๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 14 Kasım 2010, 19:27:07



Konu Başlığı: Kırişna Buda Ne?
Gönderen: Zehibe üzerinde 14 Kasım 2010, 19:27:07
Kırişna Buda, Ne?


Doç. Dr. Süleyman Derin


Batı aleminde tasavvufa ilgi duyan bazı şahıslar Buda, Kirişna ve Allah’ın aynı varlık olduğunu ve bunlardan birine ibadet etmenin Allah’a ibadet etmek manasına geleceğini söylüyor, bu konuda ne dersiniz?

Küreselleşmenin de etkisiyle bugün dünyanın bir köşesinde ortaya çıkan bir inanç kısa süre sonra başka köşelerinde de baş göstermektedir. Başta Amerika olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde Mevlana ve İbn Arabi gibi tasavvvuf büyüklerini sevenler dernekler kurmuş ve zamanla bu sevgileri yeni bir dini inanış haline dönüşmüştür. New age (yeni çağ dini akımları) olarak isimlendirilen bu hareketler bazı dinlerin mistik öğelerini birbirleriyle harmanlayarak yeni bir inanç sistemi ortaya koymak istemişlerdir. Bu akımlar Amerika başta olmak üzere İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde hayli revaçtadır. Zira bu tür akımlar hem insanın nefsani arzularını sınırlandırmamakta, hem de onların maneviyat ihtiyaçlarını geçici bir süre de olsa tatmin eder gözükmektedir. Batı dünyası öncelikle Hristiyanlık gibi kendine ait dini ve ahlaki değerleri tüketmiş, şimdi de gözünü diğer dinlerin manevi değerlerinin içine boşaltmaya dikmiştir. Aslında bu tür hareketler yeni değildir, Ekber Şah zamanında Hindistan’da “din-i ilahi” adı altında Hıristiyanlık, Yahudilik, Hinduizm ve İslam’ın karışımından yeni bir din oluşturma gayretleri nasıl tutunamamış ise bu tür akımlar da, ne İslam’ın ne de gerçek tasavvufun yerini alamayacaktır.

İslam tasavvuf geleneğinden faydalanarak ortaya çıkan Yeni çağ dini akımlarının hem amelde hem de inançta İslam’ın temel esasları ile çeliştiği görülmektedir. Bu tür hareketlerin Kur’an ve sünnete ugyunluk gibi bir dertleri yoktur. Aslında bu hareketler bazı müslümanları etkilemeseydi onların bu hayat tarzları ve inançları hakkında konuşmak çok önemli olmayabilirdi. Zira dünyada pek çok İslam dışı hareket bulunmaktadır. Ne var ki bu hareketlerin bazı müslümanları etkilemesi ve onların inançlarını bozması kabul edilmez bir durumdur.

Sufilerin ilah anlayışı kelam alimlerinin ve ehl-i sünnet ve’l cemaat imamlarının anlayışıdır. Onlara göre Allah Teâlâ’nın Zâtını Buda ve Krişna gibi batıl Hint tanrıları ile aynı görmek açık bir küfür ve su-i edeptir.

Bu konuda sufilerin görüşünü İmam Rabbanî Hazretleri’nin şu sözleri ile özetleyebiliriz. “İyi dinle ve anla ki, bizim ve sizin ve hatta her şeyin, yerlerin, göklerin, ulvi ve süfli âlemlerin yaratanı, tektir. “Benzeri ve ortağı yoktur.” Şekilden ve benzerden, babalıktan ve çocukluktan münezzehtir. Onun bir şey ile birleşmesi, bir şeyde bulunmasını düşünmek çok çirkindir. Onu bir zaman ve mekânda düşünmek muhaldir zira zamanı da, mekânı da yaratan O’dur. O hep vardır. Varlığının ne başlangıcı ne de sonu vardır. Her iyilik ve yükseklik O’nda bulunur. O her tür kusurdan beridir. İşte bunun için mabûd olmağa, tapınmağa hakkı olan yalnız O’dur. Ram ve Krişna gibi Hint tanrıları onun en hakir mahlûklarıdır, onlar da kendileri gibi yaratılmış olanlardan dünyaya gelmişlerdir. Ram, Cesret’in oğlu Likehmen’in kardeşidir. Bir şahsa ardır hem de bin defa ardır ki Âlemlerin Rabbi olarak Ram ve Krişna’ya inana! (167. Mektup)

İslam dışı inanç ve amellerin tasavvufa girmesine engel olmak için sufiler tarikatlara silsile esasını getirmişlerdir. Bu sebeple onların tasavvuf anlayışı dini temelleri sağlam meşayih sayesinde günümüze kadar bozulmadan gelmiştir. Halbuki yanlış inanç ve uygulamaları ile ortaya çıkan dini hareketlerin hiç birinin makbul bir silsilesi ve dayanak noktası yoktur. Onların tek dayanak noktaları kendi sübjektif görüşleridir. Önceleri İbn Arabî ve Mevlana gibi tasavvuf büyüklerine karşı masumane bir sevgi ve beğeni olarak ortaya çıkan bu tutum, zamanla kendilerini dini bir alternatif olarak kabul ettirmeye çalışmaktadır. İslam sufilerinin gerek Müslüman gerekse de gayri Müslim insanlara hidayet kaynağı olması haddi zatında çok güzeldir, ama onlar Mevlana’nın tabiriyle oldukları yerde kalmamalı, İslam’ı ve tasavvufu kendi seviyelerine indirmek yerine onun yüksek seviyesine yükselmelidir. Bu sebeple tasavvuf sevgisi ile hareket eden bu tür hareketlerin özellikle müslüman kökenli müntesiplerine nezaketle hataları gösterilmelidir. Modern ve humanist görünme adına onların görüşlerini savunmak ve yaymak hatasına düşülmemelidir.