Hırsını nasıl yenecek, kanaatkârlık (aç gözlülüğün zıddı, gönül zenginliği), hakkaniyete riâyet ve iz’an sahibi olmak nasıl mümkün olacak? İşte İnsanın bu yönlerini geliştirecek olan da dindir, Din böylece, fert ve toplumu hak ve hakîkat çizgisinde buluşturur, menfaat çatışmalarından ve anlaşmazlıklardan kurtarır.

“Kişilik ve karakterin oluşumu, doğuştan getirilen ve sonradan kazanılan çok sayıda faktörün etkileşiminin bir sonucudur. Genel olarak îmân ile kişilik arasında karşılıklı bir ilişkinin varlığı söz konusudur. Temelde dînî inanç, bütün kişiliği kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Olgunluk seviyesinde ve tam bir tutum halini almış olan îmân, kişiliği meydana getiren her şeyi kuşatabilen tek ruhî faktördür. Din, duygular, arzular, inançlar, dünya ve toplumla ilişkiler ve davranışlar içinde kendisini gösteren bütün psikolojik hayatı üzerine alır ve her bakımdan kişiliğe nüfuz eder. Aynı şekilde din, ferdin geçmiş hayatı içindeki en karanlık ve derindeki köklerini kavrar; en sürekli, en derin duygusal bağları ele geçirir ve üzerinde aklın karar vermek zorunda olduğu daha büyük tecrübeyi meydana getirir. Böylece mümin, tutum ve davranışın bütün görüntülerini birleştirmeye ve bir yapıya kavuşturmaya yönelir. Yapı, kişiliğin değişik alanlarını bir merkez etrafında birleştirerek toplayan hiyerarşik bir örgüttür. İşte din, kişiliğin yapısına yön veren temel tutumu etkiler ve belirler. Benimsenmiş dînî inançlar, ferdin kişilik yapısında bir bütünleşme meydana getirme gücüne sahiptir. Dînî tutumlara bütünleşme gücünü veren şey, Allah’a îmândır. Allah’a îmânın, hayatın bütün parçalarının ve insan faaliyetlerinin her birinin uygunlukla tamamlanıp birleştiği kişilik bütünleşmesini sağlayan psikoloji; insan tabiatındaki zaaf noktalarını ve aşırılıkları dengeleyen ahlâkî etkisini çoğu inananların kendi hayatlarında tecrübe etmiş olduklarını ifade edebiliriz. Îmân kişide yapılanınca, sürekli ve etkili bir motivasyon faktörü olarak, davranışlara kendi bakış açısını benimsetir. Kişi, dinin çerçevesinde kendini bir biçime sokmaya başlamasından itibaren, küçük ya da büyük birçok olumsuz etkiler karşısında îmânını koruyacaktır.

İmân ile kişilik arasında genel olarak karşılıklı bir ilişkinin varlığı müşahede edilmektedir. Dînî inancın kişi tarafından benimsenmesindeki kuvvet derecesi ile, o ferdin kişiliğinin genel yapısı üzerindeki etkisi dikkate değer bir olgudur. Aynı şekilde, kuvvetli ve sağlam kişilik yapısına sahip kimselerin de güçlü inançları olduğu müşahede edilmektedir.”

Bu genel girişten sonra, şimdi de dînin kişiliği etkileme sürecinde hareket noktası olarak mesuliyet duygusu ile dînin ilgisini belirtmeye çalışalım.