> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Kimliksizliğin okulu var mı?
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kimliksizliğin okulu var mı?  (Okunma Sayısı 625 defa)
29 Ağustos 2010, 14:22:06
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 29 Ağustos 2010, 14:22:06 »



Kimliksizliğin Okulu Var Mı?

Aydın yabancılaşmasında zevkçilikle başlayan sürecin toplumun bazı kesimlerini ötekileştirmeyle devam ettiğini, zevkçilikten sosyalizme, zevkçilikten heterodoksiye geçişi, aydınlar nezdinde Bektaşilik ve yabancılaşma ilişkisini, Melamilik ve yabancılaşma ilişkisini; bu unsurlar içinde Batıniliğin nasıl yapılandığını, Batıniliğin iç yüzünü, heterodoksiden masonluğa geçişi, erken dönemde pozitivizmi, Batılı müşrik formatlanışı, heterodoksi ve masonluktan pozitivizme geçişi, pozitivizmden sosyalizme geçişi, kozmopolit üst seçkinlerin zihniyet özelliklerini ve kozmopolitizmi, yozlaşma sonucu ahlakın işlevsizleştirilmesini, sonuçta çift kimlikli toplumun oluşumunu açıklamakta Mahmut Çetin; “Aydın Yabancılaşması” isimli kitabında…

    Aydın yabancılaşmasındaki keyfiyeti dönemler halinde ele alan Mahmut Çetin kesitler ve kareler sunmakta, yakın tarihin derinliklerinden değişime dair ciddi ipuçları vermekte. Osmanlı’dan başlayan değişim macerasını günümüze kadar taşınmakta ve kıyıya oturan bir gemi durumuna düşmüş aydının serencamı işlenmekte…

     “Bizim asıl ele aldığımız kesim üstseçkinler, bürokrasi ve tekelci sermaye içindeki heterodoks eğilimler ve diğer yabancılaşma düşüncelerinin dönem dönem Türk aydınını etkilemesi... Etnik veya inanç farkından ziyade bir zihniyet var karşımızda. Bu zihniyeti topyekûn yabancılaşma olarak ifadelendirebiliriz. Toplumları ayakta tutan şey değer yargılarıdır. Bu toprağın insanlarıyla hiçbir kültürel bağı olmayan Türkiye'deki küçük bir mutlu azınlık, değer yargılarımızı tahrip ederek toplumun geleceğiyle oynuyor. Bu ideolojinin hedefi özel olarak birey, genel olarak da toplum olmakla birlikte, kurum olarak hedef ailedir. Adeta bir yabancılaşma ideolojisiyle karşı karşıyayız. Yapılması gereken; yerli düşünceye mensup aydın tavrının öne çıkması. Halk üzerine düşeni yapabildiği kadar yapıyor. Halkın içinde ve önünde olan bir aydın tipi, mutlaka çözümler üreterek öne çıkmalı. Yahya Kemal'den başlayarak ifadesini bulan bir ekol, ‘değişerek devam etmek.’ Çözümlerini sert kararlarla, jakoben, ‘dır'lı cümlelerle değil, hayatın içinde arayışını sürdürerek ve geleneğin yorumlanarak modernize edilmesi tarzında bir yaklaşım. Tanpınar'dan Cemil Meriç'e ve günümüze kadar uzanan bir zincir. Bunun açılımları sol da sağ da olabilir” diyor yazar.

     Prof. Dr. Yümni Sezen ise “Çağdaşlaşma, Yabancılaşma ve Kimlik” isimli eserinde, günümüzde daha çok halk kesimlerinde yaşanan kültürel farklılaşmayı ve nitelik olarak da aydın bazında sosyolojik açıdan değerlendirmeler yapmakta ve konuya şöyle yaklaşmaktadır: “Toplumları, özellikle Türk toplumunu tahlil etmek, bilimsel kurallar ve metotlarla değerlendirmek artık zorlaşmıştır. Buna sebep değişme hızının artması değildir. Değişmeyi ve doğurduğu sonuçları tesbit ve tahlil etmek imkân dâhilindedir. Gözlemlerimiz tarafsız ve sağlamsa, ölçütlerimiz bilimsel ise ve tecrübelerden çıkarılmışsa, değerlendirmenin yapılamaz tarafı yoktur. Fakat bir ülkede aynı  anda dört mevsim yaşanır gibi, sosyolojik, tarihî, kültürel istikrara uymayan keşmekeş artmışsa, sürprizlerle başedemiyorsanız işiniz zor demektir.” demesine rağmen; “Herşey kötüye mi gidiyor? Başta Batı dünyası olmak üzere bütün toplumlar, bugünkü medeniyet dairesinin nimetlerinden istifade ile ilerlemiştir.

     Yeni metotlar, anlayışlar ve yeni teknolojilerle, birçok olumsuzlukların belini kırdık. Yeni yeni olumsuzluklar ürettik ama eskiye nazaran belli bir yere geldik. Türkiye de birçok ızdırabı  geride bırakmıştır. Milletleşme, istenilen seviyeye gelmemiş olmakla beraber, artık Hakkari’li ile Edirne’li, Trabzon’lu ile Muğla’lı birbirinden haberdardır, arzu edilen şuurda olmasa da, ilişki ve kaynaşma içindedir. Mahalli olan birçok şey millileşmiştir. Gaziantep ve Şanlıurfa’nın baklava, lahmacun ve çiğköftesi, Şanlıurfa’nın sıra gecesi, İstanbul’un Türkçe’si, Karadeniz’in horonu, çok sayıda kültür unsuru, normlar ve değerler, millet sathında bilinir, yapılır ve yaşanılır olmuştur. Milli şuur gelişmiştir. Vatanın bir ucundaki diğerinden, en azından haberdardır. Şikâyetlerimiz hiçbir şeyin istediğimiz şekilde ve olması gerektiği seviyede olmamasıdır. Daha önemlisi iyi ve güzel olanlar artarken,  kötü ve çirkin olanların da süratle çoğalmasıdır. Kötülükler de artık kolayca yayılıyor. Vatan köşeleri birbirinden haberdardır ama kötülüklerinin de farkındadır.” sözleriyle, ümitsiz olmadığını da vurgulamaktadır.

    Prof.Dr.Yümni Sezen’e göre, bazen gazetelerin haberlerinden aldığımız birkaç cümle toplumumuzu fotoğraflamaya yetebilir: “15 bin çocuk uçurumda...
18’inde yurttan atıldı, sokağa düştü... Tinere başladı, tecavüze uğradı... Karakolda işkence gördü... Ve “çarpık gecede” son nefesini verdi.

    Bazen de akıl erdiremez, fotoğraflayamazsınız. Çünkü bilenler ve sorumlular işin içindedir ve  öyle  bir yere saplanıp kalmışlardır ki, oradan onları söküp atamazsınız. Bunlara bugün “aydın” deniyor, “entelektüel” deniyor, “elit” veya benzer adlar veriliyor. Mesela Türk milletinin Hıristiyan, Musevi, Budist, Marksist veya ateist olmasından zerre kadar endişe ve rahatsızlık duymayıp, sadece Müslüman olmasından rahat-sızlık duyanlara, doğru dürüst bir anlam veremezsiniz. Bunlara hak verenler de çıkar. İşiniz, bazen daha da güçleşmiştir, çünkü tuz da bozulmuştur. “Genelev sahibi emekli albay”dır, “din dersi öğretmeni 13 yaşındaki kıza tecavüz etmiş”tir. “Polis esrar satmakta, mesaisinden sonra kapkaççılık etmektedir.” “Psikoloji eğitimi almış tecavüzcü ve pornocu öğretmen” eğitim sistemimizin içinde rol almıştır. Vali yardımcısı tacizle suçlanmaktadır. Tuzun bozulması tuz kayalarının tepesine kadar, yani devlete kadar çıkabilir. Ermeni asıllı genelev patroniçesi olan bir kadına birkaç yıl üst üste, ödediği vergilerden dolayı hükümet tarafından altın madalya verilebilmiştir. Daha çok kızımızı fuhuş listesine alsın, böylece daha çok vergi ödesin diye. Tuz bozulduğu gibi ölçütler (kriter) de kaybolabilir. O zaman neyin iyi neyin kötü olduğunu da fark edemezsiniz. Mevlâna der ki: “Ayar olmadıkça kalp ile halis altını seçmeye kalkışma.” En kaliteli ayar bilimdir. Çünkü tarafsızdır.

    Ülkemizde bilim değil ama sadece onun lafı ve tutkusu, o ayarı da bozmuştur. Bilimi istedikleri biçimde kullanmak isteyenler, akademik başköşeleri tutmuşlar, gerçekte hileyle meşguldürler. Hiçbir şey açığa çıkma-yacak zannındadırlar. Mevlâna’nın dediği gibi, “Hadi tutalım kendi hileni inkâr edersin, canını teraziyle aynadan nasıl kurtaracaksın.” “Kalp altının rengi halis altından on derece parlak olsa, ateşe karşı nasıl yüzü kara bir hale gelir.” Ölçütler sağlam olmalı, doğru olmalı, tarafsız olmalı. Tuzun kendisi bozulmamalı, ölçüt ortadan kalkmamalı. “Ayna bir şeye tamah etseydi, bizim gibi münâfık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi. Terazinin mala tamahı olsaydı, tarttığını nasıl doğru tartardı.” demekte Mevlana…

    Bizim kötü bir huyumuz da değiştirip, değiştirip atmayı sevmemizdir. Medeniyetimizi değiştiriveririz. Onunla kalmaz kültürümüzü bile değiştirebiliriz. Oysa yol bozulduğu zaman hemen terk edilmez, değiştirilmez, o yol tamir edilir, ayıklanıp temizlenir, genişletilir. Bozulmaya başlayan medeniyet  de terk edilmez, ıslah ve yenileştirme yoluna gidilir. Bizler bunu öğrenmesine öğreneceğiz ama dileriz ki çok geç olmaz.

     Çağdaşlık mı, istikrar mı, bunalım mı?

    ‘Çağdaşlığın kriteri var mıdır? Çağdaşlık ferdî bir dinginlik ve toplumsal bir istikrar aracı mıdır? Çağdaşlıktan ne kastedilmektedir? Çağdaş olmak insana hakikatin yolunu açar  ve insanı  mutlu eder mi?’ sorularının cevabı ise Yümni Sezen tarafından şöyle verilmektedir: “Gelelim değişme, çağ, çağdaşlık ile Hakikat arasındaki ilişkiye. Hakikat ve Doğru her an değişen şeyler değildir. Hiç değişmezler. Bütün değişmeleri doğru ve hakikat olan kuşatır. Her ânda ve her yerde mevcuttur. Bu bakımdan her yeni iyi, her eski kötü olamaz. Esas değişmenin kanunları, dayandıkları Mutlak tarafından ortaya konmaktadır. Bunlar aynı zamanda aklî gerçeklerdir.  2 kere 2; 4 eder, bir gerçektir ve çağa göre değişmez. Siz bunu kollu hesap makinesiyle hesaplarsınız, zihnen hesaplarsınız, elektronik cihaz veya bilgisayarla gösterirsiniz ki; işte değişen ve çağdaşlık dediğimiz, bu çerçevede anlaşılmalıdır. Yemek, içmek temelli bir ihtiyaçtır, fakat bununla ilgili oluşan kültür, zaman ve mekâna göre değişebilir ki, çağdaşlık bu noktada anlaşılabilir. Yemeği yerde ve elle yersiniz, masada ve çatalla kaşıkla yersiniz, yemek pişirme usulleriniz, katkı maddeleriniz yemek çeşitleriniz değişebilir. İlk insanlar sivri taşlarla adam öldürürlerdi, şimdi kimyasal silahla öldürüyorlar. Öldürme veya yardımlaşma fiili devam ediyor. O halde çağı aşan hakikatler vardır ve bunlar her çağ için geçerlidir. Belki bazı şeylerin ve hakikatlerin farkına varılması, zamana bağlı olabilir. Fakat o, önceden mevcut olmayan bir şeyin icadı değildir. Farkına varılmasıdır, keşfedilmesidir. Tabiat kanunları da böyledir. Çekim kanunu Newton’un icadı değildir. Suyun kaldırma kanunu da Arşimed’in icad ettiği değil, keşfettiğidir. Kanunun farkına varılması, insanoğlunun bu konuda şuurlanmış olması meselesidir.

    Öyleyse değişmeyen-değişen, mutlak- izafi, zamanüstü-zamandaş, çağlarüstü-çağdaş ilişkisi ve dengesi çok iyi algılanmalıdır. Gelenek ve devrim ilişkisi de böyledir. Hatalarımız işte bu noktada beliriyor. Herşey değişiyor zannediyoruz. Bulunulan çağ, ‘mutlak doğrular çağı’ gibi telakki edilebiliyor. Yanlış olan budur. Çağdaşlık belli, tartışmasız bir örnek ve model olamaz ve böyle bir model bulmak mümkün değildir. Demek ki çağdaşlaşmayı metot ve muhteva ilişkisi içinde anlamalıyız. Metotta yenileşme, çok dar düşünceleri hariç tutarsak, sorunsuz bir alandır. Teknoloji, onun esiri olmadıkça, hayatı, düşünceyi, kültür yükseliş ve yayılışını kolaylaştırıcı olduğ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kimliksizliğin okulu var mı?
« Posted on: 25 Nisan 2024, 13:26:48 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kimliksizliğin okulu var mı? rüya tabiri,Kimliksizliğin okulu var mı? mekke canlı, Kimliksizliğin okulu var mı? kabe canlı yayın, Kimliksizliğin okulu var mı? Üç boyutlu kuran oku Kimliksizliğin okulu var mı? kuran ı kerim, Kimliksizliğin okulu var mı? peygamber kıssaları,Kimliksizliğin okulu var mı? ilitam ders soruları, Kimliksizliğin okulu var mı?önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes