๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: Hadice üzerinde 15 Kasım 2010, 07:35:43



Konu Başlığı: Kalple Akletmek Kalple İman Etmek
Gönderen: Hadice üzerinde 15 Kasım 2010, 07:35:43
Kalple Akletmek, Kalple İman Etmek


Kuran’da söz edilen akıl ruhta yaşanan üstün bir özelliktir. Birçok Kur’an ayetinde ‘akleden kalpler’den söz edilir. Allah’ın tanıttığı gerçek akıl beynin işlevlerinden biri olan zekadan çok farklıdır. Kur’an bize aklın vicdan ile aynı yerde; kalpte bulunduğunu haber verir. Kalpleri kapalı olanların da akledemeyen kişiler olduğunu birçok ayette açıkça ifade eder:

Yer yüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. (Hac Suresi, 46)

Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran’da sadece Rabbini “bir ve tek” (ilah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)

Ancak ‘kalbi olan’ insanlar öğüt alabilir ve dolayısıyla “Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır. (Kaf Suresi, 37) ayeti gereği iman edebilirler.
O halde Kuran’a göre gerçek akıl ve iman doğrudan kalp ve vicdanla bağlantılıdır. Akıl vicdanın özelliklerine göre artıp-azalabilir. İnsanın vicdanı güçlenir ve Allah korkusu arttığında, Rabb’i “doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış” verir. Allah’ın yaratması olan bu sır, “Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi, 29) ayetiyle haber verilir.
Allah korkusunu içinde taşımayan ve sakınmayan kişi ise, bu “anlayış”tan yoksun olduğu için gerçek akla da sahip değildir. Kişi üstün zekaya sahip bir bilim adamı da olabilir; ancak incelediği şeylerin Yaratıcısını, gerçek sahibinin kim olduğunu kavrayacak vicdana ve akla sahip olmayabilir. İşte bu kişinin keşfettikleri onu, Rabb’ini değil, gururla kendisini yüceltmeye götürür ve hevasını ilah edinen bu kişiyi saptırır.
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Zeki de olsa doğrulara karşı tepkisiz kalan kimseler, ayetlerde söz edilen körlük ve sağırlık nedeniyle kavrayış ve anlayışları yok olanlardır.

Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 7)

Kuran’da insan davranışlarının kalple olan ilişkisinin konu edildiği pek çok ayet vardır. “Allah’ın kişi ile kalbi arasına girmesi”, “kalplerin uzlaşması”, “kalbe sindirilmesi”, “kalplerin takvası”, “kalbin ısındırılması”, “kalbin tatmin bulması”, “kalbin sağlamlaşması”, “kalbin öfkeyle kabarması”, “kalbin boş olması”, “kalplere korku salınması”, “kalbin meyletmesi”, “kalplerde onulmaz bir hasret kılınması”, “kalplerde olmayanın ağızla söylenmesi”, “kalplerin parçalanması”, “kalplerde gizli tutulması”, “kalbin kayması, benzemesi, karşı koyması”, “kalplerde hastalık olması”, “imanın kalbe girmemesi”, “kalbin katılaşması, mühürlenmesi” gibi konulardaki ayetler çok açık bir gerçeği ortaya koyar: İman, insan kalbinin duyarlılığıyla ilgilidir.

Kalbi mühürlenmemiş insan, Rabb’ini tanımaya ve O’nun buyruklarına kalpten iman ve itaat etmeye yönelecektir. Oysa inkar edenlerin kalpleri ölüdür, mühürlüdür. Kalplerinde bir kavrayış, vicdani duyarlılık yoktur; dolayısıyla akıl ve iman sahibi de olamazlar. Yapılan uyarıları göz ardı eder, vicdanlarını devreye sokarak öğüt alamazlar.

Andolsun, onların çoğu üzerine o söz hak olmuştur; artık inanmazlar. Gerçekten biz onların boyunlarına, çenelere kadar (dayanan) halkalar geçirdik; bu yüzden başları yukarı kalkıktır. Biz önlerinde bir sed, arkalarında bir sed çektik. Böylelikle onları örtüverdik, artık görmezler. Kendilerini uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir; inanmazlar. Sen ancak, zikre (Kuran’a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah’)a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele. (Yasin Suresi, 7…11)
Vicdan sahibi olan ancak dini bilmeyen bazı insanlar ise kendilerine anlatıldığında dinin hak olduğunu kalpleriyle kavrar ve iman ederler. Çünkü bu kişiler, inkarcılar gibi samimi iman etmelerine engel olan kibir ve gurur gibi duygulara sahip değildirler.
Samimi insanlar dini öğrendiklerinde yaratılışlarına uygun olarak, “Rabbimiz, biz: ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik” (Al-i İmran Suresi, 193) derler. Yüce Allah’a boyun eğen, teslim olan müminler, “kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlar” dır. (Ra’d Suresi, 28) Çünkü “…kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur”.

Allah’ı anmadığımız her an zayıf düşeriz. Allah’ı anmak kalbe hoş gelen lezzetli bir şeydir..Rabb’ini kalpten zikreden müminin bu nedenle şuuru açık, kalbi de mutmaindir…

Fuat Türker