๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 25 Kasım 2010, 15:18:45



Konu Başlığı: Kalplerin katılaşması ve başörtüsü düşmanlığı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 25 Kasım 2010, 15:18:45
Kalplerin Katılaşması Ve Başörtüsü Düşmanlığı


Toplumlar yozlaşıp bozulduğu zaman rabbani değerleri yitirdiği gibi, insani değerleri de yitirirler. Bu değerleri yitirince kalpleri katılaşır, sağduyuları körleşir ve semtlerinden neredeyse hoşgörü geçmez olur. Örneğin, İsrailoğulları, Allahın vahyi ışığında ve Hz.Musa’nın önderliğinde hidayete erdikten ve üstünlük sahibi olduktan sonra sapmalarla yozlaşmış ve Kur’anın deyişiyle kalpleri taş gibi, hatta ondan daha da katı olmuştır. “Sonra kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir”(2 Bakara/74).

İslam öncesi cahiliyye Arap toplumu da önceki peygamberlerin getirdikleri vahye inanmış ve yaşamlarını ona göre sürdürmüş insanlardır. Aradan uzun zaman geçince bozulmuş ve zamanla kalpleri katılaşmıştır. Bu katılaşma neticesinde geçindirmekten korktuğu veya düşmanının eline geçerek kendisi için utanç vesilesi olmasından çekindiği için masum küçük kız çocuğunu diri diri toprağa gömecek kadar merhamet duyguları ölmüştür.

“Beğendikleri erkek çocukları kendilerine, kızları da Allah'a isnad ederler. O ise bundan münezzehtir. Aralarından birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden, halktan gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Ne kötü hükmediyorlar!”(16 Nahl/57-59, yine bkz.Zuhruf/17-19).

Nitekim yüce Allah, öğretileri karşısında kalplerinin yumuşaması gereken sözde inanmış ikiyüzlü/münafıkları veya inandığı  halde Allaha ve ayetlerine boyun eğmeyi henüz içlerine sindirememiş müslümanları uyararak kalplerinin Allaha ve ayetlerine boyun eğmesi zamanı gelmedi mi diye soruyor:

 “İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe boyun eğmesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı; çoğu, yoldan çıkmış kimselerdir”(57 Hadid/16).

Yaşadığımız  topluma bakınca insan anlamakta zorlanıyor. Acaba gerek içten inandığını söyleyen, gerek sözde inanmış görünen insanların  aynı şekilde kalpleri katılaştığı için mi bu kadar hoşgörüsüzlük, merhametizlik, adaletsizlik, haksızlık ve duyarsızlık göstermekteler? Bu manzara  inkar edenler veya imanlarına zulüm karıştıranlar açısından ürkütücü olduğu gibi, islamın öğretilerini bir şekilde yerine getirmeye çalışanlar için de ne yazık ki pek farklı değil. Konumuz inandım diyenlerin bağnazlıkları ve değişime kapalılıkları  olmadığı için, bugün İslamın öğretilerine ve onları yaşayanlara karşı hoşgörüsüz davranan ve neredeyse “gün yüzüne çıkarmayın veya yasaklarla kuşatın başkalarına ibret olsunlar” psikolojisiyle hareket eden insanlardan sözedeceğiz. Örnek olarak da başörtüsüne veya başını örten bayanlara karşı gösterdikleri hoşgörüsüzlük ve şiddetli tepkilerini değerlendireceğiz.

Bu insanların büyük bir kısmı daha düne kadar ninesi, annesi, ablası, halası, teyzesi  islamın bir öğretisi veya örfü olarak başörtüsü bağlar ve öylece yaşardı. Başörtüsüne ve onu bağlayanlara karşı şiddetli tepkileri veya hoşgörüsüzlükleri eleştirildiğinde  hemen “büyük annem de başını bağlardı, annem veya teyzem de örtünürdü, ben kimsenin inancına ve yaşantısına karşı değilim” dedikten sonra ama ile devam eder ve başörtüsüne de, başını örtenlere de yapmadığı suçlama, yüklemediği kötü niyet ve söylemediği söz bırakmaz. Düne kadar büyükannesi veya annesi başı örtülü olduğu için zararlı veya ilkel mi olduğunu söylediğinizde şiddetle tepki gösterirken, aynı şeyleri bugün laik düzenin okullarında okuyan bilgili ve kültürlü genç bayanlar için kullanmaktan kaçınmaz ve sıkılmaz. Dinin emri olmadığı halde, siyasi amaçlar için siyasi simge olarak kulanıldığını, ranta dönüştürüldüğünü, başörtüsü üzerinden  birilerinin siyasi iktidar devşirdiğini, mazlumluk edebiyatına malzeme yapıldığını,vd   söyler  ve  vatanın bir yerlerinde isteyenin istediği gibi örtünebileceğini, ama bir yerlerinde yasaklanması gerektiğini savunur. Dinleyenler de sanırlar ki vatanın bir bölümünü emperyalist işgalcilerin elinden kurtarmak için dişini tırnağına takarak meydan savaşı yapıyor. Yeri geldiğinde toplantılar ve mitingler düzenliyor, kahramanlık marşları söylüyor, tehditler savuruyor, suçlamalarda bulunuyor. Başörtüsü takanları yahut savunanları suçlamak veya yıldırmak için provakatif bir olayda birilerine bir zarar gelse  yahut protesto  gösterilerinde kalp spazmı geçirip ölecek olsa sanırsınız ki Allah yolunda şehid düşen bir kahraman gibi şehid ilan eder ve faturasını başörtüsüne çıkarmaya çalışır.

Oysa insan bu hoşgörüsüzlük, bu vatan kurtarma muharebesi (!) karşısında, rahmetli Mehmet Akif’in dediği gibi, “ne bu şiddet bu celal”, demekten kendini alamıyor. Bir bayanın başına örttüğü bir örtüden bu kadar korkacak, bu kadar ürkecek, bu kadar tiksinecek, yazılı ve görsel medyada bu kadar veryansın edecek, resmi ve gayri resmi ağızlardan bu kadar boy hedefi yapılacak  ne var, diye sormaktan insan kendini alamıyor.

Hani çağdaşlık, modernizm, hümanizm, insan haklarına saygı, özgürlük vd. başkalarına saldırı ve haksızlık olmadığı sürece insanların  düşünce ve inançlarına, yaşayış ve davranışlarına karşı hoşgörüyü öğretiyordu?! Hani başörtüsüne ve bağlayanlara karşı şu mezheplisinden bu akademisyen ve sendikacısına, şu görevliden  o yetkilisine kadar meydan muharebesi verir gibi açıklamalarda bulunanların, meydanlarda protesto mitingleri düzenleyenlerin iddialarına göre laiklik her çeşit din, inanç ve felsefi düşüncelere, yaşam tarzlarına karşı eşit ve tarafsız olmayı gerektiriyordu?! Hani laiklik sayesinde insanlar bağnazlıktan, hoşgörüsüzlükten, din ve mezhep taassubundan kurtulacak ve herkes öz vatanında dini, inancı ve felsefi düşüncesiyle başkasına zarar vermeden özgür bir şekilde yaşayacaktı? Hani kamu yönetiminin bütün ilkeleri dinlerin veya mezheplerin kurallarından  arındırıldığı için toplumda kurtla kuzu beraber yaşayacak ve kanun önünde eşit olacaktı? Bu kadar devrim, bu kadar batılılaşma, bu kadar çağdaşlık, bu kadar hümanizm, bu kadar modernizm, hangi motivasyonla bağlarsa bağlasın, başkasına zarar vermediği veya haklarına saldırı oluşturmadığı sürece, başına örtü bağlayan insanlara, hem de Reşid Rıza’nın nitelediği gibi latif, zarif, nahif, alıngan ve kırılgan bayanlara karşı bu kadar hiddet, şiddet ve celal göstermek için midir?  Üstelik bunlar kendileri gibi giyinmeyenlere kötü olarak, düşman olarak, ahlaksız olarak, vd. gözüyle bakmış veya muamele etmiş de değil.

Bu insanlar hepimizin annesi, kızı, kız kardeşi, ablası, halası, teyzesi, yengesi, torunu, komşusu, hemşehrisi ve vatandaşıdır. Bu insanlar kimsenin tavuğuna kış dememiş, kapkaç, yankesicilik, hırsızlık, soygun, vurgun, hortumculuk, vd kötü işler de yapmamış. Birçoğu sayın A.Turan Alkan’ın üst bürokratlardan kimilerinin eşleri başını örttüğü için vatanına ve milletine küsüp ülkeyi terkedeceğini söyleyen piyanocu Fazıl Say’a seslenirken,“Senin dünyadan haberin yok Fâzıl aabi; bizim hanımlar, evet, başını örtüyor, bu hususta titizler ama içlerinden bir teki bile kara çarşafa girmek istemez; şimdi biraz umur gördüler ya, biz erkeklere "siz neredeyseniz biz de orada olacağız" diye kafa tutuyorlar; çalışıp iş-güç sahibi olmak, -hatta inanmayacaksın bak yeminle söylüyorum- okumak bile istiyorlar. "Biz mütedeyyin insanlarız, özel otomobil bize yakışmaz; adam gibi tedavi olmak, tatil yapmak, ev-bark sahibi olmak, hele köşklerde oturmak bize iki numara fazla gelir" diyenimizi hiç duydun mu Fâzıl aabi? Çağdaşlıksa çağdaşlık kardeşim; demokratlıksa demokratlık, hürriyetse hürriyet; sen neyi istiyorsan, % 70 de onu istiyor; bundan emin ol ve şu "çekip gitme" kararını aceleye getirme. Şöyle çok değil, iki kuşak daha geçsin, kimin daha modernist, kimin daha bu dünyacı olduğunu daha iyi göreceksin; kafayı piyanoya taktığın için bazı şeyleri görmüyorsun; öyleyse bu kardeşinin sözüne kulak ver, dinle ve inan”(Zaman, 15 Aralık 2007) dediği gibi ise de, hangi dinden ve inançtan olursa olsun kimselere zarar vermek bir yana, tanımadıkları  ve güvenmedikleri kişilerle diyalog kurup iki kelam etmeye bile çoğu zaman utanırlar.

Nitekim bütün karalama ve kışkırtmalara karşın, figüran olarak ekranlarda başörtüsüyle gözyaşı döken Fadime Şahin ve benzerleri dışında, bugüne kadar bunlardan güvenlik ve  zabıta güçlerinin suçüstü yaptığı veya tespit ettiği yetmiş milyonun içinden yetmiş kişi bile çıkmaz. Terör örgütlerine üyelikten bombalama ve suikastler işlemeye, mafya ve çete üyeliklerine, uyuşturucu ve alkol bağımlılığından  ve ticaretini yapmaktan, aile yuvalarının dağılmasına sebep olan acımasız kadınlara kadar, suç işleyenler ekranlarda ve basında çarşaf çarşaf sergilenirken,  başörtüsü bağlayanlardan suç işleyenlerin sayısı  anılmaya bile değmez. Bunu ben iddia ettiğim gibi,  başörtüsü sevmezler de aksini iddia edemezler. Böyleyken, sırf başörtüsü bağladığı için en yakınlarımız  olan bu  edep, ahlak ve iyilik sembolü  insanlara karşı nedir bu hoşgörüsüzlük, nedir bu şiddet bu celal!

Başıörtülü bayanlardan vatana, millete, devlete, topluma, ahlaka, edebe, insaf ve adalete, eşitlik, hürriyet, kardeşlik ve insan haklarına  bir zarar gelmeyeceğinden dinim imanım kadar eminim. Bunun böyle olduğunu, başörtüsüne geçit vermemek için her platformda  savaş verenlerin de vicdanlarında kabul ettiğinden eminim.

 Dayatmalar, gelenekler veya etki-tepki kültürü değil, Kur’anın öğrettiği İslam onlara ve başkalarına öğretildiği zaman kendileri gibi giyinmeyen veya başını örtmeyenlere semt veya mahalle baskısı yapmaları da sözkonusu olamaz. Çünkü Kur’an, “Dinde zorlama yoktur, doğru ile yanlış bir birinden ayrılmıştır”(2 Bakara/265) der. Bu yasak, geleneksel anlayışta seslendirildiği gibi, müslüman olmayanları İslama girmeye zorlamayı kapsadığı kadar, müslüman bireylerin kendileri ile Allah arasında olan namaz, oruç, hac, umre, sadaka, başını örtme, emri bilmaruf nehyi anilmünker/iyi olanı emretme ve kötü olandan sakındırma, gibi ibadetlerde  gerek bireylerin, gerekse islam yönetiminin başkasını zorlamayı da kapsadığı  bir gerçektir. Örneğin, hiçbir kişi veya kurum oruç tutmayan, namaz kılmayan, başını örtmeyen, hacca-umreye gitmeyen, başkasına  iyi olanı emretmeyen ve kötü olandan sakındırmayan kimseyi zorlayamaz veya cezalandıramaz. Bu işlerin sevabı veya günahı kişi ile Allah arasında olup mükafatını veya cezasını ahirette Allah verecektir. Can, mal ve namusla ilgili haklarda da uygulama yetkisi bireylerin değil, kamu yönetiminin olduğuna göre, bireylerin gerek bireysel, gerekse toplumsal işlerde başkalarını  zorlaması, baskı ve dayatma yapması  Kur’an ile kesin olarak yasaklanmıştır. Dolayısıyla başını örtenlerin örtmeyenlere baskı ve dayatma yapması dince yasak olup böyle bir tehlikenin olması da sözkonusu değildir. Onun için başını örten bayanlardan korkmayı veya endişe etmeyi gerektirecek hiçbir durum sözkonusu değildir. Bütün mesele, insanların inançlarına göre gerekli ve yararlı gördüğü gibi yaşaması ve davranmasıdır. Bütün mesele, dinin doğru öğretilmesi ve insanların hak ve özgürlüklerinin tanınmasıdır.

Gerçek bu şekilde olduğu halde Ziya Paşa’nın ‘tahsil bilgisizliği giderir, ama cehaleti gidermez’ dediği gibi, inancı veya ne gereği olursa olsun başına başörtüsü bağlayanlara karşı hoşgörüsüzlük gösteren, onları vatanın bir yerlerinden uzak tutmak için meydan muharebesi veren kişiler, şu veya bu inancın, mezhebin, düşüncenin körü körüne taklitçileri olan cahil orta direk veya alt gelir grubu insanları değil de, halka bilim, adalet, eşitlik, özgürlük, demokratlık, saygı, hoşgörü ve birlik beraberlik öğretmesi gereken akademik ünvanlısından  herkesi temsil etmesi gereken siyasi kişilere, herkese eşitlik ve adaletle muamele yapmakla yükümlü makam ve mevki sahiplerinden, eli sopalılara, evrensel değerler ve hoşgörü temsilcileri olması gereken eli kalemli, sazlı sözlü, fırçalı  sanatçısından medyacısına  kadar elit, entelektüel ve aydınlar başörtülülerden öcü veya vebalı gibi sözeder, vatanın bir yerlerinden onları uzak tutmayı  veya bir kamu kurumunda çalışıp gördüğü eğitimi değerlendirerek vatana millete yararlı olmayı veya ekmeğini kazanmayı engellemeyi başardıklarında  sanki memleketin namusunu kurtaracağına inanırlar.  Kur’anın ne dediğini anlamak bir yana,  çoğu yüzünden okumayı bile beceremeyen bu insanlar, sırf toplumun gözünden düşürmek için başörtüsünün dinin emri olmadığını papağan gibi tekrarlayıp dururlar.

Bu gibilere sormak lazım; Başörtüsünün dinin emri olup olmadığı  sizin neyinize?  İnandığınız ve savunduğunuz laik ve pozitivist değerler herhangi bir şey hakkında  değerlendirme yaparken dinden fetva almanızı mı öğütlemektedir? Dinden fetva alacaksanız, organ bağışı,  çocuk emziren veya hasta bir kadının  oruç tutup tutmayacağı, yatırlara çaput bağlamanın, bayramda hindi kurban etmenin, orucu alkolle açmanın, büyü ve muskanın hükmü, gibi konularda ekran sosyetesine fetva veren Beyaz Beyza’lar ve yeni Filiz’lerden sorduğunuz gibi başörtüsünün dinin emri olup olmadığını da laik sistemde din işlerini tedvirle görevli Diyanet İşleri Başkanlığından sormanız gerek mez mi?

Acaba başörtüsü düşmanlığı yapanlar, gazete, radyo ve televizyonlarda karalama kampanyası yürütenler, maskeli bir islam ve müslüman düşmanlığı yapmıyorlarsa, dinde olsun olmasın yahut doğru veya yanlış anlaşılmış olsun, insanlar bir şeye inanıyor ve inandığını yerine getiriyorsa, bu onları ne ilgilendirir? Dinin emri olsun veya olmasın, hatta dinle ilgisi bulunsun veya bulunmasın,  birileri bir şeye inanyorsa, ona değer verip başkasına zarar vermeden gereğini yerine getiriyorsa, başkasının  ona düşmanlık yapması, bundan dolayı horlaması, dışlaması, kamu ve sosyal haklarından yoksun bırakmak için elinden geleni ardına koymaması hangi akıl, vicdan ve insan hakkıyla bağdaşır? Başörtüsüne karşı çıkan ve hakkında ahkam kesen ilahiyatçısından  ulusalcısına  ve laikine kadar, insanların doğru veya yanlış inandıkları dinsel veya seküler inancını ve yaşantısını aşağılamaya, dışlamaya ve yasaklamaya kadar müdahale etmeye kimin ne hakkı vardır? Bu tavırları  öykündükleri ve kendisine benzemek için şekilden şekle girdikleri Batı’nın anlayış ve uygulamalarıyla bağdaşıyor mu? Dillerinden düşürmedikleri hoşgörü, birlikte yaşama, çok kültürlülük, modernizm ve çağdaşlıkla uyuşuyor mu?

Çağdaş islam alimlerinden Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvi’nin ‘Mürted Psikolojisi” adında bir yazısını okumuştum. Orada, psikologların her türden insanların psikolojisini analiz edip sebep ve sonuçları üzerinde durdukları halde mürteddin/dinden dönenin psikolojisini analiz edip daha birkaç gün veya birkaç ay öncesinde inandığı, her şeyini savunduğu ve  gerekirse uğrunda canını vermekten kaçınmayacağı dinden dönünce neden ona karşı en azılı düşman kesildiğini araştırıp ortaya  çıkarmadıklarından  yakınıyordu. Gerçekten çok tuhaf bir durum. Ne olacak, başörtülülerin hepsini hizaya getirip başlarını açtırdıkları veya ülkeyi müslüman kimliğinden temizledikleri zaman ellerine ne geçecek? Yasaklama ile, vatanı işgal eden, yer altı ve yerüstü zenginliklerini sömüren, ırz ve namusa musallat olan veya yasakçıların öykündükleri işgalcilerin yaptığı gibi Ebu Gureyb cezaevinde kameraların önünde kadınlara tecavüz ettiğini dünyaya göstermekten zevk alan düşmana karşı meydan savaşını mı kazanmış olacaklardır? Yoksa bilerek veya bilmeyerek bu işgalcilerin silah gücü ile yapmak istediklerini bunlar yasaklar ve dayatmalarla yaparak bu coğrafyayı islamdan ve müslümanlardan mı  temizlemek istiyorlar?  Gerçekten bu psikolojiyi anlamak mümkün değildir.

Bunca haksızlığa,  mağduriyetlere, dışlanmalara, horlanmalara, karalamalara, psikolojik baskılara karşın, acaba başıörtülülerden bugüne kadar hiçbirinin, uluslararası üne sahip çağdaş ve modern (!) kimi sanatçılar gibi “ülkede başıaçıkların sayısı başıörtülüleri geçti veya onlar yüzde şu kadar oldukları halde biz yüzde bu kadarda kaldık” diyerek ülkeyi terketmek gerektiğini söylediğini veya gavur ellerde yaşamayı tercih ettiğini dünyaya ilan ettiğini hiç duyan gören var mıdır?   Yahut müslümanların çocuklarına İslamı öğretmekle görevli olup İslamda başörtüsünün farz olmadığını veya yahudi geleneği olduğunu, siyasal simge olarak kullanıldığını ve ranta dönüştürüldüğünü söyleyerek statükonun gözüne girmek isteyen ulusalcı panteist ilahiyatçı akademisyenler basında ve televizyon ekranlarında kanaatlerini bu şekilde seslendirirken, hedef tahtası yaptıkları başıörtülülere getirilen yasakların haksızlık  olduğunu veya kalkması gerektiğini de en az yasaklara karşı olan demokrat ve liberal aydınlar kadar söylememeleri İslamın hangi öğretisiyle bağdaşır?

Statükonun kaymağını yiyen ve resmi bir çatının altında onbeş yaşında başı örtülü bir kız gördüğü zaman öcü görmüş gibi ürken sözde aydın, entelektüel, akademisyen, sanatçı ve de çağdaş modernistlerin düşündüklerinin aksine, genellikle vatan için ölenlerin cenazelerinin başında gözyaşı döküp feryadu figan edenler başörtülüler değil midir? Dul kalanlar, yetim bakanlar, tarlada, fabrikada, atölyede, evde, pazarda çalışıp vatana millete evlat yetiştirenler onlar değil midir? Başörtüsü yasağından dolayı okuluna veya çalıştığı işine devam edemediği için statüko-aile-inanç arasında kalarak psikolojisi bozulanlar onlar, bütün engelleme ve dışlamalara karşın inançla tahsilini sürdürmek için dinini, dilini, huyunu suyunu, örfünü ve ahlakını  bilmedikleri yaban ellere gidip yıllarca kahrını çekerek dil öğrenen, fakülte bitiren, mastır ve doktora yapanlar onlar olmasına karşın, ne adına olursa olsun birilerinin başörtülerinden dolayı onları vatanın belirli yerlerinden uzak tutmaya çalışması acaba merhum Nedvi’nin sözünü ettiği psikolojiden başka ne ile açıklanabilir?

Diğer taraftan, bu insanların  ve muhafazakar ailelerinin oylarını alarak iktidar olanlar, hayatın ilk basamağı olan ilk ve orta öğretimde, bir de üniversiteyi bitirip iş yapılacak mezuniyet sonrasında  başörtüsü yasağını koruyarak sadece üniversitede başörtüsü yasağını, kümesten yumurta çalmaya heveslenip bir türlü cesaret edemeyen çocuk misali kaldırmaya heveslenen  siyasal iktidarlar, gerçekten iktidar iseler ve oylarını  aldıkları  halkın duygularıyla oynamıyorlarsa, yasağın bu kadarını kaldırmanın  ne işe yarayacağını veya adaletli bir çözüm olup olmadığını iyice düşünüp taşınmaları gerekir. Aynı şekilde üniversitede okuyan bir bayan inancından dolayı başını örtmesi bir hak ve adaletin gereği ise, lise’de okuyan yahut bir kamu kurumunda çalışan bir bayanın da inancından dolayı başını örtmesi bir hak ve adaletin gereği değil midir? Bunlardan birini görerek diğerini görmemek yahut birine hak ve özgürlüğünü vererek diğerine vermemek, eşitlik, adalet ve insan haklarıyla ne kadar bağdaşır? Başörtüsü yasağının kaldırılması girişimlerine bütün güçleriyle karşı koyan çevrelerin veya kişilerin bu adaletsizliği dile getirerek yasağın kalkmasını önlemeye çalışırken, kendilerinin herkesi kucaklayan kapsamlı, eşitlikçi ve adaletli bir teklif sunmamaları veya buna öncülük etmemeleri samimiyetle nasıl bağdaşır? Üniversite mezuniyetinden sonra kamu sektörü dışında, tıp, eczacılık, mimarlık-mühendislik  ve  tavuk-sığır yetiştirecek veterinerlik mezunları dışında, özel sektörde acaba kaç kişi çalışabilmektedir veya çalışabilecektir?

Aynı şekilde, musluk reklamındaki aç-kapat gibi, Liseyi bitirinceye kadar aç, üniversiteyi bitirinceye kadar kapat, kamu kurumunda çalışmaya başlayınca aç, uygulamasının  kızların psikolojisini ne kadar altüst edeceğini, yanar döner kişilikli yapacağını, onlar için artık örtmenin ve açmanın bir değer olmaktan çıkacağını  akıllarına getirmezler mi?  Yasaklamada ısrar edenlerin bu kişiliksizleştirmenin kendi çocuklarına, eşlerine ve yakınlarına da uygulanmasına gönülleri razı olur mu?

Sonra, bu nasıl adalettir ki bir insanın liseyi bitirinceye kadar hak ve özgürlüğünü elinden alıyor, üniversiteyi bitirinceye kadar bunu geri veriyor, kamuda görev alınca tekrar elinden alıyor? Yoksa iktidarların akil adamları, eğitim öğretim uzmanları, pedagog ve psikologları onlara çıkış yolu olarak bu zikzaklı ve patalojik yolları mı tavsiye ediyorlar?



Prof.Dr.İbrahim Sarmış