๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2010, 18:39:18



Konu Başlığı: Kimliği Netleştirmek
Gönderen: Zehibe üzerinde 03 Kasım 2010, 18:39:18
Kimliği Netleştirmek

Ahmet Taşgetiren


"Bana yüz gram İslâm ver, teneşirde bekleyen dedemin cesedini yıkatacağım."

"Bana elli gramlık İslâm lütfen, ninemin cenaze namazı için."

"Bana bir kilo olsun. Babam için mevlit okutacağım."

"Bana yarım ton lâzım. Seçimler döneminde iyi gelir... Bana beş yüz gram yeter, bizim partiye fazlası zarar verir."

"Bana İslâm'ın inanç kesiminden 250 gram olsun, içimi rahatlatmaya ihtiyacım var, ölüm korkusuna karşı."

"Bana sadece görüntüsü lâzım. Devlet yönetiminde halka karşı uyku hapı niyetine faydası oluyor."

"Bana âdet ve gelenek olarak gerekli. Ne de olsa çocukların eğitiminde bir boyut özelliği taşıyor."

"Bana ibâdet kısmı yeter. Dünyaya bu kadar bulaştıktan sonra, âhiret için belki emniyet supabı olur. Az da olsa orayı da düşünmek gerek."

"Aman bana biraz İslâm.Şu tehlikeli durumdan kurtulmak için çareler bitti."

DİN ANLAYIŞINDAKİ ÇARPIKLIK

1950'li yıllarda Cihan Baban;

"Köylerde ölü yıkayacak, cenaze namazı kıldıracak kimse kalmadı" diye dert yanıyordu. Din eğitimi konusundaki savsaklamayı vurgulamak ve halkın sıkıntısını dile getirmek için... Bu söz, aynı zamanda, dine bakış açısını da gösteriyordu bir kesimin.. "Ölü yıkamak için, din... Yukarıda değişik anlayışlar açısından ortaya konan "din gereği", ülkemizde din kavramının ne kadar deforme olduğunu da ortaya koymaktadır.

Din, ısrarla hayattan koparılmakta ve ihmal edilebilir alanlara hapsedilmek istenmektedir. Ancak, ölüm anında ısrarla hatırlandığına göre, demek ki, ölüm ötesi için de, mutlak bir garanti olarak görülmektedir. Ne demektir bu? Hayatta hep görülmez alanlara itmek, ölüm anında ise birinci plâna çıkarmak... Bu, hayatı ve ölümü gerçek anlamıyla kavrayamayışın, Allah inancını yeterince billurlaştırmamış olmanın, âhiret inancı ile dünya ilgisini sağlıklı bir şekilde bağdaştıramamanın, dinin Allah inancı ile ilgisini kafalara oturtamamanın, velhasıl dini tam anlayamamanın bir sonucudur. Elhasıl bu, dini bir kimlik belirleyicisi olarak değil, ihmal edilebilir bir kimlik işareti olarak görmektir. Daha açıkçası bir kimlik karmaşasıdır. Kimliğimizi neye göre dokuyacağımıza karar vermemek ve onu her türlü etkiye açık bir kırk ambara dönüştürmektir.

ALLAH İNANCI VE DİN

Öncelikle Allah inancı... Bütün dinlerin temelidir bu. İslâm da bu temel üzerine inşâ edilmiştir. Allah inancında sağlıklı bir çerçeve bulamayan insanın, ne hayatı, ne kâinatı, ne ölü-

mü, ne de ölüm ötesini çözümlemesi mümkün değildir. Kendisine sıhhatli bir sosyal yapı kurması da mümkün değildir. Çünkü sosyal yapının vazgeçilmez dokuyucusu olan dinin konumunun belirlemesi mümkün değildir.

Nasıl bir Allah inancı? İnsanı ve kâinatı bir kere yaratıp, ondan sonra "Ne haliniz varsa görün" diyen bir Rabb mi? Böyle bir Allah inancının hiçbir anlamı yoktur. İnsan zihninin soruları doymak bilmez böyle bir inançla... Dünya neden var, neden yaratıldı, Allah niçin yarattığının cevabı bulunmaz bu anlayışla... Allah'a -haşa- anlamsız bir fiil yüklenmiş olur.

Allah yarattı ise insanı ve kâinatı, bunun bir hikmeti olmalıdır. Allah insanı ve kâinatı bir kere yarattı? başıboş bırakmamıştır. Yaratışın hikmeti olduğu gibi, yaşatışın da hikmeti vardır. Aynı şekilde hayata son verişin de... Ölümün, kıyametin de... Allah, kâinatı yarattığı gibi, sürekli tedvir etmektedir. Sürekli hayat vermekte, iradesi ve kudretiyle hayata sürekli müdahil bulunmaktadır.

Kur'ân, böyle bir Allah inancını ortaya koyuyor. Öyleyse, kimliğimizi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak için, öncelikle Allah inancımızı Kur'ân ölçüsünde şekillendirmek gerekiyor.

Ancak bu inanç, "inandım" demekle bedeli ödeniveren bir dil olayı değildir. Bu inanç, insanın bütün hayatını kuşatan sonuçlar doğurur. Kalbden hayata yansıyan küllî bir şekilleniştir bu. Kur'ân onun için mü'mine "Hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi olan, eşi ve ortağı bulunmayan Allah içindir" inancını telkin eder. Bütün hayatı şekillendirecek bir inançtır Allah'a bağlılık.

Hayatın her alanında dinin belirleyiciliğini kabul etmeyen kendi inanç dünyasını testten geçirmelidir.

Allah inancının insan hayatını şekillendiren uzantısı dindir. Din, Allah'ın, insana verdiği hayat çerçevesidir. İnsan ve kâinatın varlığında, gayrı iradî olarak uyulan ilâhî buyruklar vardır. Buna "sünnetullah" diyoruz. Tabiatın uyduğu kanunlar sünnetullahın eseridir. Bizim nefes alıp vermemiz de öyle. İrade dışı cereyan eder bütün bu olaylar. Allah Teâlâ, insan için bir de irade alanı ayırmıştır, iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik kıstasları burada ortaya çıkar. Din de burada ortaya çıkar. Güzelliğin ölçüsü de, çirkinliğin ölçüsü de, iyiliğin-kötülüğün ölçüsü de, Allah Teâlâ'nın dinle belirlediği ölçülerdir. Nasıl Allah Teâlâ'nın ilâhlığı mutlak, ortak kabul etmez bir nitelik arzediyorsa, O'nun çerçevesinin belirlediği hayat tarzı, yani din de, mutlak değerler bütünüdür. Bu anlamda, din ile Allah inancı arasında doğrudan bir ilişki vardır.

ALLAH'IN KUDRETİNİ PAYLAŞTIRMAK!

"Allah'a inanıyorum ama, O'nun ilkelerini belirleyeceği bir din düşünemiyorum" demek, daha başlangıçtaki, yani Allah inancındaki sağlıksızlığın sonucudur. "Dünyayı yaratıp bir kenara çekilmiş, elini eteğini dünyadan çekmiş bir ilâh "inancı hem İslâmın ölçülerine uygun değildir, hem de hayata ve kâînata getirilen yorumlar açısından son derece tutarsızdır. Düşünce, öyle bir Allah inancından yola çıkarak bir adım ilerleyemez. Demek ki, Allah'a inanan, onun ilkelerini belirleyeceği bir dine de inanacak.

Burada bir diğer düşünce yanlışı, Allah'ın, ilkelerini belirleyeceği dini yeterli görmeyip, yeni ilke arayışlarına girmektir. "Namaz, oruç vs. gibi ibâdet alanını dinin düzenlemesine evet ama insan ilişkilerini, insanın tüm hayatını da din mi düzenlemeli? Hadi ikili ilişkileri de din düzenlesin, ama tüm bir sosyal hayatı da dine teslim edebilir miyiz? Hadi dinin sosyal hayattaki etkisini de bir miktar kabul edelim. Ya devlet? Dine müeyyide koyma hakkı da vermeli mi?" Bütün bu sorularda, din konusunda bir düşünce çarpıklığı vardır. Kur'ân'da, bu düşünce yanlışlığını belirtmek için, "Yoksa o kâfirlerin, Allah'ın izin vermediği bir dini kendilerine meşru kılan bir ortakları mı var?" sorusu yöneltiliyor. Kur'ân, din olayına, hayatı düzenlemenin müessesesi olarak bakıyor ve dini tesis yetkisinin tamamen bir "İlâhlık yetkisi" olduğunu bildiriyor. Demek ki, Allah'ın bir dini vardır. Tüm insanlar için ona uymak, onun ölçüleri içinde yaşamak gereklidir. Onun ilkelerini yeterli görmemek, yeni ilkeler arayışına girmek, insan için Allah yolundan çıkmak, Allah'ın ilmine ve hükmüne güvenmemek demektir. Bir sapmadır. Allah'a ortak koşmaktır. Bunun Kur'ân terminolojisindeki adı "şirk"tir. Kur'ân "dinin sadece Allah'a ait kılınmasını" gerekli görmektedir. Dinde doğru yol "Onu sadece Allah'a tahsis etmektir."Hayatımızda sadece Allah'ın belirlediği ölçüleri uygulamaktır. İnsanla ilgili bütün müesseseleri, ilâhî ölçülerle şekillendirmektir. "Allah'la beraber bir başka din koyucu", bir "ortak" arayışıdır Allah'a karşı. "Heva ve heveslerini rabb edineni görmedin mi? Hahamlarınızı ve papazlarınızı rabb edinmeyin." Bunlar Kur'ân'ın ısrarla vurguladığı hususlardır. Din koyuculuğa ister insanın kendi hevesleri özensin, ister yöneticiler özensin, ister ruhban takımı özensin, sonuçta yapılan, Allah'ın takdir alanına müdahaleye yeltenmektir. Buna insanın hakkı yoktur.

YA ÂHİRET İNANCI?

Meseleye âhiret inancı açısından baktığımızda da, hayatın ölçülerini belirlemenin sadece Allah'a ait olduğu sonucuna varmak gerekir. İslâm, öldükten sonra dirilme ve dünyada yapılanların muhasebesini, inanç manzumesinin önemli bir parçası olarak kabul eder. "Allah'a ve âhiret gününe iman" Kur'ân'ın, pek çok yerde birlikte andığı inanç umdeleridir. İnsan âhirette, dünyada, Allah'ın ölçülerine ne kadar uyduğundan hesaba çekilecektir. Yani Allah'ın dinine ne kadar uyum gösterdiğinden... Âhirette, koyduğu ilkelere uymadığımız için hesaba çekileceğimiz ikinci bir ilâh yok. Ne Fir'avn'ın ilkeleri, ne ruhbanın.. Ne nefsî heves ve arzularımız... Bunlar, insan için bağlayıcı değil. Hatta, Allah'ın belirlediği ilkelerle çatışıyorsa, insanın yasak alanları... Âhirete inanan bir insanın, kendisine dünyada, Allah'ın dininden başka ölçü araması, âhiretteki hüsranı şimdiden göze alması demektir. İnsanın, ebedî hayatı unutup "nerdesin helâk!" diye yokoluşa sığınmak isteyeceği bir hüsrandır bu...

Evet, Allah'a ve âhiret gününe inanan insan, dünyada, Allah'ın dininden başka din aramaz. Kimliğimizi dokuması gereken din de, Allah'ın dinidir.

Ancak, değerlerin allak-bullak olduğu bir çağı yaşıyor insanoğlu. Bir yanda Allah'a ve âhiret gününe inanç sözleri, diğer yanda Allah'ın dininden başka din arayışları. Allah'ın dinine karşı yargılamalar... "14 asır önceki ilkeler bu çağda..." diye başlayan değerlendirmeler... "Bu çağda bu kıyafet!" diye başlayan dini inkâr kıvılcımları... "Namazı şöyle yapsak, orucu böyle tutsak" şeklinde, dini didiklemeler... Dinin bir kısmını alıp, bir kısmını bırakma teklifleri... "Allah'ın hakkını Allah'a, Sezar'ın hakkını Sezar'a" felsefesi... Allah yanında bir de Sezar ilâhçılığı! Ezan'ın sesinden rahatsız olma, müslümanın sakalından ürkme... Camilerin fazlalığından şikâyet... Bunlar, eğer inançsızlığın ürünü değilse, derin bir kimlik bunalımının sonucudur. Faizli bir yapıyı, kaçınılmaz kabul eden, kendisini inanç yönünden de bir yoklamalıdır. Kişisel hayattan, en üst sosyal yapılanışlara kadar dinin belirleyiciliğini kabul etmeyen de, kendi inanç dünyasını, bir testten geçirmelidir.

İşte önümüzde kutlu bir ay vardır. Bu ayın bereketine, af ortamına, tevbe ortamına sığınarak, inanç dünyamızı bir süzgeçten geçirmek zorundayız. Âhirette, kesin hesabın görüleceği "Murdarın temizden ayırd edileceği" ortama varmadan bunu yapmalıyız. Çünkü orada her tarafı idâre etmenin imkânı yoktur, inanın.