> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Dini makale ve yazılar  > Kaza
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Kaza  (Okunma Sayısı 634 defa)
25 Kasım 2010, 14:50:23
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 25 Kasım 2010, 14:50:23 »



Kaza


“(Artık her) nefis önceden takdim ettiklerini ve ertelediklerini bilip öğrenmiştir.

Ey insan üstün kerem sahibi Rabbine karşı seni aldatıp yanıltan nedir?”(82/5,6)

Başı önünde, yüzü simsiyah kesilmiş bir şekilde, gözleri korkudan, gözleri utançtan, gözleri bir zamanlar bakıp da göremediklerini artık açık-seçik görmenin şaşkınlığı içinde düşündü insan…

Ne kadar da zor bir soruydu bu? Hayır, daha öncesinde karşılaşmamıştı böyle bir soruyla… Ve böyle bir soruyla karşılaşacağını da tahmin etmiyordu. Bundan dolayı onca şey bilmesine rağmen bunu bilemedi. Hem bilinecek, söylenecek ne kalmıştı ki?

Sadece hatırladı. Bir saman yığınının içine düşen küçük bir kıvılcımın her şeyi bir anda küle çevirmesi gibi bir iç yangınıyla hatırladı.

 “Bugün hatırladı. Ama bu hatırlamadan ona ne fayda?”  (89/23)

En ufak ayrıntıyı, ‘aman canım bir şey olmaz’ dediği şeyleri, unuttuklarını, sonra yaparım deyip yapmadıklarını… Her şeyi ama her şeyi…

Bazen kendisi de inanamıyordu yaptıklarına. Ağzı açık kalmış bir şekilde seyrediyordu. ‘Ömrüm’ diye adeta inliyordu baktıkça, ömrüm…

Gördüklerinden sonra anladı ki, aslında kendisinden bir yanıtta beklenmiyordu. Çünkü her şey ortadaydı. Bu hayatın hangi tarafından tutsan elinde kalırdı. Bu ömrü ‘güzel’ diye nitelendirmek mümkün değildi.

Halbuki dünyadayken ne çok kişi kendisine, yaşadığı hayata imrenirdi…Ve bu gururlandırırdı kendisini. Başı daha bir dik yürürdü yollarda. Yaptıklarının doğrululuğundan emin bir şekilde hırsla gece, gündüz çalışmaya devam ederdi. O an için hayatının en önemli olan şeyleri, şimdi nasılda düşmüştü gözünden. Keşke farklı şeyler yaşasaydı. Keşke başka türlü olsaydı… Keşke arkadaşının söylediklerini dinleseydi…

Hukuk fakültesinden birlikte mezun olmuşlardı. Çok samimi olmasalar da ara sıra görüşürlerdi. Derslerinde başarılı olduğu kadar sosyal hayatta da oldukça aktifti. Ne  zaman iyi bir şeylerden bahsetse ‘dünyayı kurtaracak adam’ diye dalga geçerlerdi kendisiyle.

“-Dünyayı değil ama kendimizi kurtarmakla sorumluyuz arkadaşlar!” diye ciddiyetini bozmadan anlatmaya devam ederdi.

Bir gün üniversitenin bahçesinde, arkadaşlar oturmuş hayallerini anlatıyorlardı. Oda ordaydı ve dikkatlice dinliyordu anlatılanları. Sıra kendisine geldiğinde bir soruyla başladı cümlelerine: “- Arkadaşlar affedersiniz ama kaç yıl yaşamayı düşünüyorsunuz?” Afallamıştık. Ne diyordu böyle? Şaşkın bakışlarımız altında devam etti sözlerine: “-Galiba her biriniz yudumlamışsınız a-bı hayat suyundan…Ölmeyi hiç düşünmüyorsunuz galiba...İşte bu yüzden unuttuğunuz bir şeyi hatırlatmak istiyorum size: Her birimiz küçükken nasıl doğduğumuzu merak ederdik değil mi? Leylek hikayeleri, yolda bulmalar…Neyse bunu sonrasında öğrendik ama bir şeyi daha merak etmeli değil miydik: Nerden geldiğimizi…Gözümüzü burada açtık ama öncesinde nerdeydik? Annemiz, babamız, dedemiz, ben, sen, o… Hepimiz nerdeydik? Kendi kendimize olmadık herhalde. İnsan eliyle doğduk lakin insan tarafından yaratılmadık pekala…öyleyse…Arkadaşlar! Söylemeye çalıştığım şey şu: Hiç birimiz buralı değiliz! Başka bir âlemden geldik buraya ve yeniden döneceğiz bir zaman kaldıktan sonra. Bizi bekleyen ebedi bir hayatı yaşamak üzere. Ama hayaller nedense bahsetmiyor bundan. Her biriniz Karun kadar zengin olmak ve Firavun gibi sözünüzün geçtiği bir mecliste kendinizi otorite görmek istiyorsunuz.

Küçüklüğümüzü hatırlayalım..ağaçları, kuşları, oynadığımız oyunları…Ali’nin bilyeleri sizinkinden fazla diye ağlamalarınızı…Peki ya şimdi? Ali’nin arabası var, sizinki yok diye, Ali’nin birden fazla evi var sizinki tek diye, Ali yat sahibi , ‘ben olamadım’ diye mi üzülecek, bunun için mi hırslanıp daha iyisini almak için hayatınızı tüketeceksiniz? Bütün gayemiz bu mu olmalı? Yeryüzünde teneffüs edebileceğimiz yeteri kadar hava varken birbirimize attığımız bu havalar niye, kime?

Bir gün göreceğiz ki ‘bizim’ diye sarıldıklarımız ne bizim ne de bir başkasınındır. Sadece… Sadece bir zaman kullanıyoruz  ve sonra bırakıp gidiyoruz. ‘okunup biten bir kitap gibi’ geçerken yıllar bütün beklentilerimiz bu kadar mı?

Hâlbuki zaman biz büyüdükçe sanki daha bir hızlandı değil mi? Adeta hız seviyesi gittikçe yükselen bir araçta seyahat ediyoruz. Fakat inanın, bu hep böyle olmayacaktır. Bir zaman sonra yavaşlayacaktır bu araç. Ve bir gün ‘inecek var’ denip duracaktır. Bu defa başkası değil bizizdir inecek olan. Lakin kendimizde inemeyiz. Bir ölüyüzdür çünkü. Ve hayat cümlelerimizin sonuna nokta konulmuştur. Oysa yarım kalan bir çok şey vardır. Ancak bitmez, bu dünyanın kederi, sevinci, hayali, isteği, ümidi…Hiç bitmez…

Ama senin hayatın sona ermiştir. Bir tek sen ve yaptıkların baş başa kalmışsındır. Her şey toprağın üstünde ama sen altındasındır. Lakin hep  böyle de kalacak değilsin. Bir gün bu dünyanın da öleceği gün gelir. Ve sonra çağrılırsın. Dönüş zamanıdır. Huzurda toplanma vaktidir. Fakat kimileri huzursuzdur. Çünkü böyle bir günün olmadığını sanmışlar, aldanmışlardır. Pişmanlıkları her hallerinden belli de olsa artık hataları telafi etmek mümkün değildir. İşte bunun için…” diye devam edecekken arkadaşlardan biri araya girdi: “-Bunun için derse katılma zamanı. Tabi, senin dersler iyi, böyle şeylerle uğraşacak zaman bulabilirsin. Ancak biz de durumlar çok iyi değil. Sen bunları boş ver de notları nasıl yükseltebileceğimizi anlat bize.” Herkes yavaş yavaş toparlanmaya başlarken kimse o arkadaşın yüzüne bakamıyor ve bir an önce yanından ayrılmak istiyorlardı. Ben de aynı şekilde kitaplarımı toparlarken bana bakan gözlerinden, gözlerimi kaçırıyor giden arkadaşlara yetişmeye çalışıyordum. Ama ‘Salih’ deyince durmuştum. ‘sen onlar gibi değilsin Salih’ dedi. Bir gün bunları anlayacağına ve adına yaraşır bir hayat yaşayacağına inanıyorum. Eminim ki bir gün anlayacaksın…”

Offf… Offf… Evet, anlamıştı her şeyi. Ama ‘o gün’ bugün mü olacaktı? Neden… neden daha önce düşünmemişti ki bunları? Çünkü annesi, çünkü babası, çünkü etrafındaki herkes bunları yaşamak için ilerde de zamanının olacağını, dolayısıyla şimdi hayatını doyasıya yaşamasını ve işine, gücüne, parasına bakmasını söylüyorlardı. Evet, evet suçlu onlardı… Peki ya kendisine ne denilmeliydi? Doğru ile yanlışı ayırt edemez miydi? Ahh…Ahh…Ne yapacaktı şimdi?

Keşke bir fırsatı daha olsaydı… Keşke dünyaya yeniden dönebilseydi… Rabbinin istekleri doğrultusunda, adına yaraşır bir hayat yaşayabilseydi… Fakat kaide belliydi: Unutan, unutulacaktı.

Pişmanlığı büyüdü, korkusu arttı…Bir fırsat daha…Lütfen bir fırsat daha, diye haykırdı…

Sesini duyan annesi hemen yatağının başına koşarken, babası hemşireyle doktora haber vermeye gitti. Hasta soluk soluğa kalmış bir şekilde gözlerini yavaşça açmaya çalıştı. Gördüğü bu beyaz şeyler zebaniler miydi? Kendisini götürmeye gelmişlerdi değil mi?

“- Oh Salih Bey, nihayet kendinize gelebildiniz. Üç gündür ne çok korkuttunuz bizi. Ama neyse, geçti hepsi, atlattınız.

Bu söylenenler de neyin nesiydi?  Neden bahsediyorlar, diye düşünürken etraftakiler yavaş yavaş belirginleşmeye başladı.

Başucunda bekleyen zebaniler değil, doktor ve hemşirelerdi. Biraz geride ise annesi ve babası sevinçli gözlerle kendine bakıyorlardı. Neler olmuştu böyle! Kolu, bacağı sargılar içindeydi. Anlayabildiği tek şey galiba, henüz ölmemişti. Oh, diye derin bir nefes aldı. Yaşamak, ne güzeldi…Galiba istediği fırsat kendisine verilmişti. “Ahh oğlum”, diye kendisine sarılan annesine manidar baktı ama… “Ah oğlum, nerden başımıza geldi bu berbat kaza?”

Berbat kaza mı? Evet, evet bir kaza geçirdiğini hatırlamaya başladı. Bürosundan çıkmış, arabasına binmiş, eve doğru gidiyordu. Zihni, o sabah girdiği ve  kazandığı dava ile meşguldü. Sanığın ‘ben masumum’ demelerine kimse aldırış etmiyor, herkes kendisine, sunduğu delillere ve sözlerini teyit eder şekilde konuşan şahitlere bakıyordu.ve sonunda sanığın ‘suçlu’ olduğuna karar vermişlerdi. Ama aslında o da bu işi tezgahlayanlar gibi biliyordu ki sanık suçsuzdu. Ancak kendisini bu değil aldığı para ilgilendiriyordu. Yani kimin parası varsa, haklı o idi.düzen böyleydi burada. Kendisi mi değiştirecekti?” diye yaptığının doğruluğuna dair kendisini ikna etmeye çalışırken ne kadar hız yaptığını fark edememiş ve virajı dönerken aniden karşılaştığı kamyonla çarpışmaktan kurtulamamıştı. Sonra… Sonra buradaydı işte.  Ama,  ohh. Neyseki buradaydı. Daha fazla geç olmadan her şeyin farkına varmak…İşte bu çok güzeldi. Ağrılarını, sancılarını unutturacak kadar güzel. Her ne kadar annesi kazayı ‘berbat’ olarak nitelendirse de kendisi öyle düşünmüyor, biraz zor olsa da aklının başına gelmesine seviniyor, yeni bir hayata başlamanın sevinci içinde Rabbine şükürlerini sunuyordu…

 

Besime Özgür
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Kaza
« Posted on: 27 Nisan 2024, 02:27:02 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Kaza rüya tabiri,Kaza mekke canlı, Kaza kabe canlı yayın, Kaza Üç boyutlu kuran oku Kaza kuran ı kerim, Kaza peygamber kıssaları,Kaza ilitam ders soruları, Kazaönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes