๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Dini makale ve yazılar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2010, 16:33:34



Konu Başlığı: Kalp düzeni
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 29 Mayıs 2010, 16:33:34
Kalp Düzeni


Kalp ruhun organlarındandır. Bedendeki beyinin fonksiyonlarını ruhta kalp yürütür.

Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır (Bakara, 2/7). Kalp, göz ve kulaklar birlikte zikredilmektedir. Bunların ortak vasfı hüküm vermede gerekli olmalarıdır. Kalp hüküm verirken göz ve kulaklardan bilgi toplamada yararlanır. Göz ve kulaklar kalbin araçlarıdır. Çevremizden bilgi toplamada göz ve kulakların çok önemli olduğu da vurgulanmaktadır.

(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette akledecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin sadırlar içindeki kalpler kör olur (Hac, 22/46). Kalp, sadırdadır. Akıl kalptedir. Kalple akıl edilmektedir. Kulakların işittiğini, gözlerin gördüğünü kalp fark eder, algılar ve aklıyla değerlendirir. Kalp işitmeye ve görmeye karşı ilgisiz olunca kulakların işittiği, gözlerin gördüğü algılanmaz. Gerçek şu ki, kulaklar sağır, gözler kör olmaz, kalp işitilene ve görülene karşı ilgisiz olursa işitileni duymaz, bakılanı görmez. Kulaklar işittiği, göz gördüğü halde kalp ilgisizliğinden sağır ve kör olur. İşitme ve görme ile kalbin sık sık irtibatlandırılması akıl etmek için gerekli bilginin önemli bir kısmının göz ve kulaklar ile elde edildiğine vurgu içindir. Çünkü Hac süresinin 46. ayetinde ve diğer birçok ayette kalp ismiyle işitme, görme, akletme vasıfları vurgulanmaktadır.

Hayvanlardaki beyinden insanların beyninin fizyolojik açıdan biraz farklı olması fonksiyonel açıdan insanlara çok büyük üstünlükler kazandırmaktadır. İnsan beynini küçüsememelidir. Bir şeyin anlaşılır olması o şeyi basit kılmaz, üstünlüğüne alçaklık getirmez. Dünyanın da Rabb'i Allah ahiretin de. İnsanın üstünlüğü bütünlüğü iledir. Her hangi bir organıyla değildir. Beynin en üstün organımız olmasından dolayı kendimizi beynin vasıfları ile tanımlayamayız. insan bütün organlarının bir düzen etrafında vücutlanması ile kişilik kazanmaktadır. Kendisini oluşturan organlarda olmayan daha üstün vasıfları da kazanmaktadır.

Göz kendisini oluşturan hücrelerin vasıflarından çok farklı vasıflar kazanmıştır. Gözün vasıflarını hücrelerinin vasıfları ile kıyaslayamayız. Aynı şeyleri kulaklar için de söyleyebiliriz. Gözü oluşturan hücrelere bakıp da, gözün varlığından bahsediyorsunuz hani göz nerededir. Niye görünmüyor burada yalnızca hücreler topluluğu var, denemez. Bütün organlar da bir araya gelip insanı yani ruhu meydana getirirler. Gözün hücrelerine bakıpda gözü göremediğimiz gibi insanın organlarına bakıp ruh görülemez. Ruhu meydana getiren organlardan olan gözle bakıp ruhu göremeyişimiz, gözün bir hücresi ile gözü görmeye çalışmak gibidir. Gözün vasıfları da onu oluşturan hücrelerde değil, gözü oluşturan hücrelerin bütünlüğündedir. Suyun vasıflarının onu oluşturan hidrojen ve oksijen atomlarında değil iki hidrojen bir oksijen atomlarının oluşturduğu molekülde görülmesi gibidir. Aynı düzlemdeki alemler birbirini fark edebilir.

Farklı düzlemdeki alemler birbirini fark edemezler. Yani alt alemden üst alem algılanamaz. Doğrudan algılama aynı alemde olur. Semalarda da bu ayni semalarda olur. Farklı semalar diğer semalardan direk algılanamazlar. Farklı semaları müşahede edebilmemiz için vasıta gereklidir. Peygamber efendimizin birinci semadan diğer semalara çıkmak için Burak isminde bir vasıta kullandığı gibi. Beden aleminde de farklı alemleri algılayabilmek için vasıta kullanmak zorundayız. Beden aleminde (semasında) bedenden farklı bir alem (sema) olan hücreyi algılayabilmek için de mikroskop kullanmak zorundayız. Farklı alemlerdekiler ancak vasıtalar ile algılanabilir.

Göz diğer organlarla bir beden oluşturarak daha üstün bir alemin parçası oluyor. Hücrelerin bir beden oluşturarak daha üstün bir alem olan gözü meydana getirdiği gibi. İnsanın organları da bir beden oluşturarak daha üstün bir alem olan ruhu meydana getiriyor. Gözün vasıfları nasıl hücrelerinin vasıflarından çok farklı ise ruhun vasıfları da kendisini meydana getiren organlarının vasıflarından çok farklıdır. Göz görme organımız olduğu halde görme hadisesi beyinde gerçekleşir. Göz ve beyin çok farklı organlardır ve yerleri de çok farklıdır. Görme organı göz olduğu halde göz bakar, beyin algılayarak görür. Bir alem olan insanı oluşturan organlar arasında bütünlüğü sağlayıp alemi meydana getirecek ilişkiler vardır.

İnsan bedeni ruha göre bedenlenmektedir. Ruha göre oluşan beden nefsimizdir. Nefis ruha göre bedenlendiği için bedenin sisteminden de ruh vücudlanmaktadır. Çünkü bedenin sistemi ruha göre kurulmuştur. Neticesinde de ruh şekillenir. Tarlaya buğday tohumu eken buğday tohumu elde eder. Beden ruha göre şekillendiğinden neticesi de ruhtur. Ruhun sisteminin kurulduğu beden ise nefistir.

Bedendeki bütün organların birbirleri ile irtibatları vardır. Beyin organlardaki bilgileri sinir sistemiyle toplar. Göz, kulak, dil, el, ayak, burun gibi organlarımızın fonksiyonları sinir sistemiyle beyne aktarılır. Beyin bu bilgileri değerlendirerek nefis adına karar verip bütün bedeni ilgilendirecek emri bedene verir. Bütün organlarla yapılanlar beyinde algılanır. Tek merkezde toplanan bilgilerle bedenin bütünlüğü devam ettirilir. Foksiyonlar organlarda olduğu halde algılama çok farklı ve tek bir yerde gerçekleşir. Algılama bedendeki organlar içinde yalnızca beyinde gerçekleşir. Beyin akıl etmek için en fazla bilgiyi göz ve kulakla toplar. Göz görmek için gerekli bütün bilgileri aldıktan sonra onları çok farklı bir mekanda ve çok farklı vasıflardaki beyne algılanması için sinirlerle gönderir, görme de beyinde gerçekleşir. Her biri bir alem olan organlar arasındaki ilişkiyi beyin kurarak yeni ve daha üstün bir alemin kurulmasının, devam ettirilmesinin merkezi olur.

Bedenin bir alt alemi olan gözle toplanan bilgilerin algılanmak için beyne gönderilmesi gibi. Beyinde toplanan bilgiler de bedenin üst alemi olan ruha gönderilir. Beden aleminin merkezi beyin olduğu gibi ruh aleminin merkezi de kalptir. Bu sebepten beyindeki bilgiler ruhun merkez organı olan kalbe gönderilir. Yani beden ve bedenin ruhu ile irtibat beyin ve kalp arasında olur. Gözle görmenin gerçekleştiği yerler nasıl farklı ise beyinle kalbin yerleri de farklıdır. Kalbin yeri yürekle aynı yere denk gelir. Kalbin yeri, temel fıtrî vasfı olan zikir halinde zikrin neticesinin yürek üzerinde ortaya çıkması ile belli olmaktadır. Kalp bedenden daha üstün âlemin bir merkez organı olduğundan daha alt alemin merkezi olan beynin vasıflarından çok daha üstün vasıflara sahiptir. Görme eyleminde göze göre beynin fonksiyonu ne ise akıl etmede de beyne göre kalbin fonksiyonu odur. Görme eyleminde görme beyinde olduğu gibi akıl etme de kalpte olur. Beyin birinci derecede görerek ve işiterek topladığı bilgileri kalbe gönderir, kalp bu bilgileri diğer bilgi ve tecrübeleri ile değerlendirerek karar ve tepkisini beyne bildirir.

Görme eyleminde göz ne kadar, beyin ne kadar etkin ise, anlama eyleminde de beyin ve kalp o derece etkindir. Fiillerimizin kalp tarafından algılanabilmesi için beynimiz ne yaptığımız üzerinde düşüncesini yoğunlaştırması lazımdır. Amelin kıymeti niyet ölçüsünde olması bundandır. Beynimiz yaptığımız işin farkında olduğu zaman kalbimizle irtibat sağlanmaktadır. Kalbimiz yapılan işi algıladıktan sonra bu sefer eylem tersine döner. Kalp beyin vasıtasıyla eylemimizi yönlendirmeye başlar. Gözün gördüğünü beyin algıladıktan sonra işlenen bilgi kalbe gider. Kalp karar vermek için değerlendirme yapar. Haramı görüyorsak bakmama şeklinde talimatı beyne bildirir. Bu arada nefis de devreye girer bakmayı önerir. Harama bakmaz isek ruhumuz fıtrî vasıflarını güçlendirerek açığa çıkarmış olur. Fıtraten güçlü yapıya sahip olan bedenimiz ağır işlerde çalıştığı zaman güçlenerek kendini açığa çıkardığı gibi. Yarasalar gibi sürekli karanlıkta kaldığımızda gözlerimizin kör olduğu gibi ruhumuzun sıfatları ile sıfatlanmaz isek kabileyetleri ortaya çıkmaz ve o kullanılmayan vasıfları körelir.

Geride kalanlarla beraber olmaya razı oldular, onların kalplerine mühür vuruldu. Bu yüzden onlar anlamazlar (Tevbe, 9/87). Allah Teâlâ verdiği nimetleri kullanarak fiilî şükür yapmayandan o nimetlerini alır. Kalp de büyük bir nimettir. O yaratılış vasıfları olan ilim, hikmet marifetullah, teslimiyet, iman, irfan, idrak, fikir, zikir üzere olup onlarla üstün ahlaklı bir ruh yapısına kavuşmadıkça şükrediyor sayılmaz. Şükretmeyen kalpten de vasıfları geri alınır. Fıtri vasıfları geri alınan kalp de mühürlenmiş demektir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, fuadlar yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz. (Secde, 32/9). Kendisine Rabbi'nin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyyen hidayete eremeyeceklerdir. (Kehf, 18/57). Nefis ruha göre bedenlendiğine göre bedenin her yaptığından da ruh doğrudan etkilenir. Ayetleri hatırlayıp onlara göre yaşamını düzenleyen nefisin ruhu da bundan doğrudan etkilenerek fıtratına göre ahlakı şekillenip güzelleşir. Güzel ahlak kazanan ruhun kalbinin anlayışı, görüşü, işitişi de güzelleşir. Rabbimden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri (ulil el bab) anlar. (Rad, 13/19).

Âlemin düzeninin ayetleri yani kendisinin de varlığını sürdürebilmesi için onu sevk ve idare eden Rabb'inin ayetleri hatırlatıldığı halde onlara sırt çevirip fıtratına aykırı bir yaşantıyı tercih eden kimsenin beden yapısı bozulur. Etrafı ile geçimsiz olur. Kendi nefsinde huzursuzluklar, sıkıntılar oluşur. Bunlar düzeni bozucu bir yaşam tarzı olduğundan daha üst alemin düzeni ile bağlantı kopar. Beyinle kalp arasındaki bağ kesilir. Kalp anlamaz, duymaz görmez olur. Daha üst aleme ulaşmanın yolu çok düzenli bir yaşam tarzından geçer. Bozguncu tavırlar, kişiyi alt âleme düşürür. Hatta düzensizlik halinde olunduğundan en aşağı vasıflarla vasıflanılmış olur. Çünkü en basit bir âlem dahi bir düzen üzeredir. De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki akledersiniz (6/151) (Hidayet çağrısına kulak vermeyen) Kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akletmezler (2/171). Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki akledip hakikati anlayasınız (2/242) Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz, zikreden bir kavim için âyetleri ayrıntılı olarak açıkladık (6/126).

Müminlerin genel vasıfları düzeni sağlayan kaideleri öğrenip onların gerekliliğini ve önemini kavrayarak onlara göre hareket ederek Allah Teâlâ'nın kurduğu düzenin devamlılığında vazife üstlenmesidir. Kafirlerin genel vasıfları ise bozmak, yıkmak düzenin tekamül halindeki işleyişini yıpratmak için gayret etmek üzeredir. Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak. (Neml 27/14) İşte bilmeyenlerin (hakkı tanımayanların) kalplerini Allah böylece mühürler (Rum, 30/59). Allah kimin sadrını İslâm'a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? Allah'ı anmak hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler (Zümer, 39/22). Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice aklettikten sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi (2/75).

Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz. (Zümer, 39/23).

Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur (el-Haşr, 59/14).

Alıntı