๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Kasım 2010, 14:58:09



Konu Başlığı: Kırmızı ipli mavi boncuklu kolye
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Kasım 2010, 14:58:09
Kırmızı İpli Mavi Boncuklu Kolye

 
Mavi boncukları vardı, yıllardır bir kutunun içinde duran. Hoşuna gidiyordu rengarenk boncuklu kolyeler

Genç kız sahip olduğu boncukları ipe dizip bir kolye yapmaya karar verdi. Arıyor ama boncuklarını takacak sağlamlıkta ve ona uyacak renkte bir ip bulamıyordu evde.

Sabırsızlanıyordu. Sonunda boncuklarını sağlam fakat kırmızı renkte ipe dizerek düğümler atarak farklı tarzda bir kolye oluşturdu. Oluşturduğu bu kombinasyon ilk etapta göze hitap etmesede, boynuna taktığı anda uyumsuzluklardan harmanlanan takının hoşluğunu fark etti, kırmızı ipli mavi boncuklu kolyede…

"Demek ki her şey uyumlu olduğu ölçüde güzel olacak diye bir şey yok. İnsan isterse uyumsuzluklardan da hoşa gidecek şeyleri yakalayabilir" diye düşündü.

Hayat felsefesi haline getirmişti uyumsuzluklardaki hoşluğu yakalayıp güzellikleri görebilmeyi.

Felsefeye büyük ilgisi vardı. Filozofların birbirleriyle çelişir gibi gelen düşüncelerinden oluşan adlarıyla bütünleşen akımlarını benimsedi. Zamanla karakteri haline dönüştü tüm bu düşünceler.

Hayat,  zıtlıkların bir araya gelmesiyle yaşanan bir süreç değil miydi? Çocukluk hayalleri ve gençliğin her şeyi ben bilirimci hırçınlığının, hayatın gerçeklerinin karşısında beyaz bayrak çekmek zorunda kaldığı ve yaşlılığın güçsüz bedeninden doğan tecrübelerden oluşmuyor muydu? Gücün olduğu yerde tecrübe, tecrübenin olduğu yerde güç, bir arada olamıyordu nedense!

Irvin Yalom'un "Bu Günü Yaşama Arzusu " adlı kitabında john Gardner’in Grendel adlı kitabında geçen, alıntı şu cümle dikkatini çekmişti(John Gardner Sofinin Dünyası adlı kitabın yazarı)

"Alternatiflerin birbirini dışladığı, her "evet "için bir "hayır" olmasının gerektiğini” soyluyordu.

Yaşadıklarımız, hayır dediklerimizin sonucunda evet deyişlerimizin getirisi değimliydi? " Lailahe illallah"derken La diyerek diğer bütün ilahları red ederek tek bir yaratıcıya boyun eğmeyi kabullendiğimiz anlamına gelmiyor muydu? Evetin olduğu yerde hayır, hayırın olduğu yerde, evet birlikte olamıyordu ama ....

Neden insanlar müslümanım dedikleri halde, Allahın helal kıldığı bir takım nimetlerine de hayır demek zorunda bırakılıyordu. Yıllarca müslümanlar bir lokma bir hırka mantığıyla uyutulurken maddi güçleriyle gayri müslimlerin tahakkümü altında ezilmeye mahkum bırakıldılar.

İçi boş kanunların ateşli savunucuları oldular .Fazla uzak değil kısa bir zaman önce çamaşır yada bulaşık makinesinin kullanmanın mubah olup olmayışını tartışılır hale getiren tarikat şeyhleri,  insanların beynini hapsederek büyük düşüncenin önünü tıkamamışlar mıydı. .Tartışmalara yön veren şeyhleri topluluğa mikrofonla değil de kendi sesiyle hitap ederken İslam adına ne gibi bir mücadele(!) yaptığını düşünmüştü acaba.....

Bütün bunlar tarihte yaşanmış olaylar. Bir ülkede istedikleri kaosu oluşturmayı başardıktan sonra molla kıyafetlerini bir kenara atarak uçağa binip uşaklığını yaptıkları ülkelere yerleşen nice casusların hayatını okuduk. Cemal Kutay'ın Sait Kuşçu Lawrenc'ekarşı kitabında olayların iç yüzü tüm çıplaklığıyla sergiliyor. İslam’ı yaşamaya evet diyorsanız, Allah’ın helal kıldığı dünyevi nimetlere de hayır dememiz gerektiği şeklinde skolastik orta çağ düşüncesi İslam toplumlarına aşılanmaya çalışıldı. Bugün, tarih mubah olan evlilik hayatına sözüm ona Allah adına yok demiş piskoposların, papazların mahzenlerde boğdurdukları bebek cesetlerinin ve sapıklıklarının ortaya çıkmasıyla çalkalanıyor.

Gerçek İslam’ın ve ülkelerin kültürlerinin birbirinden ayrılmayıp ta, kültürün İslam adına verilmeye çalışıldığı anlatılarda insan hayatında büyük çatlamalar oluşuyor. Bazen bu çatlaklar kapanmayacak çapta olabiliyor.

Yazımın bu kısmında yaklaşık iki yıl önce okuduğum Senegalli yazar Şeyh Muhammed Hamidukan'ın "Mahrem Macera" isimli kitabında anlattıkları geliyor aklıma.

Yazar, İslami yönetimi olan Diallobe ülkesini anlatıyor. Orada adı Samba Diolle olan bir gencin hayatı üzerinden bu ülkede insanlara verilen sözde İslami öğretilere değiniliyor.

Romana konu olan genç, Diallobe ülkesinin başbakanının oğlu. Bu genç o ülkede ülkenin başbakanının bile huzurunda saygıyla eğildiği şeyhe eğitilmesi için gönderiliyor.

Şeyh çocuğu, Kuran’ı yanlış okuduğu için kamçılıyor. Şeyh de, çocuk da bu acıdan ve acı verişten büyük manevi haz duyuyorlar. Nasıl bir şeydir bu anlamıyorum.

Sadistlik ve mazoşizim bu kültürde, öğretici ve eğitilende maneviyat duygusu altında yer buluyor. Şeyh bildiğimiz şeyhlerden sert yatakta yatıyor, yalnız bir farkla onun evi ülkenin en bakımsız çatısı sazlıklardan olan çok mütevazı bir yer.

Kendi kültürlerinden gelen öğretiyi İslam adına vermeye çalışıyor. Şeyhin eğitiminde olan medrese öğrencileri, hangi kesimden olursa olsun en eski kıyafetlerini giyinerek, ellerine aldıkları bir kapla her evden bir parça yemek dilenerek karınlarını doyurmak zorundalar. Sözüm ona bu onların kibirlerini kırmak benliklerini yok etmek adına verilen bir eğitim. Peygamber Efendimiz zamanına bakalım, böyle bir İslami eğitim nerede verilmiş?

İşte İslam kültüre değilde, kültür İslam’a harmanlanmaya çalışıldığında böyle trajikomik sahneler ortaya çıkıyor.

Sonunda Samba Diolle adlı genç halasının isteği ile ülkedeki yabancı okullarda eğitim görerek Fransa'ya kadar uzanan bir yolculuğa çıkıyor. Hayatı mukayese edebilecek ortamı bulduktan sonra İslam diye öğretilen hayattan kendisini soyutluyor.

Bu kitabı da okuduktan sonra şunu çok iyi analiz edebiliyordu genç kız. Zıtlıklardaki uyumu bulmak için önce neye inandığını çok iyi bilmesi gerektiğini

Geleneklerin ve İslami gerçeklerin nerede başlayıp nerede bittiğini gayet iyi anlayabilmeliydi ki yılar önce yaptığı kolyenin kırmızı ipi üzerindeki mavi boncukların uyumunu yakalayabilsin. Yıllar önce Mısırlı yazarların Said Havva Zeynep Gazali gibi "Müslüman Kardeşler Harekâtının "bizim kültürümüzle uyuşmayışı ile nedenli yoz kalışını gördük.

Zeynep Gazali’nin “Zindan Günlerini “yasamaya hevesli nice genç kızlar türedi.Kendi kadınlık fıtratlarından soyutlanarak erkeksi tavırlar sergileyip önlerine sunulan mücahide kadın profiline uymak istediler .Mücahide olmak sanki fıtrattan uzaklaşılması gerektiği gibi anlatıldı.Oysa hapishane hayatının bir kadının kendi güçleriyle bas edebileceği bir ortam olmadığını keşke çok daha önceleri kavrayabilselerdi…

İslam’ın tevhidi kanunları dışında bulunduğu kültürde birbiri ile zıt düşmeyecek bir uyumda olması gerekiyor. İran’daki yâda Arabistan’daki İslam kültürünü Türkiye’de ya da İngiltere’de uygulayamazsınız. Onun içinde İslam’ın gerçek öğretilerine evet derken başka kültürlerden bize İslam adına öğretilen değerlere hayır dememiz gerekiyor.

Sonuç olarak İslam’ın gerçek öğretileriyle kültürlerinin harmanlanmasını her toplum kendisi ile bağdaşır ölçüde gerçekleştirebilmelidir…


 
Ayşegül Köseman
 

 

 

 

 


Konu Başlığı: Ynt: Kırmızı ipli mavi boncuklu kolye
Gönderen: -merve-7d- üzerinde 28 Mayıs 2014, 11:05:50
Alıntı
"Demek ki her şey uyumlu olduğu ölçüde güzel olacak diye bir şey yok. İnsan isterse uyumsuzluklardan da hoşa gidecek şeyleri yakalayabilir" diye düşündü.
bencede doğru hayatta insanlar herşeyi birbirine uydurmaya bir uyum içinde yürütmeye çalışırlar fakat en iyisi insanın hayata uyması değil hayatın insana uymasıdır..