kalbiniz ne zaman isinacak
Kalbiniz ne zaman ısınacak?
Bir nisan yağmurudur hayat…
Bir bahar meltemidir yaşamak…
Bir şimşek parıltısı…
Hafif bir gök gürültüsü ve sonunda toprağa düşen bir yıldırımdır insan ömrü…
Nisan yağmurları şakırtılarla geçerSicim sicim göz yaşı dökmez… Kısa sürer ama her yeri ayağa kaldırır
Kırlangıç fırtınaları, leyleklerin göç zamanı ve mart soğukları…
Kimi zaman vaktinden evvel dolu vurur minik tomurcukları… Dallarında hüzün yağar yapraklara
Kanadı kırık minik bir serçe “cik cik” öter çatıların saçaklarında…
Hasretle yuvada bekleşir yavrucuklar…
Ne zaman “cik cik” diye öten bir serçe görsem çocukluğum gelir gözümün önüne…
Geçen gün yine duydum aynı sesi…
Bir badem dalına konmuştu…
Vaktinden evvel açan bir badem dalına…
Oysa bizim çocukluğumuzda her şey vaktinde olurdu
Bademler vaktinde çiçek açardı
Göçmen kuşlar vaktinde gelirdi
Sümbüller böyle kokmaz…
Güller böyle açmazdı…
Menekşelerin boynu bükük değildi Sularınsa rengi…
Güneş bile farklı doğardı
Uzak dağların zirvesinden bir gelin edasıyla çıkar gelirdi Eteklerini sürüye sürüye…Geride pembe güller döke döke…
Neden değişti her şey? Neden başkalaştı?
Yaşamak denilen o nurlu pırıltı derin semalarda karanlığa kalboldu
Anneler artık çocuklarını ninnilerle büyütmüyor Kucaklarına alıp göğüslerinde uyutmuyor
Bebeklerin uykusu kaçtı…
Çocuklar da hiperaktifleşti…
Sanki ruh çekildi, cansız ceset kaldı orta yerde…
“Koşma, hoplama, ses yapma…Masanın örtüsünü bozma, vazoyu yerinden oynatma, dikkat et koltuklara tırmanma…”
Bizler sanki bir masal aleminde yaşayıp çıktık
Sokakların o hür ve engin havasında belki kuşlardan da özgürdük…
Ne tepemizde tehlike çanları çalıyordu Ne de sokaklarda insan kanı emen canavarlar…Vampirler sadece ninelerimizin masallarını süslerdiİnsan kanı emen devler onların masal kahramanıydı…
Bizlereyse sadece onları hayal etmek kalırdı Devlerle karşılaşıp onları alt etmek…
Ne yazık şimdi her yerde devler geziyor…
Sokaklara canavarlar tuzak kuruyor…
Sokakların özgür havasını teneffüs etmeden büyüyen çocuk nasıl sinirli ve hırçın olmasın ki?
Annesinin gözetiminde geçirdiği birkaç saatlik park havasıyla enerjisini nasıl boşaltsın ki?
Artık dünya kirlendi…
Hayat kısalığıyla birlikte çekilmez oldu…Sanki dünyanın sekârat vakti gibi her yerden hırıltılar geliyor…
Buzullar eriyor…
Buzullar erirken ya insan kalbindeki buzullar ?
Onlar neden erimiyor?
Bilakis katmerleşiyor?
Uzaklara gitmeye ne hacet kendi kalbimiz?
Kalbimizde bir ısınma var mı?
Koskoca dünya bile ısınırken bizim kalbimiz hala kaskatı?
Ne içimizdeki kin ve nefret buzulları eriyor Ne de diğer kötülükler
Peki ama neden niye?
Yoksa insan kalbindeki amansız buzullara inat mı eriyor dünya yüzündeki buzullar?
Acaba kalbimizdeki kin ve nefret buzullarını eritmek için ölümü mü beklememiz gerek?
Peki o zaman iş işten geçmiş olmayacak mı?
“Eyvah! Aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettikO zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik Evet şu güzeranı hayat bir uykudurBir rüya gibi geçti Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgar bir uçar gider” diye boşuna çırpınmayacak mıyız?
Acaba!? Gülay ATASOY[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın