๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 21:40:32



Konu Başlığı: Kaptanı derya insan
Gönderen: Sümeyye üzerinde 06 Eylül 2010, 21:40:32
Kaptan-ı derya: “İnsan”
İçlerinden çok heybetli birisi onu aldı limana getirdi. Her şeyini teslim etmişti. Dizleri üzerine çöktü, secdeye kapandı. “Ey Kâinatın halikı, ey kıymetli padişahım! Senin saltanat dairelerini uzaktan bile görünce titriyorum. Sana sunduğum bu gemideki hediyeler senin saltanatının yanında hiçtir. Bana merhamet et! Beni bağışla!” dedi.

O kyanusun dev dalgaları gemiyi yutarcasına güverteye çarpıyor, direkler çatırdıyor, gemi bir o tarafa bir bu tarafa yalpalıyordu. Ama kaptanın dirayeti ve mürettebatın gayretiyle gemi istikametini şaşırmıyor hedefine doğru yol alıyordu.Hiç gitmediği, görmediği bir memlekete gidiyordu gemi.

Mimarisi, kullanılan malzemeleri de harikuladeydi. Her bir malzeme farklı ülkelerden getirtilmiş, en münasip yerlere yerleştirilmişti. Yemen, Hint işi halılar, örtülerle döşenmişti. Devlet bu kıymetli malları kaptanın zimmetine vermiş ona emanet etmişti.

Gemi büyük bir kapasiteyle çalışıyordu. İçinde ham maddeyi işletip üretim yapan makineler, bin bir çeşit güzel sanatlar icra eden sanatkârlar, madenleri işleyen sarraflar vardı. En güzel hat levhalarıyla, tahta oymalı mobilyalarla süslü salonları vardı. Dört farklı mutfakla hizmet veriyor, yiyecekler dört ayrı kontrolden geçiyordu.

Bütün bu hizmet gemideki özel yolcuların maddi, manevi rahatı içindi. Ama en önemlisi o gemi padişahındı ve o geminin harika işleyişi onun saltanatını, rahmetini ve her yerdeki terbiye ediciliğini gösterecekti. Bütün bu malzemeler devlet tarafından verilmiş, her ihtiyaç karşılanıyordu. Kaptanın tek vazifesi istikameti şaşırmadan içindeki kıymetli yolcuları sağ salim teslim edip, gemide icra edilen sanatları O kıymetli padişaha sunmaktı.

Kaptanın etrafı son teknolojik donanıma sahipti. İletişim araçları ki bunlar gelecekten bile haberler veriyordu; “Bak şimdi önüne buzdağı çıkabilir! Ya da fırtına gelmek üzere!” diye haber veriyordu. En mühimi de pusulaydı, onsuz adım atmıyordu. Aksi takdirde fırtınalara yenik düşebilir, gemiye saldıran korsan gemilere hedef olabilirdi.

Kaptan ara sıra iki özel misafiriyle sohbet edip onlardan güç alıyordu. Bazen güverteye çıkıp etrafı seyrediyorlardı. Fırtınalar dindiği zamanlar okyanusun turkuaz rengini ya da karanlıktan sonra güneşin ihtişamlı doğuşunu temaşa ediyorlardı. Bu memleketi yaratan zâtın her şeye gücü yeterdi. Bu teçhizatlı geminin sahibi de O değil miydi. O hem Hakîm hem de Rahîm’di, belki karaya çıkınca elindeki bu kıymetli gemi alınacak üretimine bakılıp ona bir ücret verilecekti. “İnşâallah bu gemiyi içindekilerle geliştirerek ona teslim edeceğim” dedi. “Bu ne şeref ki bu gemiyi idare yetkisi bana verildi.” diye içinden geçirdi.

İlerde batan gemiler dikkat çekiyordu. Bir yandan hiçbir şey yokmuş gibi eğleniyorlar bir yandan da canhıraş çığlıklar atıyorlardı. Kaptan onlara sinyal gönderiyor, yardım çağrısı yapıyor, ama kimisi yardımı kabul edip rotaya girip kendini toparlıyor kimisi de üç günlük fırtınalı bir gezi, zaten batacağız deyip boş veriyordu. Bu hüzünlü anlarda o iletişim cihazlarından ona sesler geliyordu. Bu onun en güzel anlarıydı, diyordu “Sabret! sabır kurtuluşun anahtarıdır. Sakın nefsine güvenip pusulaya bakmadan hareket etme!.  Bu manevi kuvvetle yoluna devam!”  ediyordu.   

Günler geçti… Bu deveran içinde yolun sonuna yaklaşmıştı… Uzaktan uzağa o memleket gözüne ilişiyor, heyecandan içi içine sığmıyordu. Göz alabildiğine yeşillikler, altlarından ırmaklar akan yakuttan, zebercetten yapılmış saraylar ve çiçeklerle bezenmiş bahçeler vardı orada. Yavaş yavaş her şey seçiliyordu, binlerce beyaz giyinmiş asker geminin limana yaklaşmasını bekliyordu. İçlerinden çok heybetli birisi onu aldı limana getirdi. Her şeyini teslim etmişti. Dizleri üzerine çöktü, secdeye kapandı.

“Ey Kâinatın halikı, ey kıymetli padişahım! Senin saltanat dairelerini uzaktan bile görünce titriyorum. Sana sunduğum bu gemideki hediyeler senin saltanatının yanında hiçtir. Bana merhamet et! Beni bağışla!” dedi. Birden ona başını kaldırması ihtar edildi. Bu O sesti; ona tavsiyeler veren zâtın sesiydi. Büyük bir havuzun başındaydı, kollarını açmış onu bekliyordu. “Esselâmu aleyke yâ Resûlallah, şefaat yâ Resûlallah!” dedi ve kendinden geçti…

 


GEMİ: Beden ve hayat

KAPTAN: İnsan ve cüz-i iradesi

OKYANUS: Dünya

FIRTINALAR: Belalar, musibetler, ölümler, firaklar vs..

GEMİNİN MİMARİSİ: Kalp ve ruh âlemi ervahtan, hafıza âlemi misalden, bedenin toprağı da dünyanın her tarafından alınmıştır. (İnsanın san’at harikası olduğuna bir misal: Eyfel kulesi insanın uyluk kemiği taklit edilerek yapılmıştır. Uyluk kemiği de birbirine geçmiş çubuklardan yaratılmıştır.)

DÖŞENMİŞ KUMAŞLAR: İnsanın cildi ve saç, tırnak, kaş, kirpik gibi nakışlı güzellikleri.

MAKİNELER: Vücudumuzdaki organların işleyişi. Vücuda giren hava ve yiyecek insanda hareket enerjisine döner ve insanın ölen doku ve hücrelerini tamir eder.   

MADENLER. İnsandaki latifeler: Kalp, ruh. Sır, ihfa, hafa, toprak, ateş-nur, su- hava, nefs-i natıka ve bunların bağlı olduğu hisler. Mesela, kalpte şefkat, merhamet, muhabbet, ruhta zaman ve mekândan kayıtsız olma ve safiyet, sırda bir çeşit ilham ve sezgiler… Toprak, ateş, su, hava, esir, nurda insan bedenindeki her bir hormonu temsil eder.

İKİ ÖZEL MİSAFİR: Kalp ve ruhtur.

İCRA EDİLEN SAN’ATLAR: İnsanın uzuvlarını ve kabiliyetlerini Allah (c.c) namına kullanarak onun esmasını kendinde göstermesi.

DÖRT MUTFAK VE DÖRT SÜZGEÇ: İnsandaki sindirim sistemi;

MUTFAK: Ağız, mide, onikiparmak bağırsağı, karaciğer.

SÜZGEÇ: Pankreas, ince bağırsak, böbrek, kalınbağırsak.

MALZEMELER: Hayatın devamı için ihtiyacımız olan her şey: Hava, su,yiyecek vs..

PUSULA: Kur’ân-ı Kerîm,

KORSAN GEMİLER: Şeytan ve onun yolunda giden insanlar.

İLETİŞİM ARAÇLARI: Akıl ve onun en yakın arkadaşları olan hafıza, tahayyül, tasavvur; bu kuvveler vasıtasıyla doğru ve yanlışı seçer, hakiki istikbalimizi ve neciyiz, nereye gidiyoruz, nereden geliyoruz sorularının cevaplarını buluruz. Göz, kulak gibi azalar da bu maksada hizmet eder.

BATAN GEMİLER: Dünyaya geliş gayesini bilmeyen, dünya dert keder yeri deyip ümitsizliğe düşerek ibadet vazifelerini bırakıp, günahlara karşı da siper almayan insanlardır.

PADİŞAH: Cenâb-ı Hakk

TAVSİYELER VEREN ZÂT: Peygamber Efendimiz (asm)

LİMAN: Âhiret hayatının başlangıcı

HEYBETLİ MELEK: Azrail (as)

VARILAN MEMLEKET: Cennet


Asuman CİHAN